30 Ağustos 2019

Kürtler bir arada yaşamak ve demokratik siyaset istiyor, duyuyor musunuz?  

Gitmeye hazırlanırken belki de aramızda en gerçek, en etkili soruyu soran Zerya Zin’in yazı yazdığı kağıdı bıraktığını görüyorum. Üzerine bir kelebek yani perperok resmi çizmiş. Kendime kendime konuşuyorum: Kelebekler özgürdür güzel kızım, kelebekler özgürdür...

Minicik bir evlat…6 ya da 7 yaşında. İki sandalye yanımda oturuyor ve sessizce konuşulanları dinliyor. Ona baktıkça kaç kuşak, kaç nesil acılarla yoğruldu diye düşünüyorum. Kürsüde kısa bir süre önce İçişleri Bakanlığı tarafından görevlerinden alınan üç HDP’li siyasetçi-belediye başkanı var. Ahmet Türk, Selçuk Mızraklı ve  Bedia Özgökçe Ertan… Biz gazeteciler ‘barış umudundan, kayyımlara’ pek çok soru soruyoruz. O da gazeteci babasının yanında bir yandan bir kağıda önce bir resim çiziyor sonra da bir yazı yazmaya başlıyor. Soru yanıtların arasında, sonlara doğru onun küçük parmağını havada görüyorum. Söz istiyor…Yumuşacık sesiyle yüzlerdeki gerginliği bir anlık da olsa gülümsemeye çeviriyor ama az sonra kendi adıma söylüyorum sorduğu beni bir utanca sürüklüyor:

Benim adım Zerya Zin, üç belediye başkanına bir soru sormak istiyorum. Çocuklar için ana dilinde kreş açtınız mı?

Zerya Zin bu soruya sorarken darbe sonrası Diyarbakır Cezaevi’nde Kürtçe yasağı nedeniyle anaların evlatlarıyla konuşamadığı şartlar geliyor aklıma. AKP döneminde başta dil, mücadeleyle elde edilen kimi hakların yeniden kaybediliyor olması. Oradaki en genç siyasetçi Bedia Özgökçe Van’da kayyımdan önce Perperok isimli Kürtçe’nin de konuşulduğu bir kreşi açtıklarını ancak kapatıldığını anlatıyor.  

Karşımdaki isimlerden biri Ahmet Türk… 46 yıldan beri aktif siyasette pek çok kez Meclis’te… 80 darbesi sonrası Diyarbakır’daki insanlık dışı şartların hüküm sürdüğü cezaevinde iki yıl önce Silivri’de…Ama ister Meclis’te ister hapiste her koşulda barışı savunmuş bir isim. Soruyorum: 1 Eylül dünya barış gününde çözüm için yeni bir süreç başlayabilir diye konuşulurken 12 gün evvel 19 Ağustos’ta kayyım operasyonu yapıldı. Neye bağlıyorsunuz olanı:

1973 yılından beri aktif siyasetin içindeyim. Barış konusunda, demokratik gelecek konusunda hiçbir zaman olumsuz olmadım. Bugün de çok sancılı bir sürecin içindeyiz. Demokrasiye inananlar ciddi ve ortak bir tavır ortaya koymalı. Silahla şiddetle hiçbir şeyin çözülmeyeceğini biliyorum.  Ortak aklı oluşturamazsak kutuplaşmanın başka bir yola girmesinden endişeliyiz. Bunu engelleyecek olanlar demokrasiye inanlar…

Ahmet Türk konuşmasının bir kesiminde önemli bir noktayı vurguluyor:

Geçmişte söylediklerimizin Türk halkı için pek bir değeri yoktu, bugün demokrasiye inananlar, demokratlar, vicdan sahipleri birlikte duruyoruz.

Türk’ün söylediklerinde haklılık payı var. Şekli ve vurgusu tartışılabilir ama CHP’li pek çok isim kayyım atamalarına karşı çıktı. Ali Şeker’den İlhan Cihaner’e Muharrem İnce’ye milletvekilleri bu illere gitti. Cumartesi günü Ekrem İmamoğlu Diyarbakır’a gidecek. Ahmet Türk CHP’ye şu çağrıyı yapıyor:

Adalet Yürüyüşü oldu, biz arabayla bir yerinde gittik karşıladık CHP Genel Başkanı’nı bir süre yürüdük. Şimdi onlara da her gün bölücülerle kolkola yürüdünüz diye saldırıyorlar. Buna yanıt bile vermek abestir. Ama CHP şunun farkına varmalı. Mesele Kürt meselesini aştı. Bu bir demokrasi meselesi. Sayın Kılıçdaroğlu’na şunu söylemek isterim. Son seçimlerde biz pek çok yerde CHP’ye değil demokrasiye oy verdik. Ve demokrasi için yanyana durmaya devam etmeliyiz.

Sözü Diyarbakır’ın görevden alınan başkanı Selçuk Mızraklı alıyor. ‘Kitabın ortasından konuşacağım’ diyor. Öyle de yapıyor:

Kötülüğün olağanlaşması, kötülüğün sıradanlaşması, kötülüğün toplumsallaşması. Biz adeta çok sıradan bir süreci yaşıyoruz. Türkiye’de yaklaşık 10 gün önce Anayasa’ya aykırı şekilde idarenin elindeki zehirli güçle hukukun elinde olması gereken bir tasarrufla siyasi gerekçelerle görevinden alınmalar yaşandı. Ülkenin büyük kısmında bu çok soğukkanlı karşıladı. Mızrak çuvala sığmıyor artık. Yapılan HDP’yi veya bir başka deyişle Kürt demokratik siyasetini alandan süpürme girişimidir.

Mızraklı bir tespitte bulunuyor bu noktada. Şöyle diyor:

Seçim öncesi demokrasi ile bir sonuca varılacağını söyledik. Ya yeniden kayyum atanırsa diyenlere demokrasiden bahsettik. Şimdi yalancı durumuna düştük. Ben topluma, gençlere şimdi ne diyeceğim? Bakın devlet bu kayyım kararıyla birlikte dağın yolunu açtı. Demokratik siyasete siz kapıları kapatırsanız sonu çok ağır olur. Kayyım protestoları sırasında Diyarbakır’da tek bir çakıl taşı atılmadı. O coğrafyada yüzlerce insan öldürüldü. Hangi birinin failinin ceza aldığını gördük.

HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç kısa bir süre önce görevden almaların olduğu bu üç ilde idi. Anlatıyor: 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’na çıkmak isteyenleri o bölgeye yaklaştırmamak  için polisin yaptıklarını düşünün. Bunun ilin tamamına yayıldığını. Milletvekillerinin bile biber gazından tazyikli suya her türlü saldırıya maruz kaldığı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir süre önce Meclis’in açılmasıyla birlikte HDP’li vekillerin dosyalarının gündeme alınıp vekilliklerinin düşürülebilme iması ile ilgili olarak da ‘biz demokrasi mücadelemizi sürdüreceğiz, bu tip tehditler de bizi yolumuzdan çeviremez’ diye konuştu.

Bu arada… AKP iktidarı son görevden almalarla ilgili bu illerin belediyelerinden Kandil’e para gönderilmesini de önemli bir gerekçe yaptı. Selçuk Mızraklı ‘bu iddiaya kargalar bile güler’ derken hem kendisi hem Ahmet Türk şunun altını çizdi: Bu üç belediyeden yapılan her işlem anında İçişleri Bakanlığı’nın bilgisayarlarında gözüküyor. Maaşlar Vakıflar Bankası’na yatıyor. Göreve geldiğimiz ilk günden beri belediyelerde müfettişler görevli olarak bulunuyor.

Bu noktada şunu söylemek gerekir. Bu üç belediyede 2 yıldır kayyım vardı. Gerek o zamana kadarki süreçte gerek el koymadan sonra Kandil’e aktarılan para iddiasıyla ilgili tek bir somut kanıt ortaya konmadı. Üç başkanın kendilerine her mecrada sorulan her soruya rahat yanıt verebilmelerini  iktidarın ise elindeki propaganda aygıtlarına rağmen iknada giderek zorlanmasını bir yere not etmek gerekir.   

Bu arada Diyarbakır Belediyesi’nde Selçuk Mızraklı görev yaptığı kısa sürede 70 milyon lirası belediyenin 30.5 milyon lirasi DASKİ’nin 100.5 milyon liralık borcunu da ödediklerini söylüyor. Ahmet Türk ise iktidar bakanları ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a verildiği iddia edilen pahalı hediyelerle ilgili şunları söylüyor:

Cumhurbaşkanı’na 136 bin liralık ne hediyesi verilir ki? Burada faturada isimde bir problem var. Hediyeler hep belediyedeki bir daire başkanının oğlunun dükkanından alınmış.  Ben bunu Sayın Erdoğan ile görüşmek için görevden alınmadan önce randevu istedim. Hatta özel kalem müdürü Hasan Bey ile de konuştum. Ama sonra yanıt gelmedi.  

Konuşulacak konu çok. Ama dışarıda bekleyen STK temsilcileri var. Bizden önce de yabancı gazetecilerle görüşmüşler. Salondan ayrılırken not defterime büyük harflerle kafamda kalan özeti yazıyorum: Kürtler demokratik siyaset, bir arada yaşamak ve dayanışmak istiyor.

Gitmeye hazırlanırken hemen yanımda belki de aramızda en gerçek, en etkili soruyu soran Zerya Zin’in yazı yazdığı kağıdı bıraktığını görüyorum. Üzerine bir kelebek yani perperok resmi çizmiş. Kendime kendime konuşuyorum: Kelebekler özgürdür güzel kızım, kelebekler özgürdür…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye’nin ‘eski Osmanlı havzasındaki’ hamleleri, Erdoğan iktidarının cami sembolizmi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Emevi Camii’nde namaz hedefi’ni en yakınındaki isimlerden MİT Başkanı İbrahim Kalın yerine getirdi. Üstelik Esad rejimini deviren HTŞ’nin lideri Colani’nin kullandığı araçta da yan koltukta fotoğraf verecekti. Camide namaz görüntüsü bu kez sınır dışında dünyanın yakından izlediği bir noktada gerçekleşmiş, ibadetten çok siyasi bir mesaj içermişti

Sığınmacılardan Kürt sorununa ve ekonomiye ‘yeni Suriye’ Erdoğan’a ne kazandırır?

Halkına eziyet eden bir diktatör Esad gitti. Yerine geçmişinde El Kaide ve El Nusra olan bir ismin liderlik ettiği örgütün ‘daha ılımlı görüntü veren’ bir ismi geldi. Bunun Türkiye açısından çok uzak olmayan bir vadede barındırdığı risklerle karşı karşıya kalınabilir. Ancak içeride ve kısmen dışarıda şu anda ve bir süre ‘söz-gündem üstünlüğü’ Erdoğan’a geçmiş gözüküyor

Kapitalizmin yıkıcılığı, otoriterizmin baskıcılığı altında “çekmediğim her acı için acı çekiyorum”

Nahif, gerçekten uzak bulunabilir ama ‘çekmediğim her acı için acı çekiyorum’ içselleştirilebilirse farklı bir dünyayı, memleketi konuşabiliriz

"
"