AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin 18. kuruluş yıl dönümü nedeniyle konuştu.
“Zaten hiç susmuyordu ki” diyebilirsiniz tabii ama bu kez partinin kuruluş yıl dönümü bir vesile yarattı diyelim.
Konuşmasında şöyle bir bölüm var:
“Mevcut kadrolarımızla beraber herkesi kongre sürecimize aktif olarak katılmaya davet ediyorum. Kanaat önderleri kimlerse kadromuzu onlarla güçlendireceğiz. Bize Ömerler lazım. Bu Ömerleri bulduğumuzda, şu anki konumumuzdan daha ileriki bir konuma geleceğiz, hiç endişeniz olmasın.”
Zaten müteahhit havuzları ve kamu kredileriyle beslenen medya da konuşmanın en çok bu bölümünü beğenip, öne çıkardı.
Okurken içimden şunu söyledim, Allah’ın bildiğini kuldan saklayacak değilim:
“İyi söylüyorsun da sen Ömer olmaya çalışaydın da, yenisini aramaya gerek kalmayaydı, daha iyi olmaz mıydı?”
Hazreti Ömer, Dört Halife’nin ikincisi.
Sahip olduğu büyük yönetici ve insani vasıfları nedeniyle yüceltilen ve kendisinden sonra da en çok aranan, özlenen isim.
Ömer denilince akla ilk gelen kavram “adalet”!
İkinci özelliği deseniz, bir devlet yöneticisi olarak hesap vermeye son derece açık olması. Bugün buna “şeffaf yönetim anlayışı” diyoruz.
Yani her icraatının, her kuruşunun hesabını vermesi, denetlenmeye açık olması hatta bunu bizzat istiyor olması.
Gösterişe, kibre yüz vermemesi, sade ve mütevazı olması.
Kendisinden sonra oğlunun halife adayı olmasına itiraz etmesi.
Erdoğan’a “Ömer ol” değil, “Ömer olmaya çalış” dememin nedeni kısaca bunlar.
Ömer olmak zordur ama Ömer olmaya çalışan insan, önünde sonunda adil bir yönetici olmayı, şeffaf olmayı, liyakate önem vermeyi öğrenir.
Şimdi “kanaat önderlerinden Ömerler” arayacaklar.
Ben şimdiden söyleyeyim, bulamayacaklar, yanlışlıkla bulsalar da partideki ömrü kelebeğin ömrü kadar olacak.
Ömer olmaya çalışan bir kişi, önce sorgusuz sualsiz biat isteyen ve Ömer’in hiçbir vasfını haiz olmayan Erdoğan ile çatışır çünkü.
Muaviyeler, Yezidler filan ararsanız, bakın onlardan bu memlekette bolca var, kolayca bulabilirsiniz.
***
Kayıkçı kavgası başlıyor, herkes yerini alsın
AKP Genel Başkanı, aynı konuşmasında yeni parti kurma çalışmaları yürüten Abdullah Gül, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’na da laf yetiştirdi. Şöyle konuştu:
“Hafıza kayıtlarımızın içinde olanları da vakti geldiğinde milletimizle paylaşacağımızı şimdiden burada söylüyorum. Bu kayıtların içerisinde çok şeyler var. Kim kimdir, bunları milletimizin bilmesi lazım. Bilmesi lazım ki yanlış istikamette gitmesin.”
Maiyet gazetecisi bunu şöyle değerlendirmiş:
“Belli ki Erdoğan bazı özel dosyaları açacak, bazı ilişkileri deşifre edecek. Önümüzdeki dönemde Erdoğan’ın tek gündemi kurulacak olan yeni partiler olacak.”
Böylece devrik Başbakan Ahmet Davutoğlu’dan sonra Cumhurbaşkanı da “bildiklerimi bir anlatırsam yer yerinden oynar” demeye getiriyor.
Doğrusunu isterseniz bu çekişmede “vur vur” diye, kavgayı kızıştıracak değilim. “Siz kardeşsiniz, hadi barışın” diye araya da girmeyeceğim.
Ancak öyle görünüyor ki Erdoğan, bir “dehşet dengesi” arayışında.
Bu kavram soğuk savaş döneminden kalma. “Tarafların sahip oldukları nükleer silahları, rakipleri de benzerlerine sahip olduğu için kullanmaya cesaret edememelerinden kaynaklanan dengeyi” tarif ediyor.
Bunca sene bu dördü bir arada iktidarı paylaştılar, ülkeyi yönettiler.
Birbirlerinin kim bilir nelerine vakıflar.
Erdoğan “açtırmayın kutuyu, söylerim kötüyü” demek istiyor.
Bu dengeyi bozacak şey, taraflardan birinin elinde, diğerinin sahip olamadığı büyüklükte bir şey olmasıdır.
Bunun ne olabileceğini tabii bizler bilemiyoruz.
Ancak düz bir mantık yürütmeyle şunu söyleyebilirim: Birbirleri hakkında açıklamaya çekindikleri bunca şey bilen insanlar, o yılları nasıl bir arada geçirdiler? Reis onları nasıl oldu da seçti, onlar reise nasıl oldu da biat ettiler?
Çünkü böyle konuşmalar yapılabilmesi için insanın karşısındakinin pek de ahlaki olmayan ya da kanunlara sığmayan şeyler yapmış olması gerektiğini var saymalıyız.
Ne dersiniz? Taraflar nükleer silahların düğmesine basmaya cesaret edebilirler mi?
***
Veliler yapacaksa, bakanlığa ne gerek var?
Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, okulların açılması yaklaştığı için velileri uyardı:
“Üreticisi belli olmayan, merdiven altı tabir edilen, CE işareti olmayan ürünlere karşı dikkatli olun. Özellikle boya kalemlerinde CE işareti ve EN 71 standardı işaretlerini arayın. Su bazlı, solvent içermeyen boya ve yapıştırıcı alın vs. vs.”
Ruhsar Hanım, bilmiyorum farkında mısınız, Türk velileri cimri oldukları için çocuklarına Lamy kalemler almıyor değil.
Kırtasiye malzemesinin ucuzunu alıyorlar çünkü bütçeleri ancak buna yetiyor.
Bu ürünler içinde çocuklara zararlı olanlar var ise, onların ticaretine engel olmak, ithalatını önlemek ise yine bilmiyorum farkında mısınız ama sizin başında bulunduğunuz bakanlığın görevi.
Bakanlığın görevini, velilerin yapmasını bekliyorsanız, bakanlığın bu işlerle ilgili dairelerine ne gerek var?
Bakanlığınızın mevzuat ile ilgili bir sıkıntısının da olmadığını biliyoruz.
Bakanlığınız ile Gümrük Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Sanayi Bakanlığı kafa kafaya vermeli ve bu tür malzemenin üretimini, ticaretini, ithalatını, kaçakçılığını önlemelisiniz.
Vatandaş niye vergi veriyor? Bu tür işler yürütülsün diye!
Cumhurbaşkanı neden sizleri bu görevlere getirdi? Vatandaşın işleri yürüsün diye!
Onun için vatandaşlara akıl vereceğinize, görevlerinizi yapınız.