Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, gazeteci Sedef Kabaş'ın tutuklanmasıyla ilgili olarak şunu söyledi:
"Geçtiğimiz günlerde gazeteci kılıklı biri çıktı, bize, milletimize ağır hakaretlerde bulundu; yargımız da gerekeni yerine getirdi."
Ardından da "Tayyip Erdoğan'ın kendisine yapılan hakaret benim için önemli değil. Fakat bu makamı korumak benim görevim" dedi.
Kabaş'ın "gazeteci kılıklı" mı olduğu, yoksa gerçekten gazeteci mi olduğu tartışması, yersiz.
"Yargımız gerekeni yerine getirdi" ifadesi de sorunlu ama yargımızın durumuna artık alıştığımız için onu da şimdilik görmezden gelelim.
Erdoğan'ın kendisi ile "milletimizi" bu kadar özdeşleştirmiş olması, üzerinde durmaya değer bir durum.
Kabaş, Erdoğan'a hakaret ettiği iddiasıyla tutuklu. Kabaş diyor ki "hakaret etmedim", Erdoğan ve savcı diyor ki "hakaret ettin"!
Onun için bu "hakaret" konusu henüz iddiadan ibaret. Adil bir yargılama yapılabilirse, ne olduğuna mahkeme karar verecek. Tekrarlıyorum: Adil bir yargılama yapılabilirse!
Ve aslında ortada "millet" de yok.
Ne Kabaş'ın sözleri milleti hedef alıyor, ne de tutuklama kararı "millete hakaret" nedeniyle alınmış.
Ancak Erdoğan, kendisine yapıldığını iddia ettiği hakaretin aynı zamanda millete de yapıldığını düşünüyor.
Otokratların iç dünyalarının tipik bir örneği bu.
Kendilerini öyle bir yere konumluyorlar ki bir noktadan sonra artık millet demek o demek, o demek millet demek!
Yancılarının ve fanatik hayranlarının tutumları da ruh dünyalarındaki bu yanılgıyı besliyor.
Erdoğan, "makamı korumak benim görevim" diyor ama o makamı sert eleştirilerin hedefi haline getiren de bizzat kendi tutumu.
Bu sözleri söylediği gençlerle buluşma toplantısında, muhalefet için kullandığı ifadeler, o makamı sıradan bir siyasal kimlik haline getiriyor.
Cumhurbaşkanlığı, milletin birliğini temsil eden manevi bir makam ise Erdoğan'ın günlük siyasal tartışmaları hem de böyle bir üslupla sürdürmeye devam etmemesi gerekirdi.
Bir partinin genel başkanı olarak siyaset yaparken, partinizden olmayanlara karşı her tür sözü söyleme hakkını kendinizde bulurken artık milletin birliğini temsil ediyor olamazsınız.
İkisi bir arada ne yazık ki olamıyor.
* * *
Ama karar ver, tutamıyorum zamanı!
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, önümüzdeki seçimde "çok popüler bir ismi getirelim" diye bir düşüncesinin olmadığını söyledi.
Meğerse "nitelikler önemli" imiş!
Bunu duyduğuma mutlu olduğumu söylemeliyim.
Demek ki bir kez daha "Ekmek için Ekmeleddin" ya da "Adam Kazandı Muharrem" vakalarına maruz kalmayacağız.
CHP Genel Başkanı'nın "nitelikler önemli" sözünün altını çizdim.
Ancak ne tür niteliklerden söz ettiğini bilmiyorum.
Muhtemelen kendisi de bilmiyor.
Biliyorsa da bizlere söylemiyor.
Sanıyorum iki aya yakın bir süredir bunu yazıyorum ve artık sizler de sıkılmış olabilirsiniz:
Zaman daralıyor. Program ve bu programı kimin uygulayacağını millete söyleyecek, milletin onu dinlemesini sağlayacak zaman hızla akıp gidiyor.
Şu anda "millet ittifakı" adını verdikleri koalisyon, Türkiye siyasetinin birbirine zıt, temel ana akımlarını içinde barındırıyor.
Bana öyleymiş gibi görünmeseler de kendilerine sosyal demokrat diyenler var ki başlarında da Kemal Bey var.
Kendilerini "milliyetçi" olarak tanımlayanlar var.
İslamcılar var.
Ve bu akımlar bir koalisyon içindeler ancak bu benzeşmezliklerini nasıl uzlaştırabildiklerini bilmiyoruz.
"Erdoğan karşıtlığı" bir ortak payda olarak siyasette bir anlam ifade etmez.
Birbirinden tamamen farklı bu eğilimlerin ortak Cumhurbaşkanı adayının "niteliklerini" artık açıklığa kavuşturmak gerekmiyor mu?
Önce otokratı seçimde yenmek gerek.
Türkiye, bir beş yıl daha böyle bir rejimi taşıyabilecek durumda değil.
Ve bunun için de seçmenin önüne bir program koymak lazım. O programı kimin uygulayacağını söylemek lazım.
Zaman hızla geçiyor.