26 Eylül 2021

"Kombi arızaları giderilir!" 

İbrahim Orhan'ın kameradan yaptığı destekle kimseyi çağırmadan sorunu çözmüş olmak ve daha sonra oluşabilecek böylesi sorunları aynı yöntemle halledebileceğimi düşünmek beni mutlu ediyor.

Epeydir gelemediğim evimdeyim. Akşam saatleri. Sıcak su gerekiyor, armatürü açıyorum. Bir türlü sıcak su gelmiyor. Balkona çıkıp çalışıyor mu diye kombiyi dinliyorum. Ses yok. Belki reset olur çalışmaya başlar diye bir kaç kez kombi şalterini açıp kapatıyorum. Bir ara hareketleniyor,  sonrasında yine duruyor. Su basıncının düşmüş olabileceğini tahmin ediyorum. Daha önceleri de başıma gelen bir durum bu. Bar ayarının tekrar yapılması gerekiyor. Kombiyi biraz daha kurcalıyor sonrasında cihaza bir zarar vermekten çekinip  "Yarın ola hayrola" diyerek diğer işlerime bakıyorum. 

Sabah oluyor, aklım kombide. Zira sıcak suya ihtiyacım var. Önce yakındaki bir esnaf arkadaşı eve çağırmayı ve telefonla kombi ustasından yardım almayı düşünüyorum. Sonra kararım değişiyor. "Ben deneyeyim, yapamazsam bir görenden yardım isterim."  Fikri zihnimde beliriyor. 

Kombi ustası İbrahim Orhan'ı WhatsApp'tan görüntülü arıyor, durumu izah ediyor ve kameradan cihazın ön yüzünü gösteriyorum.  O da "Evet, bar ayarı düşmüş" diyerek yapmam gerekenleri anlatıyor. Kombinin alt kısmındaki 4-5 yapraklı bir çiçeğe benzeyen bar ayar düğmesini bulmamı sağlıyor. Onun önerdiği gibi düğmeyi çeviriyor, aynı anda da kombinin bar derecesini gösteren ekrana kamerayı tutuyorum. "Tamam" diyor "Şu anda bir buçuk oldu. Düğmeyi artık kapatabilirsin.” Mutfak armatürünü açıyorum. Sıcak su akmaya başlamış. Balkondan da kombinin çalışma sesi geliyor, "merak etme, artık aktif durumdayım" der gibi...  

İbrahim Orhan'ın kameradan yaptığı destekle kimseyi çağırmadan sorunu çözmüş olmak ve daha sonra oluşabilecek böylesi sorunları aynı yöntemle halledebileceğimi düşünmek beni mutlu ediyor. Yalnız yaşayan total bir kör olarak bağımsızlığıma, performans dağarcığıma bir yeni pratik daha eklemiş oluyorum. 

Bağımsızlık mutluluk getiriyor. Bunu gayet iyi bilen ve yaşamlarında mücadelesini verip başarılı olan görme engelli arkadaşlar var. Onları kutluyorum. Fakat evinde bir gömleği dahi askısına asamayan, gardırop nedir bilmeyen, ayakkabısının bağcıklarını birilerine bağlatan, yeme, içme, gezme dolaşma manasında yaşamın her alanında kendisini yakınlarına emanet etmiş görme engellilerde var. Aslında bu görme engellilerin biçare ve talihsiz durumları ailelerinin neden olduğu bir sonuç. Küçük yaşlardan itibaren gözleri görmeyen çocuklarını bir koruma kalkanı içinde büyütüyorlar. Önlerine yemeklerini koyup giysilerini giydiriyorlar.  Ayakkabı bağcıklarını bağlıyorlar. Okula gidiyorsa kendileri götürüp getiriyorlar. Farkında olmaksızın ayrımcılık yaparak kör çocuklarının potansiyel bağımsızlıklarını buduyor, onların mutluluklarına engeller oluşturuyorlar. 

Peki çözüm nedir? Engelliler nasıl mutlu olabilirler. Anlatmaya çalıştığım üzere bizlerin mutluluk anahtarı; kendi kendine yeten bağımsız bireyler olarak yaşam serüvenine katılabilmek. Tabii bu da pek kolay değil. Ailelerin korumacılığı haricinde makro sorunlar söz konusu. Özel ve örgün eğitimde karşılaşılan zorluklar gibi. Ayrımcılıklara rağmen meslek sahibi olabilmek gibi. Fakat tüm sorunların çözümünde birincil şart; engellinin kendisini acz içinde hissetmeyip öz güven duyması. 

Sohbet ettiğim görme engelli çocuklarımıza, gençlerimize hep söyleyegeldiğim cümleler var; "Karşınızda duran kişilerin yüzlerine bakarak öz güvenle ve tane, tane konuşun. Omuzlarınız hep dik olsun. Edeceğiniz sözleri bildikten ve üslubunca konuştuktan sonra kimseden çekinmeyin. Yasal haklarınız olduğunu unutmayın. Yeri geldiğinde; ‘Ben imtiyaz değil hakkımı istiyorum’ diyebilme cesaretini gösterin. Mücadele ederseniz kazanırsınız."

Çocuklarımıza söz ettiğim bu profilin tohumları öncelikle aile ortamında atılıyor. Bu sebeple ebeveynler elden geldiğince engelli çocuklarının öz güven duygularını geliştirip onları bağımsız kişiler olarak yaşama hazırlamanın bilincinde olmalılar.

Yazarın Diğer Yazıları

Direnmek ve umut etmek

Mumla aydınlatılan o küçük mekânda bana acıyan vatandaşla şu an karşılaşsak acaba nasıl bir şaşkınlık yaşar ve bana neler söyler bilemiyorum. Fakat benim ona söyleyeceğim ilk sözler; "Umutsuzluk hastalıktır. Kördüm ama güzel günlerimin de olacağını umut ediyordum. Şiirler söyledim, zorluklara direndim, kendimi bırakmadım ve mutluluk sonradan geldi ve bugünlere ulaştım." olurdu düşüncesindeyim

Hakkı Baba'nın anısına saygıyla

Ben vefa duygusunu çok önemserim. Bu manada Hakkı Baba'yı, baba mizacıyla Atina Maraton sürecinde verdiği desteği unutmadım

Ölümcül maraton Kasumigaura

Alabildiğince zorlu, fizik kapasitemi hayli aşan o süreçleri nasıl göğüsleyebildim? Mantıksız inadımın kaynağında ne vardı?