26 Nisan 2021

24 Nisan muhasebesi

Çözüm Türk – Ermeni diyalogundadır

24 Nisan'dan söz eden bir yazıya Faik Ali Ozansoy'u anarak başlamak yerinde olur. Ozansoy'un edebiyat / şiir tarihimizde belirgin bir izi kalmıştır. Yüksek bürokrat olduğu için bürokrasi tarihimizde de adı geçer. Ancak edindiği en parlak orun (mevki) vicdan tarihimizdedir. Faik Ali Ozansoy o meşum tehcir kararı alındığında Kütahya valisiydi. Merkezden gelen talimatı uygulamayı reddetti. İlkelerini ve vicdanını aldığı emirlere üstün tutan ayrıksı bir bürokrat idi. Ozansoy'u sadece Ermeni vatandaşlarımız değil, hepimiz rahmetle analım. Onun gibi bürokratların sayısı çok olsaydı 1915 olayları başka türlü gelişirdi.

Kim bilir, kaderini başkalarına teslim eden zavallılar gibi, "Biden efendi ne diyecek, ne dedi?" diye çırpınma halinde olmayabilirdik bugün. Biden ne derse desin... Önemli mi? Ne yazık ki önemli, çünkü biz o olaylarla kendi hesabımızı hâlâ kesemedik, başkalarının yargılarıyla uğraşıyoruz, başkalarının yargılarını etkilemeye çalışıyoruz. Aslında, 1915 olayları hakkında başkalarından önce bizim ne dediğimiz önemlidir. Büyük bir insani felaketten söz ediyoruz. "Ne yapalım? Çok uluslu imparatorluklar çökerken, hele savaş ortamında olur böyle şeyler! Herkes acı çekti." yaklaşımını insani ve vicdani bulmuyorum. Bir milyon, bir buçuk milyon sayıları doğru değil ama yüzbinlerce insan öldü. Bu kadar insanın zorunlu göç sırasında sadece hastalıktan öldüklerini kim söyleyebilir? Nedeni ne olursa olsun, kim kabahatli görülürse görülsün, bizim topraklarımızda, yineleyelim, büyük bir insani felaket yaşanmıştır. Ölenler Osmanlı vatandaşıdır, bizim insanlarımızdır. Sünnilerden ibaret değildir bizim insanlarımız. Anadolu'nun yerli insanlarından söz ediyoruz. Rahmetli Osman Olcay bu olaya "kırım" demiştir, "savaş sırasındaki göçürme ve kırım"dan söz etmiştir. Olaya insani açıdan bakarak, Ermeni kırımının açtığı yaraları, travmaları anlamaya çalışmamız gerekir. Bir ara, devlet söylemini empati perspektifine oturtmayı becermiş, "ortak acı" kavramını resmi dile sokmuştuk. Kısmen sürdüğünü gördüğümüz bu yaklaşımı derinleştirmek gerekir. "Soykırımdır, değildir" şeklindeki sonuçsuz siyasi çekişmeden söz etmiyorum. Daha derin bir şeyi, geçmişimizi, sadece Osmanlı devletinin değil, bölge halkının da yaptıklarını daha iyi anımsamayı, vicdan muhasebesini kasdediyorum. Gelin, bu olaylar hakkında Ermeni vatandaşlarımızı daha çok dinleyelim. Özgürce konuşsunlar. Acılarını, duygularını daha iyi anlayalım. Ortak tarihimizi birlikte yazalım. Bizim tarihimizi başkaları yazmasın. Ermeni, Türk, Kürt; TC vatandaşları birlikte yazsın.

Böyle bir catharsis dönemi yaşamamız gerektiğini düşünüyorum. Yoksa "Soykırım dendi, denmedi" konusuna takılır kalırız. Şu soykırım kavramı da tuhaf elbette. Hukuken geçerli olması için bir mahkeme kararı gerek, ayrıca 1948 öncesine hukuken uygulanamaz, ama çok tuttu bu kavram. Hukuki incelikler düşünülmeden geçmişteki olaylar için kullanıyor. Gerçi geçmişte soykırım yapma konusunda Türklerin, örneğin Beyaz Amerikalılarla yarışabileceğini sanmıyorum, ama biz kendi meselemizi halledemediğimiz için üstümüze zevkle geliyorlar, hele Batı'daki imajımızın bugünkü gibi olumsuz olduğu dönemlerde.

Sözünü ettiğim catharsis işlemine ideal olarak Ermenistan'ın ve belki Ermeni diasporasının da katılması gerekir. Ancak, kişisel deneyimlerime dayanarak söylüyorum, Ermenistan ve Ermeni diasporası hakkında umutlu değilim. Türkiye insani yaklaşım çizgisini derinleştirirken Ermenistan ve milliyetçi Ermeni grupların intikamcı tavırdan vazgeçmeleri gerekir. Geçmişi acıyla anımsamalarını anlıyorum, ama Doğu Anadolu'ya hâlâ Batı Ermenistan demekle, Türkiye sınırını tanımamakla bir yere varamazlar. Soykırım lâfı orada burada kabul gördükçe bundan bir doyum duygusu sağlayabilirler. Ancak Charles Aznavour'un altını çizdiği bir gerçeği iyi bellemeleri gerekir: Amaç barışma ve barış ise dolaşımdaki soykırım kavramı üzerinden bu amaca ulaşmak olanak dışıdır. Aznavour'un dediği gibi gerçekçi olalım: Türkiye bu soykırım kavramını dünyada kabul etmez. Başka kavramlara yönelmek gerekir. Ermenistan Biden'ın açıklamasını "Ermeni soykırımının küresel düzeyde tanınması" yolunda önemli bir adım olarak görmüş. Bu yanlış bir hedef, ham bir hayal. Bütün dünya tanısa ne olacak? Türkiye evet demez. Ermenistan da, Türkiye ile arası düzelmedikçe Rusya'nın vasalı gibi yaşamayı sürdürür. Çözüm Türk – Ermeni diyalogundadır. Batı'nın da bunu teşvik etmesi gerekir.

Bunu yapmak yerine, soykırım kavramını Türkiye'ye bugünkü koşullarda "oh olsun!" diye ya da bazı iç dinamikleri nedeniyle kullanan parlamentoların ve yönetimlerin de bilmesi gerekir: Soykırım kavramı üzerinden Türkiye – Ermenistan barışması ve barışı sağlanması olanak dışıdır. Bölge barışı da sağlanamaz. Bundan sadece Türkiye kaybetmez, belki Ermenistan daha fazla kaybeder. Geçenlerde iki ülke de bir fırsat kaçırdılar. Dağlık Karabağ meselesinde Azerbaycan lehine olan gelişmeler sonucunda Türkiye'nin Ermenistan sınırını kapalı tutmak için zamanında ileri sürdüğü nedenler ortadan kalktı. Ancak iki ülke de sınırı açmak için bir adım atmadı, üçüncü taraflar da ilgilenmedi. Açılsaydı fena mı olurdu? Belki bu baydın komedisini de yaşamazdık.

Türkiye ile Ermenistan'ın bu konuda bir araya gelme, diyalog kurma cesaretini göstermesi gerekir. Bir zamanlar bu yönde girişimler oldu. (Zürih protokolunun başarısızlığından sadece Türkiye'yi sorumlu tutmak yanlıştır. Konunun içinden biri olarak vurguluyorum.) Şimdi yaprak kıpırdamıyor. Böyle ihtilaflı durumlarda taraflar "Hakikatı ortaya çıkarma ve barışma" (Truth and Reconciliation) komisyonu kurarlar. Ne yazık ki, böyle bir komisyonun Türkiye ile Ermenistan arasında kurulması olanaklı görünmüyor. Ancak biz Türkiye'de kendi Ermeni vatandaşlarımızla, kardeşlerimizle böyle bir komisyon kurabiliriz. Bu da dünyaya verebileceğimiz çok güzel bir barış(ma) mesajı olur.

Yazarın Diğer Yazıları

Washington ve Ramallah

Özgür Özel’in Ramallah’a gitmesi “özel” bir anlam, önem taşıyacaktır. Ramallah’a, yerel seçimleri kazanmış, ülkesinin birinci partisi haline gelmiş bir siyasal hareketin lideri olarak gidecektir. CHP’nin sadece Filistin değil, Orta Doğu’ya ilişkin vizyonunu ortaya koyması, Ramallah’dan uluslarararası topluma Türkiye’nin yeni sesi olarak seslenebilmesi önemlidir

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

Meksika'daki kadın

İnanılır gibi değil ama gerçek! Meksika'nın dini Guadalupe Bakiresi dinidir. Başka bir deyişle, bizim açımızdan önemli olan, Meksika'nın kendine özgü bir hristiyanlık, nerdeyse yeni bir din benimsemesidir. Başat figürü de bir kadındır. İşte maço Meksika! Ey Kibele! Sen nelere kadirsin!