24 Mayıs 2023

14 Mayıs seçiminin ekonomi politiği ve esnaf

Esnaf bugün o kadar mutsuz değil. Esnaf zannedildiği kadar mutsuz olsaydı, Türkiye'de tarihsel olarak kendi çıkarlarını gerçekleştiremediği anlarda verdiği kolektif tepkinin aynısını ya da benzerini son bir senedir görebilirdik ama görmedik

2023 seçimlerinin ikinci turuna doğru yaklaşırken muhalefet bloğunun yanılgısının süregelen ekonomik kriz koşullarında beklenen ama "şaşırtıcı bir biçimde" gelmeyen galibiyetle açıklandığını görüyoruz. İlk tur seçim sürecinde muhalefet bloğunun siyasi söylemlerinin de bir parçası olarak, ekonomik gidişattaki bozulmanın ve artan yaşam maliyetinin doğrudan seçim sonuçlarını muhalif kesim lehine değiştireceği varsayıldı. Ancak ekonomik krizin her toplumsal kesim tarafından aynı şekilde deneyimlenmediği ve insanların gelecek kurgusunda ortak bir moment yaratmadığı unutuldu. Tıpkı iktisatçı Ümit Akçay'ın sosyal medya üzerinden "boş tencere iktidarı neden götürmüyor" sorusuna ilişkin analizine referansla, Türkiye'de uzunca bir süredir ekonomik krizden ziyade bir bölüşüm krizi içerisinde olduğumuz aşikâr. 2018 kur krizi koşullarında dışa bağımlılığı yüksek bir sektörde esnaf üzerine yapmış olduğum doktora çalışmam, bu analizi destekliyor. Merak edenler "Ekmek, Dükkan, Devlet: Türkiye'de Esnaf" (İletişim, 2022) isimli kitabımı okuyabilirler. 2023 seçimlerine ilişkin tespit ve öngörülerimin son 3 senedir yapmış olduğum farklı çalışmalar ve görüşmeler üzerinden de şekillendiğini söylemeliyim. Bu yazıda da 14 Mayıs seçiminde esnafın iktidar bloğuna desteğinin sürme ihtimalleri ve bu ihtimallerin oluştuğu maddi koşullar üzerine düşüncelerimi aktarmak istiyorum.

Tarih her zaman tekerrür eder mi?

Elbette Türkiye'de ekonomik krizlerin hükümet değişimleriyle sonuçlandığı belli tarihsel dönemler olmuştu. Ancak iktisadi krizlerin siyasal alanı şekillendirmesi her özgün tarihsel koşulda beklenen yönde olmadı. Evet, AKP'nin de iktidara gelişi 1999 depremi ve 2001 krizi sonrasında olmuştu. Hatta o dönem esnafın sembolikleşmiş "yazar kasa eylemini" hatırlarsınız… Haliyle, aile fertleriyle beraber Türkiye'de önemli bir seçmen kitlesini oluşturan esnafın oy tercihinin AKP'nin 2002 seçimlerindeki galibiyetinin belirleyici sebeplerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. Ancak tarih her zaman tekerrür eder mi? Enflasyonist koşullarda gerçekleşen 14 Mayıs seçiminin gösterdiği şey şu ki, güvencesiz ve değişken piyasa koşulları esnafın oy tercihini - iktidar aleyhine - o kadar da etkilenmemiş… Peki ama neden?

Piyasa güvencesizliği esnaf tarafında ortak deneyimlemiyor

Birincisi, Türkiye'de esnaf, "basit bir tekdüzelikten ziyade zoraki çeşitlilik" arzeden, yani kendi içerisinde eşitsizlikler, ayrımlar, katmanlar barındıran bir sermaye kategorisi. Tıpkı Türkiye'de sermaye dediğimizde ya da İstanbul sermayesi, Yeşil sermaye dediğimizde tutarlı bir tekillikten bahsedemediğimiz gibi… Hâl böyle olunca da farklı maddi çıkarlara ve farklı dünya görüşlerine sahip bir kesimle karşı karşıyayız. Benim gözlemim o ki, Türkiye'nin son 20 yıldır yaşadığı ekonomik dönüşümün (ve bunun olası kazançlarını ve zararlarını) zaten esnaf farkında, bunu deneyimliyor. Hangi esnafla konuşsanız benzer şeyleri söyler size. Artan dışa bağımlılık, e-ticaretin yaygınlaşması, hizmet ve ticaret sektöründeki yapısal dönüşüm gibi bir dizi unsur bugün esnafın görece yoksullaşma koşullarını arttırmış durumda. Ancak önemli bir nokta var; ister sermayenin merkezileşme ve yoğunlaşma süreci ve akabinde getirdiği rekabet, yoksullaşma, mülksüzleşme koşulları, ister enflasyonist koşullar ve günden güne perçinlenen piyasa güvencesizliği esnaf tarafında ortak deneyimlemiyor.

Neden diyeceksiniz?

Çünkü Türkiye'de birikim koşulları büyük ölçüde tıkanmış gibi gözükse de, hatta orta-uzun vadede sürdürülemez hale gelmiş olsa, büyüme sürdükçe esnafın sınıfsal konumunu yeniden üretmesini mümkün kılan koşullar eşitsiz ve farklı da olsa bir şekilde devam ediyor.

Göz ardı edilmemesi gereken ikinci nokta; AKP döneminde piyasanın ideolojik yeniden yapılandırılması aracılığı ile mevcut ittifakların son dönemdeki konsolidasyonu…. İktidar partisinin bu seçimden yaklaşık 7 ay önce (Ekim-Kasım ayları) esnafın ve tüccarın meslek odalarındaki seçim sürecini - elbette belli imtiyazlar karşılığında - kendi lehine örgütleyebilme kapasitesi ve büyük ölçüde başarısı çok belirleyici. 2018 itibariyle ancak ekseriyetle 2020'deki Pandemi sonrasında uygulanan ihracata dayalı büyüme modelinin gerek büyük ölçekli gerek orta ve küçük ölçekli ticaret ve imalat sermayesine bir dizi fırsat sağlamış olmasından dolayı Türkiye'nin hemen her bölgesindeki esnaf ve ticaret oda seçimlerinde iktidar partisinin söylem ve pratiklerini devam ettireceği düşünülen adayların galibiyetinin oldukça önemli olduğu kanaatindeyim. Esnafın da üye olduğu İstanbul Ticaret Odası'nın Kasım 2022'deki seçim sürecini hatırlayalım. Ya da İstanbul Taksici Esnaf Odasının…

Benzer bir analizin, Erdoğan'ın oy kaybedeceği inanılan deprem bölgesi özelinde yapmak mümkün. KOBİ'lerin ve esnafın ağırlıklı bulunduğu bu bölgeler aynı zamanda işsizlik oranlarının yüksek seyrettiği illerden oluşuyor. Bölgedeki mevcut iş gücünün düşük nitelik gerektiren işlerde yoğunlaştığı düşünülürse, istihdamın ve piyasa koşullarının sürekliliğini sağlamak adına orta ve küçük ölçekli sermayeye verilen desteklerin başta bölgedeki imar faaliyetlerini üstenen belli inşaat firmalarına ve bölgenin ekonomik gelişmesinde önemli rol oynayan imalat sektörüne belli avantajlar sağladığı ve sağlayacağı çok açık. Unutmamak gerekir ki, büyük ve orta sermayenin palazlandığı her koşul, aynı zamanda esnafın alt sözleşmeler (bayilik, taşeronluk, vb. ) aracılığı ile küçük ölçekli sermayesini yeniden üretmesini mümkün kılan bir fırsattır.

İşte, muhalefet bloğunun ihracata dayalı büyüme modeli çerçevesinde yüksek kur politikasının büyük ölçekli sermayenin çıkarlarına, düşük faiz politikasının küçük ve orta ölçekli sermayeye hitap ettiğini ve aslında tutarsız gibi gözüken iktidarın ekonomi politikalarının sermaye içindeki çelişkileri yönetmek adına önemli olduğunu görmesi gerekiyordu. Örneğin, 2018 kur krizi sonrasında esnaf hükümetin yüksek faiz politikasını eleştiriyordu, hatta esnafın ekonomi yönetiminden "damat gitsin" demesinin en önemli sebebi buydu. Üretim sürecinin durması ve işsizliğin artması riski karşısında esnafın da içinde bulunduğu sermaye bileşenlerinin çıkarlarını dengeleyebilmek adına AKP'nin İslam Hukuku kılıfıyla meşrulaştırmaya çalıştığı düşük faiz politikası, işte esnafın rızasını yeniden üretmek açısından önemliydi. Benzer şekilde son dönemde yapılan üretim odaklı yatırımların önce bölgesel sonra ülke çapında istihdam ve büyüme yaratacağı vaadinin esnafın "sevgiden" daha çok karnını doyuracağı bir gerçek. Sokak sokak dolaştırılan TOGG'ların, savaş gemilerinin, Bor karbür tesisinin esnafın tahayyülünde yarattığı, yerli ve milli üretim algısı küçümsenmemeli…

Muhafazakâr dünya görüşünün yeniden üretildiği en önemli toplumsal kesim esnaf

Üçüncü bir nokta; bugün Türkiye'de iktidar bloğunun taşıyıcısı olduğu milliyetçi muhafazakâr dünya görüşünün yeniden üretildiği en önemli toplumsal kesim esnaf. Neden? Esnafın bu ideolojik angajmanını, iktidar bloğunun ideolojik üstünlüğü şeklinde tanımlanabilecek hegemonyasının kurumsallaşmış ahlakı ve gelenekleri sistematik olarak yeniden üretebilme kapasitesi üzerinde açıklayabiliriz. Ancak esnafın bu rıza mekanizmasının esnafın çıkarlarını gerçekleştirebileceği maddi koşullardan bağımsız olmadığı gerçeğini unutmamak gerekir.

Anlayacağız, esnaf bugün o kadar mutsuz değil. Tüccar bugün o kadar mutsuz değil. Son 1 senenin TÜİK verilerine referansla, enflasyon artış oranlarına rağmen tüketim kaynaklı iç talebin oldukça canlı olduğu, perakende satışların hız kesmeden sürdüğü, tüketici güveninin arttığı, üstelik esnafın borçlanma oranları artmış olmasına rağmen enflasyonist bir ortamda ucuz kredilerin geri ödemelerinin nisbi olarak azaldığı söylenebilir. Esnaf zannedildiği kadar mutsuz olsaydı, Türkiye'de tarihsel olarak kendi çıkarlarını gerçekleştiremediği anlarda verdiği kolektif tepkinin aynısını ya da benzerini son bir senedir görebilirdik ama görmedik. Halbuki pandemi sürecinde Türkiye'nin farklı bölgelerinde mağduriyeti artan esnafın belki kitlesel ölçekte olmasa da "öfkeli" ve organize sınıfsal tepkisiyle karşılaşmıştık. Hatta esnaf ne rekabet piyasasındaki rant mekanizmasından ne de piyasa kaynakları (teşvikler, ihaleler) üzerindeki devlet müdahalesinden hoşnutsuz. Dolayısıyla insan düşünmeden edemiyor; belki de esnafın kendi çıkarlarını gerçekleştirmesi için ihtiyaç duyduğu şey, Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu'un söyleminin aksine "liyakatın" yokluğudur.

Yazıyı bitirmeden belirtmek isterim; elbette bu bölüşüm krizi oy oranlarına hiç yansımadı diye bir durum söz konusu değil. Bunu süregelen krizin yarattığı enflasyonist ortamın seçimlere etkisini AKP'nin parlamento temsiliyetinin azalması üzerinden görebiliriz. Çalışmama dayanarak, piyasa kaynaklarının eşit dağıtılmadığını düşünen ve bundan dolayı ticari kayıplar yaşayan esnafın da benzer şekilde AKP aleyhine oy kullandığını varsayabiliriz. Ancak hatırlayalım, "benim esnafım işini bilir", "esnaf gerektiğinde askerdir, alperendir", "güçlü esnaf, güçlü Türkiye" gibi söylemlerle Erdoğan'ın yarattığı "hayali esnafın" karşısına muhalefet bloğunun, özellikle de Millet İttifakı'nın, 1970'lerde ilk kez Demirel'in - biraz da alaycı bir ifadeyle - dile getirdiği Esnaf Bakanlığı gibi bir vaatle çıkmasının pek gerçekçi bir yanı yok. Bana sorarsanız, Erdoğan'ın bilerek "homojenleştirdiği" ve iktidar bloğunun önemli bir bileşeni yaptığı esnafın ne denli heterojen bir kitle olduğunu ve bu ölçüde de farklı çıkarlara sahip olabileceğini gözden kaçırıldı. Halbuki, esnafın farklı deneyim ve çıkarlarının uzlaşmaz olduğunu, ancak dengelenebileceği göz önüne alınabilirdi. Esnaf özelindeki çelişkiler ve eşitsizlikler göz önüne serilerek farklı sektörlerin ihtiyaçları doğrultusunda esnafa yönelik daha çeşitli politikalar üretilebilirdi.

Elbette başka birçok şey söylenebilir, ancak özetle 14 Mayıs'a giden yolda muhalefet bloğunun esnafın içerisindeki çelişkileri farkında olarak, bu çelişkileri yönetebilecek bir ekonomi politikası ortaya koyamadığını belirtmem gerekiyor. Bu analizin 28 Mayıs'a giden süreçte muhalefet bloğunun üzerine düşünmesi ve dikkate alması gereken önemli bir konu olduğunu düşünüyorum.

Müge Neda Altınoklu kimdir?

2012 senesinde Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nden mezun oldu.

2013’te Paris’te École des Hautes Études en Sciences Sociales’te (EHESS) Dominique Marchetti danışmanlığında gazetecilik sosyolojisi alanında yazmış olduğu tezle yüksek lisans derecesini tamamladı.

2021 senesinde İstanbul Bilgi Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nden doktora derecesini aldı. Cemil Boyraz danışmanlığında “Reproduction Conditions of Small Tradesmen in Turkey: The Case of Perşembe Pazarı” başlıklı doktora tezi, aynı sene Türk Sosyal Bilimler Derneği Genç Sosyal Bilimler Doktora Tezi Mansiyon Ödülü’ne layık görüldü.

2017’den itibaren Maltepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde çalışmaktadır.

Çalışma ve ilgi alanları sosyal teori, siyaset teorisi, politik ekonomi, devlet-toplum ilişkileri alanlarını içerir.

"
"