24 Ocak 2018

Afrin

Harekât uzarsa, sivil can kayıpları artar, yerel ahalinin kitlesel kaçışları başlarsa, Afrin'de sokak çatışmaları çıkar, televizyon ekranlarına yansırsa algı hızla değişebilir

22 Ocak akşamı France24 kanalında Afrin konusunda uzunca bir tartışma izledim. Keşke bizde de, ifade özgürlüğü ortamı uygun olsa, olayı çeşitli açılardan ele alan öyle tartışmalar izleyebilsek. Neyse...

Neler konuşuluduğunu aktaracak değilim, ama katılan üç uzmanın da objektif, rasyonel analizler yaptıkları izlenimi aldım. Bunlardan biri France24’ün Suriye muhabiri. Ülkeyi ve gelişmeleri iyi biliyor, belli ki oraya gidip geliyor. Harita önünde sunum yaptı. Suriye’nin yaklaşık üçte birinin fiilen PKK bağlantılı örgütlerin kontrolü altında olduğunu, PKK’nın terör örgütü kimliğini anlattı. Bu bölgelerdeki Arap köylerinde Kürt (?) örgütlerinin yeni işgalci kuvvetler gibi algılandığını söyledi. Yani “gitti DAEŞ, geldi bunlar” algısı. Ben bu noktayı çok önemli buluyorum.

Hiç bir devlet hemen yanı başında toprak bütünlüğüne ve ulusal güvenliğine tehdit olarak algıladığı bir oluşuma göz yumamaz. Gücü var ve koşullar uygunsa o oluşumu hemen ezmeye yönelir, gücünü yeterli ve koşulları uygun görmüyorsa başka yollara başvurur. Bu her yerde her zaman böyledir. (Devlet dediğimiz varlıklar da bu gibi durumlarda, başka bir beklentileri yoksa, birbirini hoş görmeye eğilimlidir. )

Gücü zaten olan Türkiye koşulları da uygun görerek harekete geçti. Belki Türkiye daha bekleyebilirdi. Ancak ABD’nin nerdeyse sürrealist (!) “Kuzey ordusu” kurma açıklamaları Türkiye’yi elini çabuk tutmaya itti. Buna “beklenen oldu” da diyebiliriz. Keşke bu raddeye gelinmeseydi. Biz Kuzey Suriye’deki otorite boşluğunun nelere mal olabileceğini zamanında iyi hesaplasaydık. DAEŞ’a karşı mücadeleyi başkalarına bırakmasaydık. ABD farklı bir politika izleseydi. Birileri de Orta Doğu karışıklığından, fırsatçılık yapıp yeni bir devlet çıkarmaya çalışmasaydı. Ne yazık ki, keşke’lerle tarihi yeniden yazamıyoruz.

Türkiye’nin harekâtına uluslararası kamuoyunda çok ciddi bir karşı çıkış göremiyorum. (Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisi konuyu acil gündeme almayı reddetti. BM Güvenlik Konseyi’nin toplantısından da bir şey çıkmadı.) Diğer devletlerden gelen itirazlar da, bu tür durumlarda genellikle yapılan türden. Ancak, destek olduğunu söylemek de zor. Daha çok tereddüt ve endişe görülüyor. Bu arada genel imajımızın pek olumlu olmadığını ve bu hususa sık sık vurgu yapıldığını görmekte yarar var. Harekât uzarsa, sivil can kayıpları artar, yerel ahalinin kitlesel kaçışları başlarsa, Afrin’de sokak çatışmaları çıkar, televizyon ekranlarına yansırsa algı hızla değişebilir. Dolayısıyla harekât uzadıkça riskler de artacaktır. Bu çerçevede yapılabilecek büyük bir yanlış da, iç politika nedenleriyle harekâtı bir fetih havasına sokmaktır. Bu tür harekâtlarda girmek kolay, çıkmak zordur. Yerel halkın desteği olmazsa tutunmak daha zordur.

Öte yandan, bilinen nedenlerle çok hassas bir konudur bu. Kürt vatandaşlarımıza iyi anlatılabilmesi, onların nabzının tutulması, görüşlerini ifade etmelerine izin verilmesi, ters şeyler söyledikleri düşünülüyorsa onlarla diyaloğa girilmesi bence önemlidir. Konuşmak, anlaşmak için şarttır. Birlik beraberlik için de anlaşmak şarttır.

Türkiye’nin kuzey Suriye’ye yönelik güvenlik stratejisinin hedefinin 30 kmlik bir güvenlik kuşağı oluşturmak olduğu anlaşılıyor. ABD’nin bu kuşağın oluşturulması için işbirliği önermesi ilginç. Son gelişmeler, paradoksal biçimde, ABD ile yeni bir sayfa açılmasına da vesile olabilir. ABD ile diyalog eksikliğini gidermek, ABD’ni yönlendirebilmek şarttır.

Rusya Orta Doğu’ya girdi bir kere. Artık çekilmeyecektir, ama bunun için Türkiye ile iyi geçinmesi gerektiğinin bilincindedir. Rusya ile Türkiye, Esad’ın geleceği ve Kürt konularında tam olarak anlaşamıyorlar, ama iyi geçinme ve birbirini idare etme ihtiyacı içindeler. Kaldı ki, Türkiye’yi ABD ve NATO’ya mümkün olduğu kadar mesafeli ve kendine bağlı hale getirmek Ruslar için ikili ilişkilerin ötesine geçen önemli bir stratejik hedeftir.

Suriye’ye bakınca bazen akbabalar aklıma geliyor, daha da ürküyorum. Ülkeyi herkes bir tarafından tutmuş çekiştiriyor. Bu tablo karşısında Cenevre müzakerelerine asılmaktan başka çare yok ( Astana / Soçi sürecine karış çıkmamakla birlikte şüpheyle bakıyorum.) Diyelim biz 30 kmlik bir güvenlik kuşağı kurduk. O zaman güvenlik sorunu şimdiki gibi 0’ncı km’de değil, 31’inci km’da başlayacak, 31’inci km yeni 0’ncı km olacak demektir. Sorunun kalıcı çaresi Suriyeli bütün güçlerin katılacağı BM müzakereleri yoluyla Suriye’nin geleceğini bir an önce oluşmaktadır. Suriye’de askeri çözüm hâlâ mümkün görünmemektedir. Savaş değil, müzakere tek çözüm şansı olarak görünmektedir. Yoksa Suriye bir kangren olur gider. Bu arada, çeşitli aktörler ve Daeş ve onun yerini almaya çalıştığı anlaşılan PKK arasındaki çekişmelerin kurbanı Arabı, Kürdü, Alevisi, Sünnisi, Türkmeni, Hristiyanıyla Suriye halkı... Çok yazık! 

Yazarın Diğer Yazıları

Fransa ile gereksiz bir sorun

Fransız okullarına çocuğunu gönderen Türk vatandaşlarının arasında, öğrendiğimize göre, Aile Bakanımız da var. Ancak, gene söylendiğine göre, Aile Bakanımızın Belçika vatandaşlığı da varmış. O zaman çocukları Belçika vatandaşı olarak okulda kalabilirler

Washington ve Ramallah

Özgür Özel’in Ramallah’a gitmesi “özel” bir anlam, önem taşıyacaktır. Ramallah’a, yerel seçimleri kazanmış, ülkesinin birinci partisi haline gelmiş bir siyasal hareketin lideri olarak gidecektir. CHP’nin sadece Filistin değil, Orta Doğu’ya ilişkin vizyonunu ortaya koyması, Ramallah’dan uluslarararası topluma Türkiye’nin yeni sesi olarak seslenebilmesi önemlidir

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

"
"