14 Ekim 2017

Ecevit’e saygı

“Milli duruş” diye bir şey varsa onun yakın tarihimizdeki en güçlü örneği Ecevit’tir

Rahmetli Bülent Ecevit’in Clinton ile oval ofiste gösteren o meşhur fotograf bilemediğimiz nedenlerle gene gündeme getirilerek, gene saygısız, yakışıksız bir yorum yapıldı. Aslında o fotograf hakkında tam ters yönde bir yorum da yapılabilir. Ecevit’in yaşlı ve hasta olmasına karşın dimdik ayakta durduğu, muhatabının kanapeye dayanarak güç almak zorunda kaldığı da söylenebilir. Ancak, belirli bir anı yansıtan bu tür fotograflar üzerine gelişigüzel yorum yapmak bizim düddürük medyanın işidir, devlet adamlarına yakışmaz.

Ecevit’in o ABD seyahatinde ben de vardım. Gayet iyi geçen bir ziyaret olmuştu. Ecevit ile Clinton arasında hoş bir hava oluşmuştu. Clinton’un rahmetli Demirel ile de güzel bir diyalogu vardı. ABD cumhurbaşkanlarıyla o rahat olumlu ortamı artık nedense kuramıyoruz. (Bu arada belirteyim: ABD cumhurbaşkanlarının muhatabı hem cumhurbaşkanları hem de başbakanlardır. Başbakanların ABD Cumhurbaşkanı Yardımcısının  muhatabı olması yönünde uluslararası ilişkilerde bir uygulama yoktur.) O seyahatten aklımda kalan bir ayrıntı da şu: Ecevit çiftine, ziyaretlerinin bir durağında büyük, şatafatlı bir yer tahsis edilmişti. Ecevit’ler bundan rahatsız olmuşlardı. Yani, büyük şatafatlı yerde rahat edememişlerdi.

Ecevit bizim siyasi tarihimizde, hele dış ilişkiler açısından müstesna bir devlet adamıdır. “Milli duruş” diye bir şey varsa onun yakın tarihimizdeki en güçlü örneği Ecevit’tir. Atatürk gibi Ecevit de, kişilerdeki uygarlık düzeyini ölçü alırsak, Batılıdan daha Batılı bir devlet adamı idi. Gel gör ki, kapitalist Batı temsilcilerinin çoğu bu tür liderleri pek benimseyemezler. Bir Türk'ün Batı kültürünü onlardan daha iyi bilmesini, tartışmalarda, konuşmalarda onları ezmesini pek kaldıramazlar. Oryantalist bakışlarına uygun eksantrik görünümlü kişileri her alanda tercih ederler.

Ecevit’in en büyük kusuru (!) kapitalist sistemi içselleştirememiş olmasıydı. Derviş ruhlu bir Cumhuriyet aydınıydı. Herkesin kendisi gibi kanaatkâr ve alçakgönüllü bir yaşam tarzını yeterli bulabileceğine inandığı izlenimi verirdi. Türkiye’yi saran kudret ve servet hırsı onun ruhunu tahrip edememişti. Kişiliğinin, siyasi duruşunun kapitalizme mesafeli kalması nedeniyle bizim cici burjuvazi Ecevit’i hiç benimseyemedi. Onu devirmek için gazetelere koca koca ilânlar verilmiş olmasını ben yurttaş olarak hiç bağışlayamadım. 24 Ocak ile 12 Eylül bir bütündür. O büyük dalga da Ecevit’i yutamadı.

Ondan sonra Ecevit’in başarılarını da başarızlıklarını da hepimiz biliyoruz. Ben de Ecevit’in her görüşünü, attığı her adımı olumlu karşılamış biri değilim. (Özellikle 1970’li yıllarda Demirel gibi Ecevit’in de AB ile ilişkiler konusunda yanlış yapmış olduğu kanısındayım. Oysa önce rahmetli Menderes, sonra rahmetli İnönü bu işi iyi başlatmışlardı.) Ancak onun aziz hatırasına saygısızlık gösterilmesini haklı kılacak hiç bir neden göremiyorum. Kimin aklına geliyor böyle seviyesiz karşılaştırmalar? Bunu akıl edenler, karşılaştırmayı dile getirecek olanın  ne kadar güç duruma düşebileceğini, ayıplanabileceğini düşünmüyorlar mı? Amiyane deyişle, kendi kalelerine gol attıklarının farkında değiller mi? Kimbilir? O kadar akıllı olsalardı, zamanında sifonlu hikâyeler uydurarak, kendi kalelerine unutulmaz bir gol atmamış olurlardı.

 

 

 

  

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Fransa ile gereksiz bir sorun

Fransız okullarına çocuğunu gönderen Türk vatandaşlarının arasında, öğrendiğimize göre, Aile Bakanımız da var. Ancak, gene söylendiğine göre, Aile Bakanımızın Belçika vatandaşlığı da varmış. O zaman çocukları Belçika vatandaşı olarak okulda kalabilirler

Washington ve Ramallah

Özgür Özel’in Ramallah’a gitmesi “özel” bir anlam, önem taşıyacaktır. Ramallah’a, yerel seçimleri kazanmış, ülkesinin birinci partisi haline gelmiş bir siyasal hareketin lideri olarak gidecektir. CHP’nin sadece Filistin değil, Orta Doğu’ya ilişkin vizyonunu ortaya koyması, Ramallah’dan uluslarararası topluma Türkiye’nin yeni sesi olarak seslenebilmesi önemlidir

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

"
"