15 Mayıs 2017

Bazı açılardan Türkiye'nin dünyadaki yeri

AVM’leri, orada burada yükselen acayip çirkin binaları, köprü yol yapmayı, herkesin cep telefonu olmasını uygarlık açısından doyurucu görüyoruz

Fransa’nın eski dışişleri bakanlarından Hubert Vedrine uluslararası ilişkiler konusunda ciddi kitaplar yazan bir entelektüeldir. Yirmi yılı aşkın süre önce okuduğum bir kitabında Türkiye’yi dünyanın en önemli 15 - 20 ülkesinden biri saydığını anımsıyorum. Hepimizin bildiğini varsaydığımız tarihsel ve coğrafi nedenlerle Türkiye, öteden beri küresel düzeyde önemli bir ülkedir. Bu önemi, biraz akademik dil kullanarak, stratejik değer olarak tanımlayabiliriz. Genellikle ülkelerin stratejik değerlerini uluslararası ilişkilere olumlu katkılar yaparak kullanmaları, böylece arttırmaları beklenir. Tersi de olabilir. Ülkeler sahip oldukları uluslararası ilişkileri etkileme olanağı olumsuz yönde kullanabilirler. O zaman ülkenin stratejik değeri, zarar verme değeri olarak tanımlanabilir. Kendi dış politikamızdan örnek vermek gerekirse, eski dışişleri bakanlarımızdan rahmetli İsmail Cem’in İslam ülkeleri ve AB ülkeleri dışişleri bakanlarını İstanbul’da buluşturması, stratejik değerimizi arttıran olumlu bir adım idi. AB’ye dönüp “Mültecileri üstünüze salarız” tavrı almak ise zarar verme değerinin kullanılmasıdır. Bazen zarar verme değerinin kullanılması gerekebilir. Ancak bu süreklilik kazanırsa uluslararası toplumun size bakışı değişir. Sizin verebileceğiniz zararı hesaplayıp ona göre önlem alırlar, artık zarar veremeyeceğiniz kanısına varıldığı noktadan sonra size karşı “Ne haliniz varsa görün!” tavrına yönelirler. Uluslararası imajınız, konumunuz gittikçe yıpranır. Bir bakarsınız ki, artık en önemli ülkeler arasında değilsiniz! Dış ilişkilerimizi onarmaya çalıştığımız izlenimi yarattığımız bir dönemde, umarım, stratejik değerimizin nasıl kullanılacağı konusu yeterince değerlendiriliyordur.

Öte yandan, Türkiye, onyıllardır dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasındadır. Yirmi yıl önce 16'ncı, 17'nci büyük ekonomiydik. Şimdi 17 ya da 18'inciymişiz. Ekonomik gelişmemizi “Biz neler yaptık, neler!” diyerek değil, dünyadaki yerimize göre de değerlendirmek gerekir. Türkiye’nin son 15 yıldır büyük ekonomik gelişme gösterdiği tezi, dünyadaki yerimiz açısından bakıldığında büyük bir tez gibi görünmüyor. Aynı yeri korumayı başarmakla kalmışız. Açık konuşalım: Kemal Derviş ve ekibinin reformlarıyla AB süreci olmasaydı o yerden daha geriye gidebilirdik. Atılım yapmak için Türkiye’nin ekonomik ve ticari dinamizmini siyasi rant paylaşımının gölgesinden çıkarmak ve hukuk devletini güçlendirmek gerekir.

Dünya ekonomisi ve ticaretine ilişkin sıralamalarda da yerimiz köklü şekilde değişmiyor. Kişi başına gelir bakımından 60’ıncı sıralardayız. Bir ara, yabancı yatırım çekmede (Çoğu mal, mülk satımıdır; gerçek anlamda doğrudan yatırım değildir.) öne çıkmıştık ama onda da geriledik. Dünya ticaretindeki payımız hâlâ yüzde birin altında ve payımızda önemli bir artış oldu mu, tartışılır.

Esas önemlisi şu: BM’nin insani gelişmişlik endeksinde Türkiye 71'inci sırada. Toplum olarak hem maddi hem de manevi yaşam kalitemizin evrensel ölçülere göre yapılan değerlendirmesinin sonucu bu. Atıp tutmada üstümüze  yok ama gerçekler bu tür değerlendirmeler yoluyla yüzümüze ayna tutuyor. Gene de biz, “Dev aynasından başka ayna tanımam” diyoruz.

Kendi kendimize çok mutluyuz. AVM’leri, orada burada yükselen acayip çirkin binaları, köprü yol yapmayı, herkesin cep telefonu olmasını uygarlık açısından doyurucu görüyoruz. İnsan hakları, çoğulcu demokrasi, hukuk devleti gibi şeyler çoğunluğumuzun gündeminde yer almıyor. Mizahı, eleştiriyi pek sevemiyoruz. İfade özgürlüğü açısından dünya sıralamasının dibine indik. Aldırmıyoruz. Hukuk devleti zayıflayınca yabancı sermaye de Türkiye gibi bir ülkeye pek gelmez. “Yaşasın Körfez ülkeleri!” diyoruz. Ünlü Yolsuzluk Algılama Endeksi'nde 70’li sıralardayız. Pek ilgilenmiyoruz. Günlük hayatta konuştuğumuz birçok kişinin, kimin yönetimde olduğundan bağımsız olarak, “Yollarını bulsunlar ama iş yapsınlar” dediğini hayretle işitebiliyoruz.

Bütün bu somut verilerin içinden geleceğe baktığımızda, Türkiye’nin, AB standartları doğrultusunda ciddi bir reform gündemi benimsemeden sınıf atlayacağını düşünmek çok güçleşiyor. Ne yazık ki, reform yönünde atılan her hangi bir adım ben göremiyorum.

Son on beş yıldır dünyadaki yerimizde önemli bir değişiklik olmadı. Bir ara parlayan dünyadaki imajımız son yıllarda geriledi. İç dinamiklerimizin de tatsızlaşması sonucunda önümüzdeki dönemde dünyadaki yerimizi, korumayı bırakın, kaybetmek riskinin baş göstermemesini kuvvetle umarız.

Yazarın Diğer Yazıları

Fransa ile gereksiz bir sorun

Fransız okullarına çocuğunu gönderen Türk vatandaşlarının arasında, öğrendiğimize göre, Aile Bakanımız da var. Ancak, gene söylendiğine göre, Aile Bakanımızın Belçika vatandaşlığı da varmış. O zaman çocukları Belçika vatandaşı olarak okulda kalabilirler

Washington ve Ramallah

Özgür Özel’in Ramallah’a gitmesi “özel” bir anlam, önem taşıyacaktır. Ramallah’a, yerel seçimleri kazanmış, ülkesinin birinci partisi haline gelmiş bir siyasal hareketin lideri olarak gidecektir. CHP’nin sadece Filistin değil, Orta Doğu’ya ilişkin vizyonunu ortaya koyması, Ramallah’dan uluslarararası topluma Türkiye’nin yeni sesi olarak seslenebilmesi önemlidir

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

"
"