Yargı yılının başlama töreninde "bağımsız" yargı organlarının temsilcilerini Saray’da topladı, siyasi içeriği daha çok öne çıkan bir konuşma yaptı ve bu sözleri "bağımsız" yargı mensuplarının alkışlarıyla karşılandı.
Yargı yılının başlaması ile ilgili törenin, yürütme organının "ev sahipliğinde" yapılmasındaki tuhaflığa daha önce de çok dikkat çektik ama bunun bir yararı olmadı.
Cumhurbaşkanı, danışmanlarının yazdığı konuşmaları, prompter denilen bir alet ile okuyor.
Sanıyorum bu nedenle çoğu zaman ne söylediğini kendisi bile hatırlamıyor; okuyup, geçiyor.
Onun için yargı yılının açılış töreninde söylediği şu sözleri de okuyup geçtiğine eminim, belki birisi kendisine hatırlatır:
"Atalarımızın dediği gibi, ‘ayarını bozduğun kantar gün gelir seni de tartar.’ Hangi konumda olursa olsun herkesin adaletle ilgili meselelere bu zaviyeden yaklaşmasını ve hassasiyetle davranmasını bekliyoruz."
Bu sözleri, ilkokul Türkçe ders kitaplarına girmeli belki de: "Ele verir talkını, kendi yutar salkımı" atasözünün canlı ve güncel bir açıklaması olarak!
Her seçimden önce olduğu gibi yaklaşan yerel seçim öncesinde de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın aklına bir kez daha "yeni sivil Anayasa" geldi, yargı organı temsilcilerine şunu söyledi:
"Bizim siyasi hayatımızın her döneminde dile getirdiğimiz, hükümet teklifi olarak da 2011’den beri her seçimde milletimizin önüne koyduğumuz, bir hayalim var. Bu hayal, Türkiye’yi darbe anayasası ayıbından kurtararak yeni, sivil, dili ve içeriği ile bugünü ve yarını kucaklayan Türkiye Yüzyılına yakışır bir anayasaya kavuşturmaktır."
1982 Anayasa’sı, kabul edildiği günden bugüne kadar sayabildiğim kadarıyla 24 kez değiştirildi.
Yani ortada 12 Eylül Anayasası filan kalmış değil.
Esasen Türkiye’de ortada bir Anayasa da kalmış değil ama şimdi lafı uzatmayacağım.
1982 Anayasa’sındaki ilk değişiklik, 12 Eylül darbesinin getirdiği siyasi yasakların kaldırılmasıyla ilgiliydi, son değişiklik de parlamenter sistemden, başkanlık sistemine geçiş için yapıldı.
Anayasa’daki değişikliklerin bazıları yapılsa da olur, yapılmasa da olur kabilindendi.
Kayda değer değişikliklerden birisi AB kriterlerine uyum amacıyla yapılmıştı ancak "Erdoğan Yargısı" tarafından çoktan rafa kaldırıldı. (Bakınız: Uygulanmayan AİHM ve AYM kararları, her cumartesi polisin dövdüğü Cumartesi Anneleri, hapisteki gazeteciler, seçime üçüncü kez girip seçilen Cumhurbaşkanı vs.)
"Yetmez ama evet" değişiklikleri ile yargıyı Fetullahçılara teslim ederken, son yapılan değişiklik de güçler ayrılığını tamamen çöpe attı, TC’yi tek parti devletine dönüştürdü.
Kısacası Erdoğan ve partisinin Anayasa üzerinde oynattığı her kalem, Türkiye’nin demokrasiden biraz daha uzaklaşması sonucunu doğurdu.
Onun için Erdoğan’ın hayalindeki "yeni, sivil, dili ve içeriği ile bugünü ve yarını kucaklayan Türkiye Yüzyılına yakışır bir Anayasa’nın" bugünümüze rahmet okutacak bir Anayasa olacağını kolayca tahmin edebiliriz.
"Sivil ve demokratik Anayasa" yapmak için önce gerçekten "sivil ve demokrat" olmak gerekir ki o özellikler de Erdoğan ve partisinde yok.
* * *
Nasıl "sivil" olunur?
Kendimi bildim bileli ki bu neresinden baksanız son elli yıla karşılık geliyor sanıyorum en çok duyduğum şeylerden biri de bu oldu: Sivilleşme!
Türkiye’nin en büyük sorununun bu olduğunu dinleyerek ilk gençlik yıllarımı geçirdim, hala sivilleşebilmiş değiliz ki Cumhurbaşkanı bir kez daha ‘Türkiye’ye yakışan sivil Anayasa’dan söz ediyor.
"Anayasal sivilleşme", Anayasa’yı yazanların ya da yazdıranların giysileri ile ilgili bir durum değildir.
Sadece askeri vesayeti doğuran nedenlerin ortadan kaldırılmasıyla da gerçekleşecek bir iş değildir.
Nitekim, rejim üzerindeki asker gölgesi kalktı ama Türkiye hala sivilleşebilmiş değil, vatandaşların özgür iradeleri ve temel hakları rejimin ağır vesayeti ve baskısı altında.
Vatandaşların temel hakları keyfi uygulamalarla sınırlandırılıyor, ortadan kaldırılabiliyor.
Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına rağmen, idare emrindeki polisi ve askeri kullanarak vatandaşların temel haklarını kullanmasını engelleyebiliyor.
Polisimizin başı daha önce de hukuk ile, Anayasal hak ve özgürlüklerle hoş değildi ama AKP polisi, bir tek parti devletinin polisi gibi keyfi uygulamalar yapıyor, bunu yaptığı için de sırtı sıvazlanıyor, AKP’nin paramiliter gücü gibi davranmakta tereddüt etmiyor.
Sivilleşmek, idarenin hesap verebilir olması ve yönetimin her aşamasının şeffaflaştırılması anlamına gelir.
Bu iki kavram da Erdoğan rejiminin en hazzetmediği kavramlar sıralamasında ilk ikiye girer.
Sivilleşmek, öncelikle yargının mutlak bağımsızlığının ve tarafsızlığının sağlanması ile hayata geçirilebilir.
Yargıç bağımsızlığını yok edip yüksek yargı organlarını hükümete bağımlı hale getiriyorsanız, "sivilleşme" kelimesini ağzınıza almamanız gerekir.
Hareketlerine hâkim olan ideolojilerinin bağdaşamayacağı bir şey varsa o da "sivil yönetim" olur.
Tanımları gereği hem "siyasal İslamcı" hem de "sivil" olamazsınız, içlerinden birini seçmeniz gerekir.
* * *
Damda gezer, miyav miyav der!
İstanbul’da yeşil alan olarak ayrılmış araziye iş / alışveriş merkezi ve rezidanslar diken Suudi Arabistan kökenli şirketin işlerini devlette takip eden bir "yetkili" olması gerektiğini yazmıştım.
Belediye Encümeni’nin yıkım kararı, devletin üst kademelerinde yapılan alicengiz oyunlarıyla yok sayılmak istenmiş, mahkeme kararları ile bu oyunlar bozulmuştu.
En sonunda Vali’nin emriyle polisin, yıkım ekiplerine karşı direnişine tanık olmuştuk.
"Artık bu kadarı da olmaz" derken bir başka "artık bu kadarı hiç olmaz" oluverdi.
Bu kez Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, yeşil alana yapılan kaçak gayrimenkulün "acele kamulaştırma" yoluyla, AKP’li Zeytinburnu Belediyesi’ne devrine karar verdi.
"Acele kamulaştırma", gecikmelerden doğacak kamu zararını önleyebilmek için idarenin kamulaştırma işleminde tamamlaması gereken süreçlerin sonradan tamamlanmak üzere taşınmazlara el konulması anlamına geliyor.
Yani kamulaştırmayı yapıyorsunuz, istim arkadan geliyor çünkü bazı durumlarda kamulaştırma işinin "acele" yapılması gerekebiliyor.
Kanundaki birçok istisna gibi bu istisnai uygulama da AKP yönetiminde "olağan" hale geldi, keyfi kararlarla acele kamulaştırma kararları alınabiliyor.
Söz konusu kaçak binaların acele kamulaştırılmasında nasıl bir kamu yararı görülmüştü, bunu bilmiyoruz.
Yukarıda da dikkatinizi çekmiştim, idare şeffaf değil, şeffaf olmayan bir idare de "sivil idare" sayılmaz.
Bildiğimiz şu ki bu binanın Zeytinburnu Belediyesi’ne acele kamulaştırma yoluyla devri, bina hakkındaki yıkım kararını engellemek amacını taşıyor.
"Acele kamulaştırma" kararı sonucunda, bu bina için nasıl bir bedel ödeneceği de tabiatıyla bir sır!
Hazine bu iş için Suudi şirkete ve ortaklarına ne kadar ödeyecek?
Genel uygulama acele kamulaştırma kararlarında, mülkün değerinin çok altında bir bedel ödenmesi.
Bakalım bu bina için de bu söz konusu olacak mı?
Öte yandan kaçak inşaatın, devletin çeşitli organları tarafından böyle cansiperane savunulması da mide bulandırmıyor değil.
Nasıl bir ilişki var ki bu kararlar alınabiliyor?
Kusura bakmasınlar ama bu kaçak inşaata ya devletimizin bazı yöneticileri ortak ya da bina yıkılmayacak diye şirkete güvence verip, rüşvet aldılar.
Ve 31 Ağustos tarihli yazımda sorduğum soru hala yanıt bekliyor:
Bilmece, bildirmece, dil üstünde kaydırmaca: Bu inşaatın avantası kime gidiyor?
Bir de ipucu vereyim, hâlâ bilemiyorsanız Türkiye’de yaşamıyorsunuz derim: Damda gezer, miyav miyav der!
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?
Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu
Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.
12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı
Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu
1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.
Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.
1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.
2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.
2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.
Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı.
"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.
|