14 Eylül 2020

Hayaller operet Abdülhamit'i, gerçekler Sürmegöz İhsan Bey! (*)

Binali Bey, çabuk şifa bulsa da bir fırsatını bulup Erdoğan’a "dostlarımızı arttırmak, düşmanlarımızı azaltmak zorundayız" derken, neyi kast ettiğini açıklayabilse!

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, tam bir yıl önce, 8 Eylül 2019 günü 16. ÖNDER İmam Hatipliler Kurultayı’nda konuşmuş ve şunu söylemişti:

"Bizim için asıl tehdit Fırat'ın doğusundaki terör yapılanmasıdır. Bir güvenli bölge oluşturmak için ABD ile görüşme halindeyiz. Ancak bu konuda bizim istediklerimiz ile onların kafalarındakilerin aynı şey olmadığını görüyoruz. Müttefikimiz bizim için değil terör örgütü için güvenli bir bölge oluşturmanın peşinde. Böyle bir anlayışı reddediyoruz. Eylül ayı bitmeden Fırat’ın doğusunda kendi askerlerimizle güvenli bölgeyi oluşturmazsak kendi yolumuza gitmekten başka çaremiz kalmayacak demektir."

ABD ile bu sorunumuzu çözemeden, Rusya ve Suriye ile bu kez İdlib konusunda görüş ayrılıkları yaşamıştık.

O kriz de pandemi yasakları başlamadan on gün önce Rusya ile imzalanan bir mutabakat ile dondurulmuştu.

Türklerin hafızasının unutkanlıkla malul olduğunu söyleyen atasözümüz var ama üzerinden o kadar çok geçmediği için biraz gayret ederseniz hatırlayabilirsiniz.

Bir yıl geriye gidip, o günleri düşünün.

Belki bir gece yarısı Suriye – Rus ittifakının saldırısıyla şehit olan 36 askeri de hatırlarsınız.

Türkiye ciddi bir beka sorunu yaşıyordu. Bir yandan ABD, diğer yandan Rusya ve Suriye Türkiye’nin geleceğini yok etmeye çalışıyorlardı.

Sadece Türkiye’nin bağımsızlığı ve bayrak değil, Allah muhafaza ezan bile tehdit altındaydı.

Bunları ben uydurmuyorum, Cumhurbaşkanı söylüyordu.

Son günlerde o bölgede yaşanan gelişmelere dikkat ettiniz mi, bilmiyorum.

Türkiye heyeti Moskova’dayken, tesadüf bu ya Rusya Dışişleri Bakanı YPG – PKK heyetini kabul ediyordu.

ABD ise bölgesini PKK’ya devredip, petrol anlaşması bile yaptı.

Bir – iki cılız açıklamadan başka bir şey duydunuz mu?

Duymadınız çünkü Türkiye’nin bu kez Doğu Akdeniz’deki çıkarları tehlikede.

Sadece Doğu Akdeniz değil, bu işin sonunda Ege’de denize girerken Schengen vizesine de ihtiyaç duyabilirsiniz.

Peki TC Dışişleri Bakanlığı, bu tabloda ne işle meşgul?

İsrail ile diplomatik ilişki kurmak için anlaşma imzalayan Bahreyn’e kızdılar.

Kudüs’te Büyükelçilik açacak Kosova’ya kırıldılar, Sırbistan’ı ayıpladılar.

Kendilerini TRT 1’in dizisinde, İngiliz elçisine tokat atan Abdülhamit zannediyorlar ama tam "hayaller Ferrari, gerçekler Murat 124"!

Türkiye’nin dış politikası, geleneksel olarak "mümkün olduğu sürece barış ve ittifakları korumak, düşmanlar karşısında yalnız kalmamak" üzerine kurulmuştur.

Abdülhamit zamanında da böyleydi, Kurtuluş Savaşı sırasında da, Cumhuriyet tarihinde de.

Bu politika bazı sorunlarımızı çözmekte işe yaramasa da sorunların buzdolabında kalmasını sağladı.

Lehte bir gelişme olmadı ama aleyhe gelişen durumlar da olmadı: Kıta sahanlığı meselesi, kara suları konusu, Kıbrıs gibi!

Ve şimdi İsrail’i resmen tanıyan ve karşılıklı Büyükelçi bulunduran Türkiye, Bahreyn’i, İsrail ile diplomatik ilişki kuracak diye kınıyor.

Binali Bey, çabuk şifa bulsa da bir fırsatını bulup Erdoğan’a "dostlarımızı arttırmak, düşmanlarımızı azaltmak zorundayız" derken, neyi kast ettiğini açıklayabilse!

-----

(*) Sürmegöz İhsan Bey, Turhan Selçuk’un "yerli ve milli" Abdülcanbaz isimli çizgi romanının karakterlerinden biridir. Komprador burjuvaziyi temsil eden Gözlüklü Sami’nin "yancısı"dır. Doğru yapabildiği tek şey "cebinin çıkarlarını" düşünmektir. Abdülcanbaz’ın bütün koleksiyonu Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı.

* * *

Türklerin "pusu kültürü" ve trafik polisi

Cumhurbaşkanı geçen gün bir genelge yayımladı.

Ayaktaysanız, bir yere oturun çünkü genelgenin adını yazacağım: Ulusal Akıllı Ulaşım Sistemleri Strateji Belgesi ve Eylem Planı!

Doğal olarak insan heyecanlanıyor, hem stratejiye matuf hem de sonunda bir eylem olacak!

İnsanın bayrakları kapıp, sokağa çıkası geliyor, genelgenin adını okuyunca bile!

Genelge aslında laf kalabalığından ibaret ama şurası "çokomelli": Seyahat sürelerinin azaltılması ve trafik güvenliğinin arttırılması ve mevcut yol kapasitesinin etkin ve verimli kullanılması hedefleniyor!

Bunun için veri analizi ve ne olduğunu tam anlayamadığım bir kısaltmayla ifade edilen bir şeyler yapılacakmış.

Bu kadar tıraşa gerek yok aslında: Trafik polisi görevini yapsın, sorunların yarısı çözülür!

Mesela İstanbul’da araçlar ve yayalar trafik kurallarına tam olarak uymayı başardıkları gün yolculuk süreleri yaklaşık 10 dakika azalacak, yılda 5 milyar dolara yakın yakıt ve zaman kaybından tasarruf sağlanacak.

Bunu da uydurmadım, Kadir Topbaş belediye başkanıyken gazetecilere yaptığı bir açıklamada anlatmıştı.

Bizde trafik polisi, pusu kurmayı bilir, trafik denetimini bilmez.

İstediğiniz kadar kavşak bloke edebilir, kırmızıda geçebilir, yaya geçidinde durmayabilirsiniz.

Otomobillerin flaşörleri, Türkiye’de bir sürücünün canı ne isterse onu yapabileceği anlamına gelir. Dörtlüleri yak, istediğini yap!

Trafik polisi bunlara karışmaz

Onlar bir tepede, karşıdan gelenin son anda fark edebileceği bir yere otomobillerini çekip, radarlarını açarlar.

"Pusu kültürü" trafik polisini de esir almıştır.

Üstelik zahmetsizdir. Bir termos çay alırsın, arabayı bir kenara çeker, gelen geçeni avlarsın.

Hem de amirlerinden aferin alırsın, bu ayki ceza kesme kontenjanını doldurduğun için.

Hız sınırını 5 kilometre geçen ceza öder.

Ama hatalı şerit değiştiren, hızına uygun şeritte gitmeyen, kavşaklarda dönüş için ikinci – üçüncü sırayı yaparak arkadan gelen trafiği bloke eden, durulmaması gereken yere park edene bir şey olmaz.

Çünkü bunları yakalamak zahmetlidir, trafik polisi zahmete girmeyi seven bir canlı türü değildir.

Hatırlarsınız, Cumhurbaşkanı İstanbul – İzmir otoyolunun son etabını hizmete açarken yolculuk süresinin 3,5 saate ineceğini açıklamıştı.

Erdoğan’ın söylediği her söze inanan saftirik çok vatandaşımız var. Onlar da bu 3,5 saati tutturabilmek için otoyolda gaza basıyorlar.

Hız limitlerine uyarak bu yolu bu sürede kat edebilmek mümkün değil.

Balıkesir’de uyanık bir emniyet müdürü çözümü bulmuş. Susurluk – Balıkesir arasına radarlı aracı koyuyor, "düşmanları" tek tek avlıyor.

Bu yolda hız sınırı 120 kilometre. Hemen yanındaki bölünmüş yolda 115.

5 kilometre hız kazanmak için ödenmesi gereken para bir uçtan bir uca 500 lirayı geçiyor. (Kuzey Marmara otoyolu da kullanılarak.)

Vatandaş bu parayı ödemez ise devlet taahhüt etmiş, zaten ödüyor.

İçişleri Bakanı bunu yanıtlayabilir mi acaba?

Bu Emniyet Müdürü ne yapmak istiyor? Amacı Reis’in sözlerini yalan çıkarmak mı, kolay yoldan ceza toplayıp bakanlıktan övgü almak mı?

Eğer o haklıysa yol boyunca İstanbul, Kocaeli, Bursa, Manisa, İzmir Emniyet Müdürleri görevlerini ihmal mi ediyorlar? Niye onlar da birer radarlı araç çıkartarak, ceza toplamıyorlar?

Türkleri bu kadar aptal yerine koymak, gerçekten "yerli ve milli bir tutum" olabilir mi?

Öte yandan madem 120 kilometre hızı geçemiyoruz, o halde bu otoyollara ne ihtiyaç var? 115 kilometre hız yapılabilen bölünmüş yollar yeter de artar bile.

Bu otoyolları yapmak için o kadar parayı niye harcadınız? Müteahhitlerin cebi dolsun, diye mi?

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"