15 Kasım 2019

Kötü çekilmiş bir kovboy filmi izliyoruz

Bir küçük kasabada anormal işler dönmeye başlamışsa, bu mutlaka bir başka anormalliğin üstünü örtmek içindir!

Tipik bir “spagetti western filmi” izliyor gibiyiz. Olay Türkiye’de geçtiğine göre acaba “lahmacun kovboy filmi” mi desek?

Ama konu izlemekte olduğumuz filmin yalap şaplığına karşın son derece ciddi.

Küçük bir kızın ölü bedeni var. Nasıl öldüğünü hala anlayabilmiş değiliz.

Rabia Naz Vatan’dan söz ediyorum.

Cinayete mi kurban gitti, cinsel saldırıya da uğradı mı, yoksa küçük yaşta başına bir kaza mı geldi, hâlâ bilemiyoruz.

Tıpkı eski kovboy filmlerinde olduğu gibi gelişiyor her şey.

Küçük bir kasaba. Kasabanın etkili ve güçlü kişileri var. Kasabanın “şerifi” ve “yargıcı” belli ki onların gözünün içine ve iki dudağına bakıyor.

Küçük kızın ölüm nedeninin belirsiz olduğu ülkenin dev bir polis teşkilatı var.

Tamam, Türkiye’de işlenen cinayetlerin çoğu öfke cinayeti ve suçlusu kolayca ele geçebiliyor ama bu teşkilatın birçok karmaşık suçu da kolayca çözebilme yeteneğine ve olanaklarına sahip olduğunu da biliyoruz.

Kasabada birtakım kötü adamlar var ve belli ki kötülükleri oranında güçlüler de.

Onun için olay bir türlü aydınlatılamıyor.

Küçük kızın babası işin peşinde olduğu için polis tarafından da taciz ediliyor, artık bu ayan beyan ortada.

Dün de güya ifadesi alınacak diye gözaltına alındı.

İfade almak için gözaltı uygulamasının bir tek anlamı var: Taciz edip, yıldırmak ve vaz geçirtmek.

Adam gözaltına alınınca eşi, kucağında bebeği ile bir video çekti, bir gazetecinin sosyal medya hesabından durumu kamuoyuna duyurdu.

Sen misin bunu yapan, bu kez polis evini bastı!

Bu ne anlama geliyor? Bu izni savcı verdiyse, hangi gerekçeyle? Yargıç izni varsa, o yargıç hangi kanıtları gördü de Anayasal bir hakkın askıya alınmasını onayladı?

Orada neler oluyor? Bu nasıl savcı, bu nasıl hakim?

Bununla da kalmıyor.

Olayı araştırmak için kasabaya giden gazeteci Canan Coşkun ve belgesel film yönetmeni Kazım Kızıl da polis tarafından gözaltına alındı. Güya bir tanığı tehdit etmişler de falan da filanmış!

Artık şuna iyice eminim: Eynesil’de normal olmayan işler dönüyor.

Ve şunu da biliyorum: Bir küçük kasabada anormal işler dönmeye başlamışsa, bu mutlaka bir başka anormalliğin üstünü örtmek içindir!

***

Utanma duygusu olmayanın adına utanmak!

Hilal Kaplan adını duymuşsunuzdur. Kendisi “Pelikan Gelini” diye de anılıyor ama bu çok cinsiyetçi bir isimlendirme, ben kullanmayı tercih etmiyorum.

Kaplan, Sabah gazetesinde çalışıyor. Kendisine bir köşe vermişler, Cumhurbaşkanı’nın maiyetinde uçaklarda da yer alabiliyor.

“Gazeteci” diyemiyorum zaten öyle bir derdinin olduğunu da zannetmiyorum.

Müteahhit havuzları ve kamu bankalarının kredileriyle beslenen medyanın, varlığını AKP’ye armağan etmiş bir çalışanı.

Cumhurbaşkanı’nın uçak mürettebatı içinde de yer alıyor ama kabin görevlisi değil. Maiyette yazarlık yapıyor.

Trump ile Erdoğan’ın Washington’daki basın toplantısında kendisinden soru alınan “dost gazetecilerden”!

Zaten öyle bir soru da sordu ki Trump bile “Sen gerçekten gazeteci misin” anlamına gelecek bir söz söylemek gereğini bile duydu. Düşünün, Trump bile!

Doğrusunu isterseniz bu anın haber filmini izlerken sanki bu muameleyi gören kendimmişim gibi utandım, içimden elimdeki fincanı televizyona fırlatmak bile geçti.

Sonra düşündüm, “niye ben utanıyorum” diye!

Aslına bakarsanız “layığını bulmuş” deyip geçmeliydim ama bu “Beyaz Türk karakteri” yok mu, insan ister istemez hiç tanımadığı, hiç ortak noktası olmayan birisinin yerine bile utanabiliyor.

Yıllar boyunca liberaller bir yandan, siyasal İslamcılar diğer yandan Beyaz Türkleri aşağılama yarışına girdiler.

“Beyaz Türkler”, “endişeli modernler” diye yıllarca aşağılandık ama bugün görüyoruz ki o endişeler hiç de yersiz değilmiş.

Türkiye İslami tonu giderek koyulaşan bir otoriter rejime doğru dolu dizgin gidiyor, yargının bağımsızlığının filan üzerine çoktan soğuk su içtik, çocuklarımızı gönderecek okul bile bulamaz olduk, hepsini imam hatibe çevirdiler.

Neyse lafı uzatmayacağım: Beyaz Türk karakterinin, önemli özelliklerinden biri de “başkaları adına da utanma duygusuna sahip olması”dır.

Öyle bir şey ki en çok eleştirdiğimiz kişinin Trump gibi bir karakterin karşısında ezilip – büzülmesi bile bizi rahatsız eder.

Sanki Trump çok üstün bir şahsiyetmiş gibi “kendisine mektubu takdim ettim” denmesi, diyenden çok bizim gururumuzu yaralar.

O lafı diyen de, bu lafı yiyip oturan da pişkin pişkin tebessüm eder, ama bizi ekran karşısında utançtan ter basar.

Daha sonra bir gün bu konu üzerine de sohbet edelim diyorum.

***

Binali Bey, sıhhat ve afiyette misiniz?

AKP Milletvekili Binali Yıldırım’a bir kaç soru sordum, yanıt gelmedi.

Geçen hafta boyunca da hiç ortalarda yoktu.

Doğrusunu isterseniz endişelendiğimi söylemeliyim, umarım sıhhat ve afiyettedirler.

Sorduğum sorulara yanıt alamayınca, zırt pırt hatırlatmak gibi kötü bir huyum var.

Biz dinozor gazeteciler buna “fikri takip” diyoruz ama öğrendim ki Binali Bey’in avukatları soruları tekrar tekrar sormamdan da huzursuz oluyormuş.

Bunu niye bu kadar kişiselleştiriyorlar, anlayamıyorum.

Bu bir kişisel kin, öç alma, nefret etme durumu değil.

Hayatları boyunca kamu kesiminde çalışmış bir ebeveynin çocuklarının, nasıl olup da babalarının siyasette yükselmesine paralel olarak yüz milyonlarca dolarlık bir servete sahip olabildiklerini merak ediyorum sadece.

Ve bunu sormak da AİHM, AYM, Yargıtay kararlarına göre benim hakkım.

Hem ne kötülük var ki?

Şu işin sırrını herkes öğrense de başka ailelerin çocukları da dolar milyoneri olsalar fena mı olur?

Haydi Binali Bey, sağlık haberleriniz ile birlikte soruların yanıtını da bekliyorum.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye’nin artık zamana ihtiyacı var

HTŞ lideri Colani’nin “değiştik, eskisinden farklıyız” iddiasını ortaya koyabilecek fırsatı bulabilip bulamayacağı da şu an için belirsiz. Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu’nun içinde yer alan grupların da “demokrasi aşkıyla” yanıp tutuşmadıklarını söyleyebiliriz. Yani Suriye’de taşların yerine oturması için önümüzde çok zaman var

Kimyasal savaşa kurban gidiyoruz!

Pestisitler ürün miktarını ve dayanıklılığını arttırıyor ama bunlar bildiğiniz zehir. Doğru kullanılması ve Tarım Bakanlığı ve Ticaret Bakanlığı tarafından denetlenmesi gerekiyor. Türkiye'den ihraç edildikleri ülkelerin sınır kapılarından geri çevrilen ürünlere bakarsanız, devletin kurumları bu işle yeteri kadar ilgilenmiyorlar

Aklımda deli bir soru!

İktidardaki koalisyon partilerinin sözlerine bakacak olursak Erdoğan’ın yeniden aday olup seçilmesi Türkiye için hayati bir mesele. Günün birinde tıpkı Güney Kore Devlet Başkanı Yoon’un yaptığı gibi ülkedeki demokrasiyi dış tehlikelere ve devlet karşıtı unsurlara karşı korumak için “bazı anayasal yetkilerini” kullanmaya kalkışırsa ne olacak?

"
"