19 Ağustos 2019

Halkla inatlaşmayın, sonunda kaybedersiniz

Çevre meselelerinin 2023 seçimlerinde öne çıkacağını görmek için falcı olmak gerekmiyor

Dün kardeşimle birlikte anneme kahvaltıya gittik, oturup Nickelodeon’da bir çizgi film izledik.

Niye bunu yaptık, bilmiyorum.

Zaten konu da kardeşim ile ben değiliz, seyrettiğimiz çizgi film.

Loud House, 11 çocuklu bir ailenin tam ortadaki tek erkek çocuğu (yani 10 kız çocuk var) Lincoln’ün günlük yaşamı. Tahmin edebileceğiniz gibi son derece kaotik bir evde yaşıyor Lincoln.

Dün izlediğimiz bölümde Lincoln, bir mersin balığı ailesinin yaşadığı küçük bir gölü, bir hardal deposu inşa etmek isteyen inşaat şirketinin elinden kurtarmaya çalışıyor.

İmza topluyor, “korkutucu” eylemler yapıyor, medya ile, duyarsız insanlarla mücadele ediyor ama sonunda mersin balığı ailesini kurtarmayı başarıyor.

Biz çocukken böyle dertler yoktu. Çevreyi korumak, yabani hayatı korumak gibi mefhumlar hayatımıza girmemişti.

Çizgi filmin ardından gündemimize Fazıl Say’ın Kaz Dağları’nda verdiği küçük resital geldi.

Yurdun dört bir yanından gece vakti yollara dökülenler, yollarda jandarma tarafından özel olarak taciz edildikten sonra o konsere koştular.

Jandarma’nın yolları kesip, GBT yapmasını, araçları aramasını “genel güvenlik” gerekçesiyle açıklayacaklardır, ama biz biliyoruz ki bunun amacı taciz edip, caydırmak, insanları korkutup, kaçırmaktı.

Bundan on yıl önce böyle bir toplu protesto eylemini hayal edemezdik.

Iowa Devlet Üniversitesi’nden Dr. Everett Rogers’ın, modern toplumlarda yeni akımların, yeniliklerin nasıl yayıldığı ile ilgili tezine göre her türden yeni fikir ve akım önce küçük bir grup tarafından benimseniyor.

Rogers, bunlara “yenilikçiler” adını veriyor. Bunları çok daha yüksek sayıda “erken benimseyiciler” takip ediyor. Bu artık “yaygın çoğunluğa” geçiş demek. Bütün bunların dışında kalanlara da Rogers’in verdiği isim “nal toplayanlar”!

“Bugünün küçüğü, yarının büyüğü” mottomuzu buna uyarlarsak: “Bugünün yenilikçisi, yarının egemen çoğunluğu.”

Rogers, modern toplumların temel özelliklerinden birinin de “yenilikler yaratması” olduğunu söylüyor.

Yaşanılan çevrenin ve yaban hayatının korunması meselesi de bizler açısından böyle bir yenilik.

Yenilikçiler sayesinde bu fikirler ile tanıştık, erken benimseyiciler bu nedenle çok çile çekti ama iş artık yaygın çoğunluğun sahiplenmesine kadar gelip, dayandı.

Çizgi film izlerken yaşam çevrelerinin korunmasının önemi ile tanışan çocuklar, on sene sonra oy kullanma yaşına geldiklerinde hangi saiklerle hareket edecek dersiniz?

Sabah çizgi filmlerde bu fikirler ile tanışan çocuklar, akşam haberlerini yorumlayan anne ve babalarının konuşmalarından kendileri için nasıl sonuçlar çıkarır?

Siz istediğiniz kadar TRT Çocuk kanalında Kaz Dağları’nı konuşmak isteyen çocuğu susturun.

Arkadaşlarıyla bir araya geldiklerinde ne konuştuklarını zannediyorsunuz?

Türkiye’de siyaset kurumunun henüz önemini çok kavrayamadığı bir durum bu.

Bu tür çevre meselelerinin 2023 seçimlerinde öne çıkacağını görmek için falcı olmak gerekmiyor.

O gün Reis bu çocukları nasıl ikna edecek?

Bu sorunun yanıtını şimdiden düşünmeye başlarsa belki hem Kaz Dağları kurtulur, hem de koltuğu.

***

“Sembolik” deyip geçme

Bu memlekette sıkıntısı hiç çekilmeyecek şeylerden biri de tartışma konularının bolluğudur.

Bu normal bir şey, gelişmişlik düzeyimiz ile ilgili.

Çözülmemiş o kadar çok temel sorumumuz var ki her şey yeni bir tartışma konusu olabiliyor.

Adli Yıl açılışı ile ilgili olarak başlayan tartışma gibi.

Barolar Birliği Başkanı bu yıl törene katılacak ve bir de konuşma yapacak.

Bazı barolar bunu eleştiriyor, açılış Saray’da yapılacağı için törene katılmıyor.

Sorun esas itibariyle yargının bağımsızlığı ile ilgili.

Cumhurbaşkanı, törenin Saray’da yapılmasını istiyor.

Yargıyı kendisine bağlamış olması yetmiyor, bu ev sahipliği ile kendi “amir” konumunu bir kez daha vurgulamak istiyor.

Yargıtay Başkanı bunu önemsemiyor çünkü açıkça ifade edemese de biliyor ki “amir” Cumhurbaşkanı’dır, isteğini kırmak yakışık almaz.

Barolar Birliği Başkanı törene katılacak, çünkü avukatların sorunlarının konuşarak çözüleceği fikrinde.

Tören ilk kez Saray’a alındığında neden bu fikirde değildi?

Evet, avukatların meslek grubu olarak sorunlarını çözebilmek için iktidar ile konuşmak şart.

Barolar, siyasetten bağımsız bir şekilde avukatların meslek örgütleri değil mi?

Niye bu yüzden eleştiriliyor, anlayabilmek mümkün değil.

Ama Başkan’ın fikrini neden değiştirdiğini de etraflıca açıklamasında yarar yok muydu?

Peki, töreni boykot eden barolara haksızdır diye biliyor muyuz?

Diyemiyoruz, çünkü yargı bağımsızlığı ile ilgili olarak söyledikleri doğru.

Yargı, bağımsız ise, törenin ev sahibi niye yürütmenin başı oluyor?

Sembolik gibi görünen bazı tutum ve davranışlar öze “mütealliktir”!

Mahkemelerde yargıç, savcı ve avukatın aynı siyah ve cepsiz – düğmesiz cüppeyi giymeleri gibi semboliktir ama yargılamanın özü ile de ilgilidir.

Temel sorun, yani yargının bağımsızlığı sorunu çözülemediği için böyle abuk sabuk bir tartışmayla günler geçiriyoruz.

Devletin temel fonksiyonlarını yürüten kurumları tahrip edilmiş, gelenekleri siyasi itiş kakış sırasında yok edilmiş bir TC var artık.

Beka sorunundan söz ediyorsanız işe buradan başlamalısınız.

***

Binali Bey, bayram da bitti

Binali Yıldırım Bey, geçmiş bayramınızı kutlarım. Umarım çoluk çocuk mutlu bir bayram geçirmişsinizdir.

Artık tatil bittiğine göre size sorduğum soruların yanıtlarını verecek zaman bulabilirsiniz diye düşünüyorum.

Çocuklarınızın armatörlük konusundaki bu başarılı çizgiye gelebilmelerini sağlayan sihirli formül nedir?

Bu formülü ülkemizin diğer genç girişimcileriyle paylaşmak istemez misiniz?

Geliri sınırlı bir memur ailesinden yetişen çocuklarınızın bu mucizevi başarı öykülerini emin olun herkes merak ediyor.

Hatta bu başarılı girişimcilik, üniversitelerde ders olarak okutulmalı diye de düşünüyorum.

Binali Bey, sabırla yanıtlarınızı bekliyorum.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"