Uzun yıllardır, “Ben geliyorum, büyüyorum, insani felakate evrilebilirim” diyen bir sorundur Rohingyaların dramı. Uluslararası toplum yeterince ilgi göstermediği, önleyici adımlar atmadığı için bugünkü boyutlarına erişmiştir.
Uluslararası toplumdan önce bölge ülkelerini elşetirmek gerekir belki de. Bangladeş sorumluluk yüklenmekten kaçmış, Malezya, Endonezya ASEAN dayanışması adına sorunu geçiştirmeye çalışmıştır. Budist ülkeler de fazla çaktırmamaya çalışarak, Myanmar’ı desteklemiştir. Zaten o bölgede insan hakları konusunda ince bir duyarlılık gösterilmesinin beklenemeyeceğini söyleyenler olabilir. Ya insan hakları şampiyonu büyük Batı ülkeleri? Nobel Barış Ödüllü Hanımefendinin iktidara yürüyüş yolunda engel çıkmasın diye Rohingya sorununu ikinci plana ittiler. İnsan hakları örgütlerinin, örneğin Human Rights Watch’ın alev alev raporlarını, uyarılarını kulak ardı ettiler.
Oysa o değerli Hanımefendinin Rohingyalarla ilgilenmeyeceği başından belliydi. Söyleyince, “Nasıl olur? Demokrasi aşığı, insan hakları aktivisti, şakır şakır İngilizce de konuşuyor. Batılı zihniyeti var. O, sorunu çözer.” dediler. BM Mülteciler Yüksek Komiseri’nin (şimdiki BM Genel Sekreteri), Rohingya sorununu dünyanın en vahim ayırımcılık olayı olarak tanımlamasına da pek aldırmadılar. Batılılar, kimin demokrasi aşığı konusunda ilk kez yanılmadılar elbette. Bu kez de yanılgının bedeli ağır oldu. Konuyla ilgilenmiş biri olarak bugünkü durumdan derin üzüntü duyuyorum.
Türkiye’nin sorunla başından beri ilgilenmesi doğrudur. Keşke koşullar izin verseydi de, daha fazlasını yapabilseydik.
Yeri gelmişken aklımdaki genel nitelikte bir hususu kağıda dökeyim. Türkiye’nin çeşitli ülkelerdeki müslüman azınlıkların ya da topluluklarının sorunlarına yaklaşımında ilginç bir yön görürüm öteden beri. Evrensel değerlerden çok dinsel değerler, dinsel dayanışma adına konuşuruz. Oysa evrensel değerlere, insan ve azınlık haklarına, insancıl hukuka daha çok dayanmamız gerekir. Dinsel ile evrensel değerler arasında kendi yarattığımız ikilemi tam olarak aşamadıkça bu tür sorunların çözümüne katkımızın arzu ettiğimiz düzeye çıkması güç olabilir.
Öte yandan, daha büyük, küresel resme bakarsak şunu söyleyebiliriz. Uluslararası toplum gerekli uyarı, önleme, hatta uç durumlarda müdahale mekanizmaları geliştirmedikçe bu gibi sorunlar, insani facialarla daha çok karşılaşırız.