Gazeteciler… Demokrasinin olmadığı, rafa kalktığı yıllarda; hakim karşısında, cezaevi voltasında, işkence tezgâhında…
Ziverbey Köşkü’nde Silivri Cezaevi’nde Kandıra’da Diyarbakır’da…
Değişik iddia ve ithamlarla ‘hedefe konarak’, yıldırmaya, bastırmaya uğraşarak iktidarların hedefinde…
Çağlayan Adliyesi sabah saatleri…
Dejavu…
Meslektaşlarını desteklemeye gelmiş gazeteciler, meslek örgütleri, milletvekilleri, hak savunucuları, tutukluların aileleri…
Polisler, bariyerler, aramalar, salona giriş çıkış sorunları…
Değişen bir şey yok…
Esas değişmeyen yargı tabi…
2011 yılında Ahmet Şık’tan Doğan Yurdakul’a Barışlar’dan Soner Yalçın’a…
İddialar, yargılama şekilleri önce sosyal medya ardından yandaş medya linçi/hedef göstermesi ne ise…
2020’de aynı durum…
O günler iktidarın ‘ortağı’ o günkü söylemle ‘cemaat’ bugünkü söylemle ‘FETÖ’ yargıda hakim…
Haberlerin, gazetecilerin peşine düşüyorlar…
Bir de bir kitabın…
’İmamın Ordusu’…
Evlerde, gazete bürolarında kitabın kopyası aranıyor…
O günler iktidarın etkin isimleri ‘kitabın bombadan tehlikeli olduğunu’ söylüyorlar..
Uzun süre tutuklu yargılanıyorlar…
Yıllar sonra beraat geliyor..
Bugün AKP’nin yargısı…
Cumhuriyet’ten Sözcü’ye Birgün’den Evrensel’e iktidarın yanında durmadığını düşündüğü medya kuruluşlarına ve burada çalışan gazetecilere dava yağdırıyor…
Son dönemde…
Farklı siyasi görüşlerden farklı yayın organlarından gazeteciler…
Oda TV’den Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Hülya Kılınç…
Yeni Çağ’dan Murat Ağırel…
Yeni Yaşam’dan Ferhat Çelik, Aydın Keser…
MİT Kanunu’nun 27. Maddesi ile, TCK’nın 329. Maddesi’nden 7 yıldan 18 yıla kadar hapis istemiyle yargılanıyor…
Ne pandemi dinliyor ‘yargı’ ne ‘daha önce Cumhurbaşkanı da İyi Parti milletvekili de açıklamıştı’ tanıyor…
İki değerli hukukçunun Yaman Akdeniz ve Kerem Altıparmak’ın mahkemeye sunulan uzman görüşleri gazetecilerin haberlerinin, ‘ifade özgürlüğü alanındaki ulusal ve uluslararası hukuk standartlarına uygun olduğunu’ belirtiyor…
Kapıda bu ‘tezgahlardan’ geçmiş iki gazeteci kökenli milletvekili ile karşılaşıyorum.
Tuncay Özkan ve Ahmet Şık…
Dayanışma için gelmişler…
Utku Çakırözer, Onursal Adıgüzel, Hüda Kaya, Erkan Baş, Oya Ersoy, Sera Kadıgil, Aylin Nazlıaka’yı da görüyorum.
Hak davalarını sıkı izleyen milletvekilleri…
Özgür Özel de orada... Hiç durmadan Meclis’te, alanda çalışan bir isim.
Bir ara omzuma bir el dokunuyor: Nasılsın Murat?
Barış Pehlivan’ın babası…
Görmeyeli 9 yıl olmuş…
Evladını değil beni, davamı soruyor…
Cebinden telefonunu çıkarıp Barış’ın evladının fotoğrafını gösteriyor.
"Gözleri aynı size benziyor, dedesi gibi masmavi" diyorum.
Yüzünde önce kocaman bir gülümseme sonra hüzün "Babasını çok özledi, 2,5 yaşında babasını yurtdışında görevde sanıyor" diyor…
Ne kadar çok anne, dede, toruna ‘bu gerekçeyi’ gösterdi.
Biraz ileride Barış Terkoğlu’nun eşi Özge…
Hep dimdik…
Sohbet ediyoruz…
Biraz ileride başka bir anne, baba…
Murat Ağırel’inki imiş.
Savunmasını yapıyor "Girin isterseniz" diyorlar…
"Bizi görürse heyacanlanır evladımız, bitsin öyle girelim" diyorlar…
Adana’dan gelmişler…
İçeriye 12 kişinin alınmasına izin verilmiş.
Pandemi önlemi…
Heyet ve avukatlar hariç 12 kişi…
6 aileden, 6 gazeteci…
Ben ‘hak yememek’ için girmiyorum.
Sadece bir kez kapıdan içeri girebiliyorum, gazetecilerin teker teker yüzlerin bakıp çıkıyorum.
İyi görünüyorlar, haklılığın getirdiği bir iyilik bu…
Mahkeme sürerken mahkeme başkanının gürültü yapıldığını söyleyerek salonun önündeki koridoru boşaltma isteğiyle Adliye’den ayrılıyorum.
Bu akşam ‘tahliye’ olmalarını umuyorum…
Fazla iyi niyetli bir tahmin-umut diyebilirsiniz…
Umut etmekten, hukuku talep etmekten, dayanışmaktan geri durmamak gerekiyor…