09 Eylül 2019

"Recep Tayyip Erdoğan" olmanın dayanılmaz hafifliği

Yönetme sorumluluğunuz altındaki bir ülkede gerçekleşen olumsuzluklardan başkalarını sorumlu tutmaktan vazgeçin

Sanırım dünyanın en rahat işi "Recep Tayyip Erdoğan" olmak.

Bir kere böyle olunca her hangi bir sorunun ne müsebbibi oluyorsun ne de o sorunu çözmek ile ilgili bir yükümlülüğün oluyor.

Sonra o gün ne tarafından kalktıysan, öyle davranabiliyorsun.

Bugün "ak" dediğin yarın "kara" olabiliyor, öbür gün yeniden "ak" deme olasılığın da çok yüksek, sonraki gün tamamen bunlardan vazgeçip "al" da diyebilirsin.

Biliyorsunuz memleketimizin PKK diye bir sorunu var.

Bunun ortaya çıkma nedeni elbette Recep Tayyip Erdoğan değil.

Ama Recep Tayyip Erdoğan bu memleketi 17 senedir aralıksız tek başına yönetiyor, sorunu çözmek onun görevi.

Bu süre zarfında PKK, kah karşılıklı mesajlar gönderilebilen bir örgüt oldu, kah bütün kötülüklerin anası. Kah askerine polisine "sakın bunlara dokunmayın" diye emir verdi, sonra bir de baktık örgütle alakası olmayan insanlar "sen onun propagandasını yaptın" diye hedefe konuluyor.

MİT Müsteşarına emir verdi, yabancı bir devletin arabuluculuğuyla bu örgütün yöneticileriyle toplantılar da yaptı.

Bu ortaya çıkınca "ispat edemeyen şerefsizdir" dedi, üç gün sonra çıkıp "hükümet görüşmedi, devlet görüştü" dedi, sonradan emri bizzat kendisinin verdiğini de öğrendik.

Cumartesi Anneleri var, "beyaz Toros günlerinde", hukuksuz – yargısız olarak ortadan yok edilen çocuklarını arayan anneler.

1995'ten beri çocuklarını arayan, "hiç olmazsa bir mezar taşları olsun" diye ağlaşan acılı kadınlar.

2011 yılında Recep Tayyip Erdoğan tarafından Dolmabahçe'de kabul edildiler. İki saat süreyle dertlerini Erdoğan'a anlattılar.

Erdoğan, bu Cumartesi Anneleri için önce "ne iş yaptıklarını bilmiyorum, Cumartesi Anneleri birileri tarafından kullanılıyor" demişti. Bu toplantıda böyle bir şey söylemediğini söyledi. Sonra vazgeçti, "sözlerim yanlış anlaşıldı" dedi.

Hangisi doğruydu, bilemedik. Sözlerinin yanlış anlaşılması mı, böyle bir şey söylememiş olması mı?

Sonra kendisine hakaret eden bir adamı bakan yaptı, o da acılı kadınları polisine coplattı, biber gazı attırdı.

Dün de sözü yine onlara getirdi.

"Cumartesi anneleri için oraya gidip gelen sanatçılar vesaireler Diyarbakır'da çocukları dağa kaçırılan hanımların yanına niye gitmiyor" dedi.

Kendisi Türkiye Cumhuriyeti'nin en tepe yöneticisi.

Bu ülkede "Fırat'ın kıyısında bir kuzu kaybolsa" hesap sorulması gereken konumda.

Birileri, bazı çocukları kaçırıp dağa götürebiliyorlarsa bunu önleyecek makamda.

Askeri var, polisi var, MİT'i var, var oğlu var!

Hem görevini yapıp bu kaçırmaları önleyemiyor hem de bu durumdan başkalarını sorumlu tutuyor.

Kendisi insanlar arasında ayrım yapmaya alışkın olduğu için zannediyor ki Cumartesi Annelerine üzülenler, Diyarbakır annelerine üzülmezler.

Yanılıyorsunuz bayım, bizler insanlar arasında ayrım yapmayız.

Hedef gözetilerek atılan biber gazı mermisiyle öldürülen Berkin'e de üzülürüz, Kobani olaylarında vahşice öldürülen Yasin'e de. Acılı anneleri meydanlarda yuhalatmak ya da dövdürmek aklımızdan bile geçmez.

Aklımızdan geçse, kendimizden iğreniriz.

Diyarbakır'da çocuğunu arayan acılı kadınlara yarın konjonktür değişirse nasıl bakacağınızı şimdiden bilemiyoruz ama geçmişe bakarak tahminde bulunabiliriz.

Siz en iyisi işinize odaklanın.

Annelerin çocuklarının kaçırılmasını önleyin. Kaçırılan çocukları bulup, geri getirin.

Bu göreve milletin sorunlarını çözme sözü verdiğiniz için seçildiniz, sözünüzü yerine getirin.

Yönetme sorumluluğunuz altındaki bir ülkede gerçekleşen olumsuzluklardan başkalarını sorumlu tutmaktan vazgeçin.

Annelerin acıları üzerinden siyaset yapmayı bırakın.

* * *

Sorun Türkiye'de değil, Siyasal İslamcı ideolojide

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Eskişehir'deki Odun Pazarı modern sanat müzesinin açılışında şunu söyledi:

"İki konuda nispeten hedeflerimizin gerisinde kaldık. Bunlardan biri insan yetiştirme olan eğitim, diğeri ise insani zenginleştirme olan kültür sanattır. Sorun asla kültür sanata bakışımızda değildir. Biz kültürü tıpkı toprak, bayrak, askeri ve ekonomik güç gibi özgürlüğümüzün sembollerinden biri olarak gördük. Dünyadaki güçlü ülkelerin paraları ve orduları kadar, daha önce kültür sanattaki hâkimiyetiyle bu sıfatı elde ettiğini biliyoruz."

Eğitim konusunda hedeflerin "nispeten" gerisinde filan kalmış değiliz. Düpedüz geriyiz.

Çünkü iktidara geldiği günden beri AKP'nin tek derdi, eğitimi dini temeller üzerine oturtmak oldu, bütün eğitimi imam hatipleştirmek istedi, gelebildiğimiz yer burası.

Çocuklarımız doğru dürüst yabancı dil öğrenmeyi bırakın, kendi dillerini bile öğrenemiyorlar. Matematik, fizik, kimya hepten kötü.

Sanata gelince:

Burada tipik bir Erdoğan yaklaşımı görüyoruz; Kendi dünya görüşünde olmayanları yok saymak!

Oysa bugün Türkiye'de evrensel olarak kabul gören çok sanatçı var. Eserleri dünya müzelerinde sergilenen, konser salonlarında icra edilen, kitapları kapışılıp okunan. İsimleri tek tek saymıyorum, birisini atlarsam ayıp olur diye.

Erdoğan'ın asıl hayıflandığı konu, kendi siyasal İslamcı ideolojisinin evrensel sanatçılar çıkaramıyor oluşu.

Çıkaramaz çünkü bu ideoloji her şeyden önce sorgulamayı, araştırmayı, isyanı, aykırılıkları reddediyor, sorgusuz sualsiz biat istiyor.

Onun için kıyamet kopana kadar beklesek de insanlığa evrensel katkıları olabilecek bir İslamcı sanatçının çıktığını göremeyeceğiz.

Ondan vazgeçtim, yakın zamana kadar "Türkiye'nin yumuşak gücü" sayılan televizyon dizisi ihracatı bile ideolojik saplantılar yüzünden bitmek üzere.

RTÜK'ün tuhaf bir ahlakçı anlayışla dizilere sansür sonucunu yaratan ceza uygulamaları, o işi de bitirdi.

Sorun, Türkiye'de değil Sayın Cumhurbaşkanı.

Sorun, herkesi tek tip itaatkâr vatandaşa çevirmek isteyen siyasal İslamcı ideolojinizde.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"