06 Şubat 2023

İyi Parti muhalefet seçmenini kutuplaştırdı, artık hem seçim hem de sonrası sıkıntıda

İyi Parti anahtar bir parti. Ancak muhalefet içinde bir kutuplaşma yarattığını görüyorum. İktidarla muhalefet arasında kutuplaşma, muhalefetle muhalefet arasında kutuplaşma, etnik-mezhepsel kutuplaşma… Bunları aşmak gerekiyor. Yoksa seçimi de sonrasını da kaybedeceğiz

Türkiye’nin kritik seçimlerine 97 gün kaldı. Bir yanda umuttan çok; tehdit-güvenlik algısını öne çıkaran, ülkenin geleceğinin büyük bir kaosa gireceğini bile bile ekonomide yanlış adımlar atan, yargı bağımsızlığını yok etmiş, kurumları darmadağan hale getirmiş, büyük emperyallerle kurduğu-bozduğu ilişkilerle, yeni-istekli ‘orta boy emperyal’ olarak dış politikada riskli adımlara yönelen iktidar var. Hemen her konuda durum kötü olunca, durumun ağırlığı altında her geçen gün daha fazla insan ezilince iktidar çok iyi bildiği, diğer seçimlerde de uyguladığı yönteme başvuruyor: Kutuplaştırma. Biz ve onlar… AKP-MHP siyasetçisi, seçmeni, ‘milliyetçi-muhafazakâr’, memleketi seven, fedakâr, çalışkan isimler… Geri kalan bu sayılanların tam tersi… Tutuyor mu bu yöntem? Giderek etkisini kaybetse de hâlâ ‘iş’ yapıyor. Anketlere göre Cumhur İttifakı bileşenlerinin yüzde 38-40 aralığında oyu var. Buradan bardağın dolu tarafına bakarak "iyi ya geriye yüzde 60-62 oranında bir kitle kalıyor, bu kitle beraber hareket ederse hem cumhurbaşkanlığı seçimini hem de Meclis çoğunluğunu kazanılabilir" diye düşünebilirsiniz. Ancak durum böyle değil.

Muhalefet çok parçalı. En büyük parça Millet İttifakı. Altı parti var içinde ama o da kendi içinde parçalı. Sosyal demokratlardan muhafazakârlara milliyetçilere… Emek ve Özgürlük İttifakı bir diğer parça. HDP’den TİP’e EMEP’e, Kürtler solcular, sosyalistler… İki ana omurga burası.

Ama bu iki yapının demokratik değerler konusunda ortak bir noktada buluşarak seçimde yan yana durması, en azından ortak adayda anlaşması mümkün olmadı. Buna pek umutlu olmasam da ‘şimdilik’ notunu ekleyeyim.

Tayyip Erdoğan ve birlikte hareket ettiği siyasetçiler aslında memleketi tam ortadan ikiye bölebilirdi. Bir yanda sekülerler-solcular-sosyal demokratlar öte yanda milliyetçi-muhafazakârlar. Ancak bu MHP’den kopan İyi Parti ile AKP’den kopan DEVA-Gelecek partilerinin, tüm vaatlere karşı iktidarın yanına gitmeyen Saadet Partisi’nin sayesinde mümkün olmadı. Anketlere göre az oy alanından çok oy alanına Millet İttifakı’ndaki tüm partilerin hem bu büyük bölünmenin önüne geçmesi hem de kendini milliyetçi-muhafazakâr olarak tanımlayan seçmen açısından gidecek başka bir yeri olması açısından önemliydi. Bu durum, birliktelik, uzun süre de böyle gitti ta ki aday konusu tartışılmaya, seçim kazanıldığı takdirde rol dağılımları konuşulmaya başlayıncaya kadar.

Bu süreçte tüm partilerin hatası oldu. Simgesel örnek ver derseniz; CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu’nun "Kılıçdaroğlu aday olmazsa masa dağılır"ını, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun "Cumhurbaşkanı imza yetkisini Altılı Masa liderleriyle paylaşacak" diyerek başlattığı tartışmayı sayabiliriz.

Gelelim bugün detaylı olarak tartışmak istediğim İyi Parti’ye… Partinin Genel Başkanı Meral Akşener ve yardımcıları istikrarlı şekilde iki konuda aldığı tavırla seçimlerin kaderiyle ilgili bir belirsizlik yarattı.

Birincisi HDP ile ilişkiler. İster seçim galibiyeti için olsun ister memleketin demokratik-barış içindeki geleceği, bu partiyle bir şekilde müzakere edilmesinin öneminin herkes farkında. HDP’nin mevcut eş başkanları da hapisten uzun süredir verdiği mesajlarla eski Eş Başkanı Demirtaş da her görüşten insanın rahatlıkla iletişim kuracağı bir ortamı yarattılar. Demirtaş’ın şu cümleleri çok konuşuldu: 

“Büyük değişime hazır olun. Kimseyi dışlamayın. Herkesin el ele, yan yana durması için uğraşın. Ortak paydamız demokratik cumhuriyettir, ortak evimiz Türkiye’dir, ortak devletimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir.”

Hem HDP’nin hem de Demirtaş’ın PKK’nın Mersin saldırısından sonra yaptıkları kınama, örgüt tarafından hedef alınmaları, şiddetle-silahla mesafeleri de kaydedilmeli.

İktidar bile kimi zaman (anayasa değişikliği konusunda ziyareti gibi) HDP ile ilişkiye geçerken, İyi Parti’nin mesafesi nedeniyle Millet İttifakı görüşmedi, aynı ittifak içinde olmasa da müzakere ile ortak aday konuşamadı. Akşener’in ‘AKP ile HDP arasına sıkışmış Kürt seçmeni’ (özellikle muhafazakâr) partisine çekebilme söylemi ise iktidarın bile çok gerisinde kalan cılız çıkışlarıyla ile sadece sözde kaldı. CHP’nin buradaki ‘perde arkasından temaslarla HDP’yi kaybetmeme hatta tutma’ politikası biliniyor. DEVA’nın, Gelecek ve Saadet’in buradaki duruşları, HDP ile ilişkileri daha açık ve net. Ama Millet İttifakı’ndaki tüm partiler İyi Parti’yi kaybetmemek için pasif duruşu benimsemiş durumda. Bu pasifizm öyle bir noktaya geldi ki ortak mutabakat metninde bırakın Kürt sorununun çözümünü 240 sayfada tek bir Kürt kelimesi geçmiyor. Parti yetkilileri dolaylı olarak çözüme kapı açacak maddeler var dese de bu Kürt seçmende karşılık bulmuyor.

İyi Parti’nin yöneticileri katıldıkları televizyon programlarında HDP’yi ağır cümlelerle eleştirmekten geri de durmuyorlar. Şimdi HDP’nin de içinde olduğu Emek ve Özgürlük İttifakı kendi adayını çıkartacak. Ortak aday süreciyle ilgili "yine de tam kapıyı kapatmadık" diyorlar.

İyi Parti’nin kutuplaşma alanı yarattığı başka bir konu ‘adaylık’ noktası. Aslında aynı tabana hitap eden (seküler-devletçi çizgi) ve aralarında oy geçişkenliği olan iki parti bir arada çalıştığı zaman iyi sonuç alıyor. 2019 yerel seçimleri bunun bir göstergesi. Ancak cumhurbaşkanlığı için aday konuşulmaya başlanmasıyla beraber İyi Parti tarafı Kemal Kılıçdaroğlu için ‘kazanamayacak aday’ vurgusu yapmaya başladı. Bir parti bu kadar kritik bir seçimde adaya itiraz edemez mi? Elbet edebilir. Ancak bunu kamuoyu önünde sık sık tekrarlarsanız, aslında farklı ittifaklarda-partilerde rastlanan duygusal kutuplaşmanın aynı ittifaktaki iki partinin seçmeni arasında yaşanmaya başlandığını görebilirsiniz. Özellikle sosyal medyada biraz dolaşanlar CHP seçmeninin-tabanının, İyi Parti’nin tutumuna sadece yöneticileri anlamında değil genel anlamda da itiraz etmeye başladığını görecektir.

İyi Parti lideri Meral Akşener hem Altılı Masa’da hem de baş başa görüştüğünde Kılıçdaroğlu’nun adaylığına itirazını söylememiş olduğuna dair bilgiler var. Eğer durum böyle ise genel başkan yardımcılarının ‘kazanacak aday vurgusunu sürdürmelerini’ hatta kiminin ‘mezhep konusunu bile hâlâ kaşımasını’ nereye koyacağız? Kılıçdaroğlu defalarca "Ankara ve İstanbul belediye başkanlarının bir dönem daha görevlerini yapmalarını istiyorum" demesine rağmen hâlâ isimlerinin İyi Parti tarafından gündemde tutulmasını nereye koyacağız? Akşener başbakanlık hedefini ortaya koyabiliyorken Kılıçdaroğlu’nun çoğu zaman pası Altılı Masa’ya da atsa cumhurbaşkanlığını gönlünden geçirmesinin-üstü kapalı da olsa dile getirmesinin önündeki engel ne olabilir ki?

Üstelik Kılıçdaroğlu’nu kazanamayacak diye lanse etmek sadece onu hedef almıyor. Aynı zamanda CHP’nin kurumsal kimliği de hedef alınmış oluyor. Bu da aynı ittifaktaki iki parti taraftarı arasında duygusal bir kutuplaşma yaratıyor. Kılıçdaroğlu aday olsa da olmasa da seçim sürecinde partililerin alandaki çalışmasını bile etkileyebilecek bir duruma dönüşebilir konu.

Meral Akşener ya da kimi partililer sıklıkla "eğer olmasalardı ne yerel seçimlerin kazanılabileceğini ne cumhurbaşkanlığı sürecinde bu kadar şanslı olunabileceğini" söylüyorlar. Kısmen haklılar. Kimi zaman da "bu çabanın fark edilmediğini" belirtiyorlar. Ben tam tersini düşünüyorum. İyi Parti’nin özel bir koruma altında olduğunu, adeta dikkatli bir hassasiyetle ‘pamuklara sarılı’ davranıldığını düşünüyorum.

Mesela toplum AKP’den koparak gelen DEVA ve Gelecek partililere özeleştirinizi verin baskısı yaptı-yapıyor. Haklı olarak; yanlış Suriye politikası oluşturulmasından Barış Akademisyenleri-KHK’lar konusuna, tek adam rejimine gidiş sürecindeki Anayasa referandumuna sessiz kalmaya her konuda hesap soruyorlar. Bu partiler, liderleri bu sorulara muhatap oluyor, bazen ikna olunan bazen olunmayan yanıtlar veriyor.

CHP’nin, Kılıçdaroğlu’nun helalleşme diye çıktığı yolculukta, zamanında partisinin askerle yakınlığından başörtüsü konusunda aldıkları tavrın yanlışlığına pek çok konuda özeleştirilere de şahit oluyoruz.

Aynı ittifak da olmasalar da benzer sözler HDP’den de Demirtaş’tan da geliyor.

Ama kimse Akşener’e, İyi Partililere MHP döneminde ya da daha öncesinde herhangi bir konuda özeleştiri yapmak isteyip istemediklerini sormuyor. Akşener için en çok kullanılan (haklı olarak) 28 Şubat paşalarına korkusuzca duruşu, evini basmaya gelenlere karşı verdiği mücadele… Partiyi-partilileri anlatırken de ‘metropollerde yaşayan, kentli, okumuş, bir arada yaşama kültürü olan yeni milliyetçiler’ diye tarif ediyorlar. Geçmiş hemen hiç konuşulmuyor. 

İyi Parti anahtar bir parti. Ancak muhalefet içinde bir kutuplaşma yarattığını görüyorum. Bunun da yanlış olduğunu düşünüyorum. Çünkü konu sadece kimin aday olacağı değil. Adaylık-seçim sürecinde ve esas sonrasında 2. yüzyıla giren cumhuriyette nasıl bir memlekette yaşanacağı. Bugünkü sorunların taşınmaya devam edeceği, sadece koltukların değişeceği, restorasyon adı altında geçici bir makyajla günün kurtarılacağı mı? Yoksa ortak geleceğimiz için hep beraber aynı masada oturup, toplumun geniş kesimlerinin de katılımıyla yeni bir hikâye yaratacağımız mı?

Bitirirken…

Türkiye’de milliyetçilik konusunda en çok yazan-düşünen isimlerden biri Tanıl Bora. (Kemal Can ile beraber. İkisinin yazdığı kitaplar hep referansım.) Onu en son Demokratik Cumhuriyet Konferansı’nda dinledim. Hilmi Ziya Ülken’den ve onun milliyetçiliğe bakışından bahsetti. Ülken’in 1933 yılında yazdığı ‘İnsani Vatanperverlik’ kitabına atıfla. Buraya onun cümleleriyle aynen aktarıyorum:

“Hilmi Ziya Ülken bilirsiniz cumhuriyet döneminin önemli düşünürlerinden biri. Onun 1933 yılında yazdığı bir kitap var. Adı “İnsani Vatanperverlik”. Şunu anlatıyor, isminden de çıkarabileceğimiz gibi vatanperverliğin, vatanseverliğin temel hedefi ortak insanlık ülküsüne varmaktır. İnsaniyete katkıda bulunmak, insaniyetin bir parçası olmaktır. Yurdu sevmek, vatan sevgisi sadece oraya giden bir basamaktır. Bunu tarif ediyor ve milliyet kavramının ruhunu, heyecanını, anlamını bulacağımız şeyin tarif, dil, geçmişteki kahramanlıklar, vatan değil vatandaşlık olduğunu söylüyor. Hatta vatandaş milliyeti kavramını kullanıyor. Milliyetin, milliyet kavramının üzerine inşa edileceği milli gururun üzerine inşa edileceği temel değer vatandaşlık onun için. Hangi millettensiniz? Vatandaş milliyetindenim cevabını savunan bir çerçeve ortaya koyuyor. Aslında bizim milliyetçilikten ayrıştırılabildiği oranda vatanseverlik, yurtseverlikten anlayacağımız şey de budur gerçekten. Herhangi bir etnik, kültürel, tarihsel herhangi bir öze dair bir şeyi yüceltmeden birlikte yaratılan ortak vatandaşlık değerini bilmek, ondan güç almak, onunla gururlanmak…”

Tanıl Bora’nın bu aktarımından sonra uzun uzun düşündüm. Birlikte ortak bir vatandaşlık değeri yaratabilecek miyiz? Bu soruyu başta İyi Partililer olmak üzere hepimiz detaylı düşünmeliyiz.

Benim yanıtım evet. Yaratabiliriz. Bunu sadece seçimleri kazanmak için de değil geleceğimizi kazanmak için yapmalıyız. İktidarla muhalefet arasında kutuplaşma, muhalefetle muhalefet arasında kutuplaşma, etnik-mezhepsel kutuplaşma… Bunları aşmak gerekiyor. Yoksa seçimi de sonrasını da kaybedeceğiz.

Yazarın Diğer Yazıları

Barışın yolu Edirne’den de geçiyor: Özgür Özel’in Demirtaş ve Meclis vurgusu, ‘ilk 100 yıldaki hatalar’ kritiği önemli

Yıllardır çözülmemiş sorunlar için farklı düşünceler ortaya konulması zor. Bunun için mücadele önemlidir. Özgür Özel’in Kürt sorunu, barış konusunda aldığı inisiyatif değerlidir. 2023 mayıs ayında aktif siyasetten çekildiğini açıklayan Demirtaş yeniden siyasete dönmüş oldu

Kürt sorunu çözümünde CHP ve Özgür Özel kritik önemde, seyreden mi aktif katkı sağlayan mı olacak?

Diğer partiler aşağı yukarı duruşunu belli etti. CHP ve Özgür Özel sürecin en önemli aktörlerinden biri olabilir. Ortaya koyacağı manifesto, süreçteki duruşu dikkatle izlenmeli

‘Devlet desteğinde-bilgisinde’ çözüm mü, Hakan Fidan yine devrede mi, hemen önemsizleştirilmeli mi?

MİT Başkanı iken çözüm sürecinin en önemli aktörlerinden olan Hakan Fidan’ın şu anda Dışişleri Bakanı olmasının, bu ülkelerdeki zemini-gelişmeleri, elbette içinde bulunulan coğrafyayı takip ediyor oluşunun bir katkısı var mıdır? 

"
"