20 Mart 2020

Test kitlerini ABD’ye vermişler!

Memlekette test yapan merkez sayısı az, çünkü zaten elde yeterli kit yok. Ama biz bu salgın ortamında ABD’ye 500 bin test kiti "vermişiz."

Sağlık Bakanı dün Meclis’teki özel oturumda milletvekillerini bilgilendirdi.

Biliyorsunuz Dünya Sağlık Örgütü, bu salgın ile mücadelede en önemli şeyin mümkün olduğunca çok test yapılarak, virüse yakalanmış olanların tecrit ve tedavisi olduğunu açıklamıştı.

Sağlık Bakanı dün açıkladı ki testler 18 merkezde yapılabiliyor.

Bakan laboratuvar sayısının yakında 25 ilde 36’ya çıkacağını "müjdeliyor."

Bu bir müjde midir yoksa bir aczin ifadesi midir, siz karar verin.

Milyar dolarlık şehir hastaneleri yapabilen bir ülke, bütün şehirlerinde test yapamıyor!

Belli ki "test kiti" konusunda da sorun var.

Bakanlığın salgın nedeniyle oluşturduğu Bilim Kurulu’nun üyesi Prof. Dr. Alpay Azap, geçtiğimiz hafta sonunda Hürriyet’te yayımlanan röportajında şunu söylüyordu:

"Geçen haftaya kadar Türkiye’de hastalık görülmediği için primerleri yurt dışına satıyorduk. Ancak geçen haftadan itibaren vaka görüldüğü için artık göndermiyoruz. Türkiye’deki üretimin haftalık 2 bin primer hazırlama kapasitesi var. Ancak test sayılarını artırmaya çalışıyoruz."

Ve şimdi de Sağlık Bakanı’nın dün söylediği şu sözleri dikkatle okuyalım:

"Kendi tanı kitimizi geliştirdik. Amerika'ya 500 bin kit verdik. 7’si İstanbul'da olmak zere farklı illerimizde bugün itibariyle 18 laboratuvarda analiz yapıldığını söylemiştim, yakında bütün büyük şehirlerde test yapabilir olacağız. Yarın hızlı tanı kiti devreye girmiş olacak."

"Nasıl yani" diye kendi kendinize sorduğunuzu duyar gibiyim.

Memlekette test yapan merkez sayısı az, çünkü zaten elde yeterli kit yok. Ama biz bu salgın ortamında ABD’ye 500 bin test kiti "vermişiz."

Niye?

Bilim Kurulu üyesinin söylediğine göre "bizde hastalık görülmediği için"!

Peki "bizde hastalık görülmesi" herkes için bir sürpriz mi oldu?

Bu zaten beklenen bir şey değil miydi?

Koronavirüs'ten önceki SARS ve MERS salgınları herkese öğretmişti ki mümkün olduğunca çok test yapmak, testi pozitif çıkanları toplumdan tecrit etmek, bu salgınlarla mücadelede en etkili yöntem.

Nitekim Güney Kore, Singapur, Hong Kong örnekleri bu tezin doğruluğunu son salgında da bir kez daha gösterdi.

O halde hangi akıl Türkiye’de üretilen 500 bin test kitinin ABD’ye satılmasına göz yumdu?

Dün sorduğum soruyu bir daha sorayım:

Türkiye’de hükümetin bu salgını en az kayıpla atlatabilmek için yapabileceklerinin hepsini yaptığından, "bakanın çok iyi çalıştığından" hala emin misiniz?

* * *

Çalışan kesimlerin gözü açılır mı?

Koronavirüs salgınının dünyanın geleceğini şekillendirecek önemde gelişmelerin başlangıç olacağı ile ilgili yorumlar okuyorum.

Kapitalizm nasıl ki zaman içinde, belli tarihsel ve toplumsal koşulların bir araya gelmesiyle ortaya çıktıysa, yerine geçecek olan yenisi de zaman içinde koşulların olgunlaşmasıyla ortaya çıkacaktır.

Bu salgın belki bu yoldaki kilometre taşlarından birisi olabilir. Belki de olmaz. Bunu bugünden öngörebilmek biraz da falcılık sayılır.

Ama şunu söyleyebilirim: Bu salgın, iktidardaki kadronun gerçek yüzünü emeğiyle yaşamak zorunda olanlara göstermiş olabilir.

Cumhurbaşkanı’nın salgın nedeniyle "ekonomik tedbir" diye açıkladıklarına bakarsanız, imam hatipli, düz liseli ayrımı yapmadığını göreceksiniz. Tıpkı baş örtülü – başı açık ayrımı yapmadığı gibi. Tıpkı inançlı – inançsız ayrımı yapmadığı gibi.

O ayrımlar seçim vakti lazım oluyor ona. Refahı, toplumun bütününe paylaştırmaya sıra gelince değil.

Bu kriz nedeniyle hangi kesimler arasında ayırım yaptığı belli: Zenginler bir yana, fakirler diğer yana!

Zenginleri seviyor, onlara kısıtlı da olsa bazı imkanlar sağlıyor, fakirlere kolonya ve maske düşüyor.

İçişleri Bakanlığı dün açıkladı: 149 bin 382 işyeri, hükümetin aldığı kararla kapandı.

Neresinden baksanız 500 binden fazla insan işsiz kaldı. Buralarda çalışanların çoğu bahşişler ile geçiniyordu. Şimdi bahşiş de yok, asgari ücreti geçmeyen maaşları da!

Bunun dışında, karantina endişesi nedeniyle kaç işyerinin kapandığını bilmiyoruz. Özellikle perakende sektöründe çok işyeri gönüllü olarak kapandı.

Oralarda kaç kişi çalışıyordu, maaşlarını daha ne kadar almaya devam edebilecekler, bilmiyoruz.

Gündelik çalışanlar var. Ev işçileri, taksi şoförleri, grafikerler, fotoğrafçılar, inşaat işçileri, oto tamircileri, tur rehberleri ve daha birçok meslek grubundan gündelik çalışanlar. Onlar da işsiz kaldı.

İhracata yönelik çalışan fabrikalar var. Tekstilden tutun, otomotiv ve yan sanayine kadar. Ürettikleri mal ellerinde kaldı, bir daha eski kapasitede üretime ne zaman başlayacakları belirsiz. Bugün yarın işçilerini ücretsiz izne çıkarmak zorunda kalacaklar.

Bu işsiz kitlenin azalan tüketiminin işsiz bırakacağı başka sektörlerin çalışanlarını da ekleyin.

Ekonomik pakette, işçiyi, köylüyü korumaya yönelik bir önlem gördünüz mü?

Kim bilir, belki bütün bu kesimler de aslında çıkarlarının ortak olduğunu bu salgın sayesinde görmüş olacaklar.

Şimdi diyeceksiniz ki, "çalışan kesimler bunu görseler ne işe yarayacak? Onlara ciddi bir alternatif program sunan mı var?"

Ben de diyeceğim ki haklısınız!

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"