İstifa ettikten sonra kuzenim ve arkadaşımla Antalya’da buluştuk, ilk otostopumuzu çekecektik. Aşırı heyecanlı ve aynı zamanda utangaçtık da. Ya otostop çekersek ve araba durmazsa? Sadece heyecan değil, biraz da korku. Ya bize saldırırlarsa? Otostopta kötü anıları da çok duyduk. Üç kişiydik, ona güveniyorduk. Ah ettik, vah ettik; sırayla otostop çekmeye karar verdik. Yarım saatin sonunda bir Ford Ranger durdu. Arkası açık olduğu için üçümüz de koca kamp çantalarımızla mutlulukla atladık arabaya. Aşağıya, Olimpos’a kadar indik. İlk otostopumuz çok rahat ve keyifliydi. Haklı gururunu yaşadık.
Olimpos’ta biraz yürüdükten sonra bitişiğindeki Çıralı sahiline geçtik. Koca çantalarla yazın ortasında Antalya sıcağında yürümek biraz yorucuydu tabii fakat Olimpos’ta kalmamamızın sebebi, sahile yakın yerlerde çadır kurmanın yasak olmasıydı. Çıralı’ya vardık, sahili çok güzeldi. Çadır kurma yeri ararken ateş dansı yapan yabancı bir çocukla tanıştık, sohbet muhabbet. Akşamki gösterisinden sonra çaya çağırdık, minik bir tüpümüz vardı. Evde sandalyeden kalkıp çay koymaya üşenen biz, binbir çileyle ulaştığımız Çıralı’da çay koymanın keyfini yaşayacaktık. Hayat işte.
İlk çadır kurma çabamız, küçük bir faciaydı. Çadırlardan birisi çok derme çatma olduğu için sağdan soldan destekle ayakta duruyordu. Velhasıl bir şekilde hallettik. Biber gazımız, demir yumruklarımız, etraf kontrolü derken biraz güven yakalayıp uyuduk. Sabah 6’da uyandık. Mis gibi güneş, mis gibi deniz, mis gibi hava. Bizde de tarifsiz mutluluk.
“Her gün başka bir sahilde uyanalım” kararımızdan ötürü, Çıralı’da biraz sohbet muhabbetten sonra Adrasan’a geçtik. Kamp yerimize doğru giderken emekçi teyzelerden bir poşet dolusu makarna satın aldık, tüpümüzle tatsız sossuz makarnamızı büyük bir keyifle yedik, denize girdik çıktık. Hava iyice kararınca gezmeye gelenler gitti, sadece kamp kuran kişiler kaldı. Kocaman bir grup olduk, sohbet ettik, çokça da eğlendik.
Biz de zamanla öğrendik, çadırcının en iyi dostu çadırcıdır. Bir yere gidersin eşyalar onlara emanettir. Dışarıdan insanlara karşı birlik olunur. Hele ki taciz, küfür gibi insanlık dışı hareketlere çadırcılar arasında hiç rastlamadık. Herkes huzur bulmaya gelmiş, insan gibi insanlar.
Otostopla gezmişseniz bilirsiniz, yola erkenden çıkılmalıdır. Yol ne kadar sürer, birileri durur mu durmaz mı belli olmadığı için, gün boyu yollarda olmak yerine bir an önce varmak hedeflendiği için erken kalkan yol alır.
Erkenden kalktık, ana caddeye çıktık. Nereye gideceğimizi bilmiyorduk, planımız da yoktu zaten genel olarak. Şuraya mı gitsek, buraya mı gitsek derken bir anda yanımızda Şahin marka beyaz bir araba durdu. Neşet Ertaş dinliyor bizim amca. Şimdiye kadar tatil yerlerinde otostop çektiğimiz için daha rahattık ama şimdi ana caddedeydik. İstanbul’un güvensizliği var bir yandan hepimizin üzerinde buram buram. Parkta bile otururken rahatsız edildiğimiz için, yakın arkadaşlarımızdan bile kazık yediğimiz için, önce bir şüpheyle baktık. Fakat bu şüphemiz çok geçmeden uçtu.
Halil Amca yerli yurdum insanı. Neşet Ertaş ile bize verdiği güven duygusu, sonrasında da giderek arttı. Demre’de oturuyormuş, torunu varmış. 'Demre’nin denizi çok güzeldir, gelin bizim köyümüzü de görün' dedi, gittik. Gelini bize sofra hazırlamış, torun torba bizi beklemişler. Öyle mahcup olduk ki, ön yargılarımız için. İstanbul bizim insan sevgimizi elimizden almış. Hayal dünyamızda bile yoktu, bu kadar iyi insanların varlığı… Halil Amca’nın torunu bize Demre’nin tüm sahillerini gezdirdi, arkadaşlarıyla tanıştırdı. Onun da beyaz Şahin’i vardı. Dünya tatlısı insanların yanına gelmiştik. “Akşam oldu, boş evimiz var, rahat rahat kalın istediğiniz gibi” demelerine rağmen çok teşekkürlerimizi ileterek sahilde çadır kurmayı istediğimizi belirttik.
Halil Amca'nın sofrasında...
Sahile gittik, yerleştik. Tek çadır biziz. Birazcık güvensiz hissettik kendimizi. Lavabo için en yakın restorana gittiğimde beni çok candan karşıladılar, şaşırdım. Biliyorsunuz İzmir’de sahil restoranlarına WC için gittiğinizde size iğrenç bir yaratıkmışsınız gibi bakarlar. Sonrasında öğrendim ki Halil Amca tüm restoranları tembihlemiş “Bunlar bizim misafirlerimiz, bir şeye ihtiyaçları olursa yardım edin, göz kulak olun” demiş.
Mutlulukla tekrar geldim çadıra, saat 22.00 civarları. Çay yaptık, muhabbet ediyoruz. Bir baktık ki, bir kalabalık bize doğru geliyor! Yaklaşınca tanıdık, Halil Amca, gelinler ve torun torbalar. Dediler ki, bizim içimiz rahat etmedi, biz de siz yatana kadar sizinle duralım. Efsane bir mutluluk dalgası geçti üzerimizden. Hep birlikte oturduk, çekirdek çitleyip çay içtik. Biz yatmaya yakın onlar gitti, huzurla uyuduk.
Halil Amca; ailesini göndererek sahildeki çadırımızda da bizi yalnız bırakmamıştı
Halil Amcalara çok teşekkür edip vedalaşmıştık. Ertesi gün uyandığımızda yola çıkacaktık. Sabah motosikletle bir çocuk geldi yanımıza, yumurta getirmiş. Halil Amca yollamış. Biz yine mest, binlerce teşekkür. Artık mahcubiyetimiz giderek artıyordu.
Yola doğru çıktık, otostop çekmeye. 1 saat oldu, kimse durmuyordu. Halil Amca bize demişti “Kimse durmaz” diye ama dinlemedik. Sonra bir telefon; Halil Amca aradı, “n’aptınız?” dedik “Bekliyoruz, birazdan gideriz.” Derken yanımıza bir Şahin geldi, yine beyaz. Dedi ki “Ben Halil Amca’nın kardeşiyim, siz onların misafiriymişsiniz, burada kimse durmaz, sizi otogara götüreceğim, yoksa içimiz rahat etmez.” Biz de kırmak istemedik, bindik, yine binlerce teşekkürle indik.
İnsanlıktan umudunu yitirenlere…
Yurdum insanı Halil Amca’nın ışığını her yerde görmek dileğiyle…