Son yıllarda tüm dünyada popülizm dalgası, yabancı düşmanlığı ve düzen karşıtı hareketlerin yayılması ile bunların sosyal, kültürel ve siyasal alandaki ulusal ve uluslararası yansımalarını hep birlikte izliyoruz. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde Donald Trump’ın başkan seçilmesi ve Avrupa’da çok sayıda ülkede aşırı sağ partilerin yerel ve genel seçimlerde artan oy oranlarıyla siyasi alanda temsil edilmeye başlamalarıyla birlikte, durumun ciddiyeti siyaset bilimcilerce de yoğun şekilde sorgulanmaya başlandı.
Böylesi bir ortamda, ABD merkezli Freedom House’un iki hafta önce yayınladığı “Dünyada Özgürlükler 2018” raporunda, çeyrek asır önce Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ideolojik mücadelede zaferini ilan eden liberal demokrasilerin artık belirgin bir kriz içerisinde olduğunun altının çizilmesi tesadüf değildi. Nitekim, demokrasi denilince ilk akla gelen özgür ve adil seçimler, azınlık hakları, basın özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü gibi değerlerin son yıllarda saldırı altında olduğu ve dünya genelinde ciddi düşüşler yaşadığı bu son raporda da tescil ediliyor.
Söz konusu raporda Türkiye’nin karnesi de pek iyi durumda değil. Uzun süredir “kısmen özgür” ülkeler kategorisinde değerlendirilen Türkiye, ilk kez bu yıl “özgür olmayan” ülkeler kategorisine düşürülürken, bunun nedeni olarak süresi uzatılan olağanüstü hal, ifade özgürlüğü, hukukun üstünlüğü ile azınlık hakları konularında yaşanan sorunlar ve kanun hükmündeki kararnameler gösteriliyor. Türkiye’de sert şekilde tarafsız olmamakla suçlansa da, böylesi raporların özellikle uluslararası arenada ciddi bir karşılığının olduğunu unutmamak lazım.
Uluslararası alanda Türkiye bu şekilde resmedilirken, Kadir Has Üniversitesi Türkiye Çalışmaları Merkezi’nce 2011’den bu yana düzenli olarak gerçekleştirilen “Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması” Türk halkının bu konulara yaklaşımını ortaya koyan önemli bulgulara ulaşıyor.
11 Aralık 2017 ile 7 Ocak 2018 tarihleri arasında Türkiye genelini temsilen 26 ilde bin kişiyle yüz yüze görüşülerek gerçekleştirilen son araştırmaya göre, “Türkiye demokratik bir ülkedir” diyenlerin oranı 2016’ya göre yüzde 4’lük bir düşüşle yüzde 31’e gerilerken, “Türkiye’de demokrasi zayıflamaktadır” diyenlerin oranı 8 puanlık artışla yüzde 36,1’e yükseldi.
Türkiye’de siyasi bir boşluk olup olmadığı, yargının siyasallaşması ve siyasal kutuplaşma gibi dikkat çeken konu başlıklarında sorular soran araştırmaya göre, AK Parti seçmeni haricindeki halk yüzde 66 oranıyla Türkiye’de siyasi bir boşluk olduğu ve bunun da İYİ Parti tarafından doldurulabileceğini düşünüyor. Öte yandan, hem yargının siyasallaştığı (%50,6), hem de genel bir siyasi kutuplaşma olduğuna (%52,7) inanan kamuoyu, kutuplaşmanın ekseni olarak da yüzde 52 oranında dindar-laik ayrımını görüyor.
Son iki yılda hükümetin PKK ve FETÖ’yle mücadele performansını başarılı bulma oranlarındaki artışa paralel olarak, Türkiye’nin bölünme tehlikesi altında olduğunu düşünenlerin sayısı da ciddi bir düşüş eğilimi girmiş gözüküyor. 2015’te halkın yüzde 54,2’si Türkiye’yi bölünme tehlikesi altında görürken, bu oran 2016’da yüzde 37,5’a, bu yıl ise yüzde 28,8’e gerilemiş gözüküyor. Bir anlamda halkın devlete olan güvenindeki artışın yansıması olan bu durum, “kurumlara güven” oranlarındaki genel artışta da kendisini gösteriyor. Ancak bu güven artışının özellikle güvenlik kurumlarına yönelik olarak göze çarpması ve ilk defa yüzde 62,3 ile polis, yüzde 60,8 ile Jandarma ve yüzde 60 ile Ordu’nun ilk üçü paylaşması, ülkenin özellikle güvenlik-haklar dengesi açısından çok da olumlu olmayan bir noktaya evrilme potansiyeline işaret ediyor.
Benzer bir sonuç, Kürt sorunuyla ilgili olarak da kamuoyu nezdinde genel anlamda “çözüm süreci” başlıklı bir seçeneğin artık masada olmaması ve sadece yüzde 23,2’lik bir kesimin çözüm sürecinin yeniden başlaması istediğiyle son 3 yılın en düşük seviyesine ulaşmasında kendini gösteriyor. Hükümetin bu ve PKK ile mücadele konusundaki performansını başarılı bulanların oranındaki artış eğilimi devam ederken, terör ile mücadelede “askeri yöntemleri” en etkili bulanların oranı da son üç yılın en üst seviyesine (yüzde 38,5) çıkmış durumda. Öte yandan, en son Afrin operasyonu ile terörle mücadele alanını bir kere daha ülke sınırları dışına taşıyan hükümetin bu politikasının, halk tarafından yüzde 56,4 oranında desteklendiği de görülüyor. Kısaca, ülkenin iç ve dış siyasetindeki güvenlik öncelikli gündem halkın genelince de kabul edilmiş gözüküyor. Tüm bunların siyasi yansımalarını ise hep birlikte yaşayıp, göreceğiz.