12 Aralık 2018

Her gazeteci bir gün hapishaneyi tadacak

Düşünün: Emin Çölaşan ve Necati Doğru ile Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan aynı örgütün üyesi!

Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi Berivan Bilal, “Gazetecilik Bölümü Ders 1: Gazetecilik suç değildir” başlıklı yazısı nedeniyle tutuklandı.
Bilal, aynı yazıda hem Cumhurbaşkanı’na hakaret etmek hem de terör örgütü propagandası yapmakla suçlanıyor.
Yazının içeriğini bilemiyorum, bilmem de gerekmiyor aslında.
Çünkü bu kardeşimiz belli ki Türkiye’de yaşadığının farkında değil, gazeteciliğin artık ciddi bir suç olduğunu öğrenememiş.
Normal olarak sınıfta kalması daha uygun olsa da hapse atılması da bir çözüm olarak düşünülebilir.
Nitekim değerli savcılarımız kağıdı okuyunca hapis cezasını uygun görmüşler.
Emin Çölaşan ile Necati Doğru için de benzer bir suçlamayla 7,5 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası istemiyle iddianame hazırlandı.
Meğerse Fethullahçı Terör Örgütüne üye olmamakla birlikte öyle yazılar yazmışlar ki benim diyen Fethullahçı, bu çeteye bu kadar yardım edemezmiş!
Şaşırdık mı? Sizi bilmem ama ben şaşırmadım.
Her canlının bir gün ölümü tadacağı gibi her gazeteci de bir gün önce iddianamenin, sonra hapishanenin tadına varacak.
Öte yandan savcılarımızın işi de çok zor doğrusunu isterseniz.
Düşünün: Emin Çölaşan ve Necati Doğru ile Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan aynı örgütün üyesi!
İnsanın sırtından soğuk soğuk terler boşalıyor.
Terlememin nedeni şuna karar veremiyor olmam: Kahkahalarla gülsem mi, memleketin adliyesinin düşürüldüğü bu hallere oturup ağlasam mı?

***

Hakarete uğrama rekoru Erdoğan’ın

Evet, artık istatistikler de gösteriyor ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dünya yüzünde bundan sonra kimseye kolay kolay nasip olamayacak bir rekoru kırmış bulunuyor.
Acaba, spor sayfalarında geçtiği gibi “kendisine ait soruşturma açılması rekorunu yeniledi” mi deseydim?
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildiği günden bugüne kadar yani üç yıl içinde 68 bin 827 kişi hakkında “Cumhurbaşkanı’na hakaret” gerekçesiyle soruşturma açıldı.
Bunların da 12 bin 839’u davaya dönüşmüş.
Yani yaklaşık her beş soruşturmadan dördü sonuç doğurmuyor. Belli ki bunların önemli bölümü “savcı – polis işte görülsün” soruşturmaları.
Böyle “soruşturma açıldı” diye yazarken kolay. Olay şöyle gelişiyor:
Bir ihbar oluyor ya da bu işleri izlemekle görevli polisler ve savcılar olayın farkına varıyorlar. Savcı, polise görev veriyor, “filancayı tutun getirin” diye. Haydiiii arabalar, motosikletler seferber oluyor, sivili – üniformalısı bir dolu polis baskına gidip “şahsı alıyorlar.”
Poliste ifade. Ardından savcılıkta ifade. Ardından mahkemede “yaz kızım!”
Kolay bir süreç değil, zaman ve para gidiyor haliyle, kullanılan yazışma kağıtları da cabası!
12 bin 839 adet Cumhurbaşkanı’na hakaret davası da bir diğer rekor.
Kaçı mahkumiyetle sonuçlanır bilemeyiz tabii ama şimdiden “Dünyada en çok hakarete maruz kalan Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır” diyebiliriz.
Böyle bir şey mümkün mü?
Bu memlekette çıldırmamak kolay bir iş değil ama hepimiz delirip, küfürbaz da olmadık her halde.
Sorun Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’deki eski konumuyla, bugünkü konumunun tam olarak anlaşılmamış olmasında yatıyor olmalı.
Eskiden Cumhurbaşkanı milletin birliğini temsil ederdi.
Şimdi sadece partisini temsil ediyor. Seçmenin en az yarısının oyunu almış muhalefet partilerine her gün verip veriştiren birisi artık milletin birliğini temsil ediyor olabilir mi zaten?
Ve aynı zamanda artık yürütmenin de başı.
Yürütmenin başı olarak her türlü eleştiriye de açık olmalı, mahkeme kararlarına bakılırsa “en ağır eleştiriye” bile!
Bu davalar mahkumiyetle sonuçlansa bile kuşkusuz ki üst yargı organlarından birer birer dönecek.
Elde kar olarak da “milleti korkutmak” kalacak.
İnsanlar dava açılması, mahkumiyet tehdidiyle korkutulacaklar ki muhalif sesler giderek azalsın ve tamamen sussun.
Bu davaların başkaca bir anlamı yoktur.

***

Şeytan, Erbaş’ın kılığına mı girmişti?

Diyanet İşleri Başkanlığı, Diyanet İşleri Başkanı’nın “Kuran ile beraber olmayan çocuklar şeytan ile beraberdir” sözleriyle ilgili açıklama yaptı.
Açıklamada laf döndürülüp dolaştırıldıktan sonra şöyle deniliyor:
Konunun, her biri masum birer melek ve en değerli emanetimiz olan çocuklarımızla ilişkilendirilmesi ise kabul edilemez. Başkanlığımızın “çocuklarımıza yönelik eğitim çalışmaları da dahil olmak üzere” bütün faaliyetlerinde dinimiz rahmet ve adalet ekseninde anlatılmakta, Kur'an'a dost nesiller yetiştirilmesi için korku değil sevgi dili kullanılmaktadır."
“Acaba Mardin’de camide o sözleri söyleyen Ali Erbaş kılığına girmiş şeytan mıydı” diye düşünmeden edemedim.
Madem Kur’an’a dost nesiller yetiştirilmesi için korku değil sevgi dili kullanılıyor, Erbaş o sözleri nasıl oldu da söyleyebildi?
Diyanet İşleri Başkanı’nın sözleri, hareketleri ertesi gün düzeltilmek zorunda kalınıyorsa, yeni bir başkan bulmak daha doğru bir iş olmaz mı?

 

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"