İktidar koalisyonu Siyasi Partiler ve Seçim kanunlarını değiştirmeye hazırlanıyor.
Aslında bu iki kanunun da başkanlık sistemine geçtiğimiz Anayasa değişikliğinin hemen ardından değiştirilmesi gerekirdi.
Ancak iktidar koalisyonunun derdi bu kanunların, yeni sistemin ruhuna uygun hale getirilmesi değil.
AKP – MHP zihniyetinden, demokratik bir açılım beklemenin yersiz olduğunu artık öğrenmeyen kalmadı sanıyorum.
Kulis haberlerine göre yapmak istedikleri şey şu: Seçim barajını yüzde 5’e düşürmek ancak bu barajı, seçim için kurulacak ittifaklara girecek partiler için de aramak.
Bir tek dertleri var, AKP’den ayrılanların kurduğu iki yeni partiyi, TBMM dışında tutabilmek!
Yüzde 5’in altında oy alabileceklerini tahmin ettikleri bütün küçük partileri, ittifakların dışına iterek Meclis’teki parti sayısını da azaltabileceklerini düşünüyorlar.
Ve asıl korku da sanıyorum şu andaki iktidar koalisyonunun TBMM’de çoğunluğu kaybetme ihtimalinin ciddi bir olasılık olarak belirmiş olması.
Elbette daha seçime çok var ama ekonominin genel gidişatı, işsizliğin giderek artması, ekonominin küçülmesi gibi "tencere" problemleri, iktidar ortaklarına da korkulu rüya gördürüyor olmalı.
Recep Tayyip Erdoğan’ın ikinci tura kalsa da seçimi kazanacağına iman etmiş görünseler de TBMM çoğunluğunu kaybetmenin maliyetini hesaplıyor olmalılar.
Birinci turu kazanamamış, o arada TBMM’deki çoğunluğunu da kaybetmiş bir Recep Tayyip Erdoğan’ın psikolojik üstünlüğünü rakibine kaptıracağını söylemek için siyaset bilimci olmaya gerek yok.
Belediye seçimlerinde çok kullandıkları "eli – kolu bağlanmış başkan" tehdidinin, böyle bir durumda Erdoğan’a yönelmesi kaçınılmaz.
Nuray Babacan’ın haberine göre seçim bölgelerinin sayısının arttırılması ve daraltılması da gündemdeymiş.
Seçim çevresinin bu yolla daraltılması, seçim sistemi böyle kalırsa büyük partilerin avantajlı olacağı sonuçlar verir.
Başkanlık sisteminin gerektirdiği gibi yasama yetkisine sıkıca sahip çıkacak bir TBMM kurmak istemediklerini bildiğimiz için, milletvekili adaylarının parti merkezleri tarafından tayin edilmesi uygulamasının devam edeceğini de varsayabiliriz.
Yani uzun lafın kısası şu: Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu değişecek ama bu, daha iyi işleyen bir başkanlık sistemi ve daha geniş bir demokratik temsil için değil, Recep Tayyip Erdoğan’ın bir beş yıl için daha seçilebilmesi beklentisiyle yapılacak.
Olur da Erdoğan seçimi kaybederse de bugüne kadar Erdoğan için yaptıkları her şeyin dönüp kendilerini vurduğunu görünce, pişman olacaklar.
Kişiye göre Anayasa değiştirmenin, kanunları kesip biçmenin her hangi bir ülkeye faydası bugüne kadar görülmüş değildir.
Bu tür değişiklikler iktidar nimetlerinden nemalanan belli bir çevrenin, bu düzenini sürdürmek amacıyla yapılır.
Ve zaten bu tür değişikliklerin kişiye göre yapıldığı ülkelerin hiçbirinde demokrasi de yoktur.
* * *
Operet devletinde casuslar cirit atıyor
Memleketimizin savcılarına bakılırsa, Türkiye Cumhuriyeti, bir operet devletine dönüşmüş gibi görünüyor.
Önüne gelen devletin gizli kalması gereken bir bilgisini, belgesini ele geçirip, siyasi – askeri casusluk yapıyor.
İşin ilginci bu casusların hemen hepsi gazeteci.
Tabloya bakınca şöyle düşünmek mümkün: Gazetecilikte para kazanılmayınca ek iş olarak casusluk gözde bir meslek oldu!
Yalnız bir tuhaflık var ki bu casuslar elde ettikleri bilgileri kimseye satmıyorlar.
En azından savcılar çıkıp "şu bilgi, bu kişiye satıldı - verildi" diye bir şey söylemiyor.
Daha da ilginci, bu casuslar elde ettikleri bilgileri yayımlasalar da tutuklanıyorlar, yayımlamasalar da tutuklanıyorlar.
Mesela; şehit MİT görevlisinin cenazesini haber yapan Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Hülya Kılınç, Ferhat Çelik, Aydın Keser, Erk Acarer, Murat Ağırel ve CHP Akhisar Belediyesi Basın Birimi görevlisi E.E. hakkında, 7 yıldan 18 yıla kadar hapis cezası isteniyor.
Dün de Odatv Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız ile TELE 1 Ankara Temsilcisi İsmail Dükel gözaltına alındı.
Onların suçu ise kendilerine gelen bilgileri haber yapmamakmış!
Yani haber yapsan da içeri gireceksin, haber yapmasan da!
Bu bilgiyi de savcılığın açıklamasından önce Sabah gazetesinden öğrendik. Sadece bu bile siyasi amaçlı bir gözaltı işlemi olduğunu gösteriyor zaten.
Şimdi adını hatırlamıyorum, eski adalet bakanlarından biri vaktiyle savcı ve hakimlerin her demokratik açılıma karşı başka bir kanun maddesi bulduklarından yakınmıştı.
Son günlerin moda suçlaması "siyasi ve askeri casusluk" da böyle bir şey.
Reform paketleri çıktı ve gazetecileri abuk sabuk suçlamalarla içeri tıkma olanağı kalmadı, savcılar da bu casusluk maddesini keşfetti.
Tabii bu suçlamadaki "siyasi casusluk" nasıl bir şey, onu hiç anlayamıyorum.
Siyaset erbabıyla görüşüp, gelecekte neler olabileceğini öğrenmek bir politik muhabirin tanımlanmış görevleri arasındadır. Şimdi bu casusluk mu sayılıyor?
Anlayamadığım diğer konu askerin "bu nasıl suçlama, biz namusumuza sahip çıkamıyor muyuz ki bu kadar casus var" diye sormuyor olması.
Herkese normal geliyor yani.
Dedim ya TC bir tür operet devletine dönüşmüş, her yer delik deşik, ortada sır filan kalmıyor.
Allahtan savcılar var.
Keşke bir de bu casusların, kime casusluk yaptığını öğrenebilseler!
* * *
Şeyma Subaşı denince aklıma geldi
Şeyma Subaşı’nın bankadaki hesap hareketlerini görüntüleyip, paylaşan bankacı "3 yıldan, 9 yıla kadar hapis" istemiyle yargılanıyor.
Fulya A.’ya yönelik suçlama "Kişisel verilerin kaydedilmesi ve bu verileri hukuka aykırı olarak vermek."
Yargılama devam ediyor, onun için bu haber ile ilgili bir yorum yapmayacağım.
Hem sizlerin hem de savcıların dikkatine getirmek istediğim bir konu var. Ben de Şeyma Subaşı’nın kişisel hakları ile ilgili bu haber vesilesiyle tekrar hatırladım.
Hatırlarsınız, yerel seçimlerden önce İsmail Küçükkaya moderatörlüğünde Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım bir televizyon tartışmasında buluştular.
Besleme basın, daha sonra Küçükkaya’nın İmamoğlu ile önceden buluşup, bu programa hazırlandığını ve Binali Yıldırım’a haksızlık yapıldığını iddia etti.
Buna kanıt olarak da Taksim’deki Marmara Oteli’nin güvenlik kamerası kayıtlarını yayınladılar.
İçişleri Bakanlığı, bu programdan altı ay önce bir genelge yayınlamış ve güvenlik kamerası kayıtlarının sızdırılmasının kişisel verilerin gizliliğini ihlal olduğunu belirtmişti. Bakanlık, bunu yapanlar hakkında adli ve idari soruşturma açılmasını istiyordu.
Genelgede, "güvenlik kamerası görüntülerinin paylaşılması, yetkisiz kişiler tarafından elde edilmesi, kullanılması ve ifşasının önlenmesi amacıyla bina, apartman, kamu ve özel sektör yöneticileri ile şoför esnafı bilgilendirilecek ve uyarılacak. Güvenlik kamerası görüntülerini paylaşanlar hakkında adli ve idari soruşturma başlatılacak" deniliyordu.
Şeyma Subaşı haberini okurken, bu genelge ve Küçükkaya’nın kişisel verilerinin korunması hakkı aklıma geldi! Taksim Marmara Oteli’nin güvenlik kamerası kayıtlarını sızdıranlar hakkında "adli ve idari işlem" yapıldı mı?
İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, "kişisel verilerin korunması kanununun bu yolla ihlali" için kıllarını kıpırdattı mı?