Dağlık Karabağ sorununun en azından 20'nci yüzyıldaki tarihsel nedenlerini anlamak için Stalin’i anmak gerekir. Stalin Ermenilerin çoğunlukta olduğu Dağlık Karabağ’ı Azerbaycan’a verirken, Ermenistan’a da Nahçıvan ile ana Azerbaycan arasında kesinti yaratan geniş topraklar vermişti. Ermenistan ve Azerbaycan’da birbirine ait ama ana ülkeyle toprak bağlantısı olmayan cepler yaratmıştı. Nahçıvan’ın Türkiye ile temas noktası en aza indirgemişti. Stalin’in iki amacı vardı. Birincisi Ermenistan ile Azerbaycan’ı, ortaya çıktığında ancak Moskova’nın hakemliğini yapabileceği potansiyel ihtilaflar yoluyla denetim altında tutmaktı. İkinci amaç ise Türkiye ile Azerbaycan arasında toprak sürekliliğini en aza indirgemekti. Bu ikinci amacın altını birkaç kez çizmek gerekir. Çünkü sadece Ermenistan’ın değil Rusya’nın da, İran’ın da korkulu bir stratejik rüyası günün birinde Türkiye ile Azerbaycan’ın birleşmeye kalkmalarıdır. Böyle bir niyet iki tarafta da yoktur ama üçüncü taraflarda böyle bir korku gerçekten vardır. Devletlerin aklı öyle işler.
Sovyetlerin çökmesini fırsat bilerek Ermenistan Dağlık Karabağ’ı hızla işgal etmiş, böylece çözümü kolay görünmeyen sorunu başlatmıştır. Ermenistan bunu neden yapmıştır? Neden kendisini zora sokacağı açık olan bu adımı atmıştır? Neden devlet coğrafyasını etnik coğrafyayla örtüştürmek istemiştir? Etnik milliyetçilik midir bunun nedeni? Aslında günümüzde birçok sorun etnik sınırlara göre devlet kurmak ya da genişletmek ya da devletin toprakları içinde etnik bağdaşıklık sağlamak amaçlarından doğmaktadır. Etnik milliyetçilik tehlikedir. Demokrasi, insan hakları, hukuk devleti ve bunlara dayanan yurttaşlık anlayışı gelişmedikçe böyle sorunlar bitmez. Ermenistan kendini etnik ihtirasına kaptırmasaydı bu sorun siyasal düzeyde kalırdı. Ermenistan Dağlık Karabağ ile yetinmemiş, fırsat bulur bulmaz, işgal alanını iyice genişletmiş, sorun iyice büyümüştür. Bu tabloda Ermenistan’ın haklı ya da savunulacak yönü yoktur.
Uluslararası hukuka göre haklı olan taraf Azerbaycan’dır. Hukuka göre, Ermenistan’in Dağlık Karabağ’dan ve işgal ettiği diğer Azerbaycan topraklarından derhal çekilmesi gerekir. Uluslararası toplumun soruna ilgi göstermesi 1990’lı yılların başlangıcına kadar gider. BM Güvenlik Konseyi kararları Azerbaycan lehine ve Ermenistan işgalini sona erdirmek yönündedir. Ancak uluslararası toplum çözüm platformu olarak BM’i değil AGİT’i (Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı) tercih etmiştir (Bunu isteyen Batılılar olmuştu). AGİT, 1992 yılında, Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan’a ait olduğuna ilişkin bir yazım da kabul etmiştir. AGİT içinde de bizim de dahil olduğumuz 10 üyeli Minsk grubu kurulmuş, sonra bu grup tuhaf bir şekilde üç ülkeye (ABD, Fransa, Rusya) indirgenmiştir. Bu üçlüden bir şey çıkmaz. Çözüm doğrudan görüşmelerdedir. BM ya da AGİT bir arabulucu atayabilir ama Rusya bunu ister mi, bilemem. Çünkü Rusya bölgede hakem ve hâkim (hükmetme anlamında) kalmaya kararlıdır, son krizden de bu yönde yararlanmaya çalışmaktadır.
Bir ara çözüme çok yaklaşılmıştı. Rahmetli Ecevit’in önermiş olduğu gibi çözüm toprak değişimindedir. O noktanın çok yakınına gelinmişti. Toprak değişimi öngörülüyordu. Çözüm çabası birdenbire çöktü. Nedenleri araştırılabilir. Sanıyorum, Rusya, İran ve belki birkaç ülkede daha görülen, Türkiye ile Azerbaycan arasında toprak sürekliliğini sağlayacak bir çözüm korkusu o nedenlerden biriydi. Gördüğüm kadarıyla Rusya, kendi arka bahçesi olarak gördüğü bir alandaki (zaten Ermenistan’da Rus askeri varlığının önemi ortada) ihtilafın çözümünü Batılılara da, Türkiye’ye de bırakmaz. Rusya’nın ille de çözüm diye bir politikası da olmaz. Sorunun kontrollu şekilde devamını çıkarları açısından daha uygun görebilir. Rusya ile Libya, Suriye kadar bu konuyu da konuşmak gerekir. Konuşurlar mı? Ne ölçüde konuşurlar? Azerbaycan bunu ister mi? Ancak Rusya ile konuşmak bizim çıkarımızadır.
Lavrov son çatışmalar başlamadan önce bir hafta kadar önce, Ermenistan’ın işgal ettiği beş bölgeden çekilmesi gerektiği demecini verdi. İlginç bir çıkış! Çatışmalarla bu demeç arasında bir ilişki olabilir. Azerbaycan da, Ermenistan da bu demeçte hem lehte hem de aleyhte öğeler saptamış olabilirler. Her ikisi de arazide tutumlarını, tutunmalarını güçlendirmek gereksinimi duymuş olabilir. Aliyev hesapsız hareket etmez. Her iki ülkenin de Moskova ile karmaşık ilişkileri bulunmaktadır. Sovyet akrabalığına dayanan bu ilişkileri biz doğal olarak pek anlayamayız. Azerbaycan Moskova ile temasları hakkında bizi ne kadar bilgilendiriyor, bilmiyorum. Şimdilerde Ermenistan Batı’ya göz kırptığı için Rusya’nın hoşuna giden bir hâl içinde değildir. Buna karşılık, İlham Aliyev’in Putin ile ilişkilerinin iyi olduğu anlaşılmaktadır. Bu ilişkiler sorunun anlaşılması ve gelişmesi bakımından önemlidir.
Bizim Azerbaycan ile dayanışma duyguları içinde olmamız doğaldır. Ancak bu dayanışma duygusunun temeli Azerbaycan’ın hukuken haklılığı olarak görülmelidir. Azerbaycan’ı desteklemek uluslararası hukuku desteklemek anlamını taşımalıdır. Bu bağlamda Ermenistan’ın kuvvetle eleştirilmesi de doğaldır. Ancak bu eleştiriye etnik boyut kazandırılması yanlıştır. Hele Ermenistan’a tepki göstereceğiz diye bizim Ermeni vatandaşlarımızı, ülkemizdeki Ermeni konuklarımızı hedef alan eylemler çok çirkindir. Etnik nefret potansiyeli taşıyan bu tür eylemlerin hoş görülmemesi gerekir.
Sorunun çözümü, ilk aşamada ateşkes sağlanması ve görüşmelere geçilmesi için yoğun çaba göstermemiz elbette gerekir. Haklı olan taraf Azerbaycan olduğuna göre onlara diplomatik ve siyasi destek sağlamamız da doğaldır. Ne ki, silahlı çatışmaya dahil ve taraf olmamız çok yanlış olur. Zaten Ermenistan Türkiye’ye karşı da savaştığını öne sürerek mağdur rolü oynamaya ve sempati toplamaya çalışmaktadır. Aman, dikkatli olalım, iç politikada kazanç sağlamak amacıyla dış politikada yanlış yollara sapmayalım, geri dönüş zor olur.
Demirel / Ecevit / Cem döneminde Kafkaslarda istikrar formu fikrini ortaya atmıştık. Bu fikir daha sonra AKP döneminde yenilendi, hatta toplantısı bile yapıldı. Girişimin sonuç almasından çok yapılması önemliydi. Çünkü Türkiye’nin Kafkaslar da barışcı bir vizyonu olduğunu gösteriyordu. O vizyona dönmek gerekir. Ancak, Ermenistan’ın da dönmesi gerekir. Ermenistan Azerbaycan ile ilişkilerinde haksız olmasının yanısıra bizimle ilişkilerinde de haklı değildir. O ünlü ikili protokolun yürümemesinde Ermenistan’ın kusuru olduğu pek bilinmez. Ermenistan Anayasa Mahkemesi o protokolu, tarihin araştırılmasını gerektirdiği, dolayısıyla 1915 faciasının Ermeni anlatımının sorgulanmasına yol açabileceği için reddetmişti. Hâl böyle olunca neyi görüşeceksin?
Türkiye , Ermenistan, Azerbaycan arasında üçlü, ikili işbirliği bugün için bir hayal gibi görünmektedir. Ancak, Rusya’ya, İran’a rağmen vizyonumuz bu olmalıdır. Dağlık Karabağ düğümü çözülürse, en azından bir modus vivendi bulunabilirse Türkiye – Ermenistan ilişkilerinde de, Ermenistan’ın tutumuna bağlı olarak yeni bir olanak ortaya çıkabilir.