18 Mayıs 2021

Filyasyon bilgilerini niye saklıyorsunuz?

Sıkıntı, rejimin aldığı tedbirlerle bu ekiplerin topladığı bilgilerin birbiriyle çelişiyor olması mı?

Türkiye'de ilk koronavirüs vakasının tespit edilmesinden 16 Mayıs 2021 gününe kadar geçen süre içinde 5 milyon 117 bin 374 vatandaşımız hastalandı.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın daha önceki açıklamalarına göre Türkiye, filyasyon konusunda bütün dünyaya örnek olabilecek bir başarı gösterdi.

Şimdi diyeceksiniz ki "Sağlık Bakanı sürekli kamuoyunu yanıltıyor, aşı konusunda hiçbir dediği doğru çıkmadı, buna niye inanalım?"

Haklı da olabilirsiniz, ancak filyasyon ekiplerinin nasıl cansiperane çalıştıklarını biliyoruz, onların emeklerine saygı duyalım ve şunu aklımızda tutalım:

Bu ekipler dünyanın en iyisi olsalar da olmasalar da bu bir yıl içinde 5 milyon 117 bin 374 hastanın temaslılarını tespit ederek test yaptılar, hastalığın yayılmasını önlemeye çalıştılar.

Yani ellerinde son derece geniş ve kullanmayı bilen için yararlı bir bilgi birikimi olmalı.

Sağlık Bakanlığı'nın ilgili dairesi de filyasyon ekiplerinin raporlarını düzenli olarak tutup, muhafaza etmiş olmalı.

Bu büyük bilgiyi kullandıklarını ise hiç duymadık.

Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol'un şu mesajına dikkatinizi çekeceğim:

"Restoran ve kafeler artık bulaşma kaynağı olduklarına ilişkin kanıtı sormalılar. Dünyadaki çalışmalardan söz etmiyorum, Türkiye'de 13 aydır salgının, yalnızca ve birincil olarak, restoran ve kafelerden kaynaklandığını gösteren FİLYASYON verimiz ne?"

"Hastalık, Türkiye'de nasıl yayıldı" sorusunun tam yanıtını onlar biliyorsa bile biz vatandaşlar bilmiyoruz.

Bu 5 milyondan fazla hasta virüse nerede yakalandı?

Lokanta, bar, kahvehane, pastane gibi insanların bir arada yiyip, içtikleri, eğlendikleri yerlerde virüs nasıl yayıldı? 5,1 milyon kişi içinde virüse buralarda yakalananların oranı, sayısı nedir?

Devlet, en sert kapanma önlemlerini bu sektöre karşı aldığına göre elinde bu konuda çarpıcı bir bilgi olmalı.

O bilgiyi bizlerle paylaşsalar da biz de kendi önlemlerimizi buna göre alsak, daha iyi olmaz mı?

İçişleri Bakanlığı'nın açıkladığı tedbirlerden anladığıma göre en tehlikeli yerler arasında içki satılan büfeler var.

Sokağa çıkma kısıtlamasının uygulandığı günlerde bakkal, market, manav, kasap, tatlıcı, fırın, pastane vs. açıkken sadece bunlar kapalı tutuluyorsa, bunun bilimsel bir nedeni olmalı değil mi?

5,1 milyon hastanın ne kadarı içki satan büfeden içki alırken virüse yakalandı?

Evinde içki içerken sosyal mesafeyi koruyamadığı için hastalığa yakalananların sayısı ve toplam hasta sayısına oranı nedir?

Filyasyon ekiplerinin topladığı bilgilere göre, hastalığa yakalananların ne kadarı cenaze, parti kongresi, protesto mitingi, Ayasofya'nın açılışı gibi toplumsal hareketler sırasında virüs ile karşılaştı?

Kaç kişi toplu taşıma araçlarını kullandığı için hastalandı?

"Tam kapanma" sırasında bile üretime devam eden fabrikalarda hastalığa yakalananların sayısı nedir?

Cami, kilise ve sinagoglarda hastalığa yakalananların oranı nedir?

Bilim Kurulu, Erdoğan yönetimine "tavsiyelerde bulunurken" bu tür bilgilerden yararlanıyor mu, yoksa onlar da ezberlerini mi tekrarlıyorlar?

Filyasyon ekiplerinin topladığı bu büyük bilgiyi inceleyip, değerlendirecek araştırmacılar konusunda bir sıkıntı çekileceğini zannetmiyorum.

Yoksa, sıkıntı, rejimin aldığı tedbirlerle bu ekiplerin topladığı bilgilerin birbiriyle çelişiyor olması mı?

Lokantaları, barları, içki satan büfeleri kapatmalarının asıl nedeninin ortaya çıkacağı endişesiyle mi bu bilgileri saklıyorlar?

* * *

Kendi himmete muhtaç dede!

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İslam İşbirliği Teşkilatı'nın (İİT) olağanüstü toplantısında konuştu ve daha önce söylediği sözleri tekrarladı:

"(Filistin'de) Birlik ve kararlılığımızı gösterme vakti. Ümmet bizden liderlik bekliyor. Türkiye gereken her adımı atmaya hazırdır."

İİT İcra Komitesi üyelerinin bu sözler üzerine ne dediklerini bilmiyoruz. (*)

Ama kolayca tahmin edebiliriz: Bazıları Çavuşoğlu'nun bu sözlerini dinledikten sonra sanki orada değillermiş gibi camdan dışarı hülyalı hülyalı bakmıştır.

Bazıları önlerindeki kağıtlara anlamsız karalamalar yapmıştır.

Bazıları, yüzlerindeki tebessüm görünmesin diye sanki sakallarını sıvazlıyormuş gibi poz yapmışlardır.

İçlerinden neler dediklerini tahmin etmeye çalışmayacağım, çünkü ne de olsa İİT toplantısı bu, aile terbiyem o sözlerin neler olabileceğini tahmin etmeme bile engel.

Ancak şunu bir Türk vatandaşı olarak sormalıyım: Türkiye'nin üzerine düşecekleri yapma vaadi, İsrail ile sıcak savaşı da içeriyor mu?

Yoksa bu demeçlerden, kınamalardan ibaret bir "görev" midir?

Eğer ikincisi ise bunu kolayca başarabiliriz.

Demeç vermek üzerine bu alemde kimse Recep Tayyip Erdoğan'ın eline su dökemez.

"Eyyyy" diye bir gürlerse İsrail ordusu değilse bile Saray'daki danışmanlar ordusu kaçacak delik arar!

Ancak birinci görevi yerine getirmek için üzerimize düşeni yapacaksak, orası biraz karışık.

Türkiye, İsrail ile savaşmak istemez. Kuşkusuz İsrail de istemez.

Kimsenin kazanamayacağı ama iki tarafın da kaybedeceği kesin olan bir savaşı niye isteyelim?

Öte yandan Türkiye, şu anda zordaki esnafına üç kuruş yardımı bile yapamıyor.

Pandemi nedeniyle "tam kapanma" bile yapamıyor, işçiler sapır sapır ölme pahasına fabrikalarda.

Türkiye'nin savaşa ayıracak bütçesi varsa bunu içeride zor durumdaki vatandaşlarına niye harcamadığını sormak isterim.

Ata sözü ne diyordu?

Kendi himmete muhtaç dede

Nerede kaydı gayriye himmet ede!

* * *

(*) Bağımsız medyanın önemi

Yukarıdaki yazının dip notu ama aslına bakarsanız ana yazı bu olmalıydı.

Gördüğünüz gibi Dışişleri Bakanı'nın İİT toplantısında ne dediğini biliyoruz ama ne yanıt aldığı bir sır.

Çünkü o toplantıyı izleyen "medya" bu kadarını öğrenmemize izin verdi.

T24 gibi bağımsız medya kuruluşlarının şu andaki maddi güçleri böyle her olayı izlemeye yetmiyor.

Bir yandan siyasi iktidarın reklam veren üzerindeki baskısı, diğer yandan okuyucuların tarafsız ve doğru haber için bir bedel ödemeye razı gelmiyor olmaları bu sonuca yol açıyor.

Haber kaynaklarının tekelleşmesinin yarattığı doğal bir sonuç bu.

O vakit gerçek haberi değil, o kaynağın duyulmasını istediği haberi okursunuz.

Doğru haber, dünyanın en pahalı ürünlerinden biridir.

Çünkü bir haberin peşinde bazen aylarca birkaç gazetecinin çalışması gerekebiliyor ancak gazeteciler de havadaki nem ve tozla beslenmiyorlar.

Mesele haberin maliyetini kimin ödeyeceği ile ilgili.

Okuyucular, bağımsız haber alabilecekleri yayın organlarını maddi olarak desteklemedikleri sürece (satın alarak, abone olarak) maliyeti çıkar grupları, hükümetler ya da uluslararası tekeller karşılar, onların onaylamadığı bir haberden, haberdar olamazsınız.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"