22 Ağustos 2023

Dostlar toplu sözleşmede görsün!

Nasıl olabiliyorsa bütün bu tiyatroya toplu sözleşme görüşmesi adı veriliyor, sendikacılar dekoru tamamlıyor

Memur sendikaları ile kamu işvereni arasındaki toplu sözleşme görüşmelerinin üçüncüsü bugün yapılacak.

Bu toplu sözleşme döneminde de memurları temsile yetkili sendika Memur-Sen.

Memur olarak bazı şeyleri göze almadan bir başka sendikaya üye olabilmeniz zaten mümkün değil.

Uslu bir sendika diye de tarif edebilirsiniz, isterseniz sarı sendika da diyebilirsiniz.

Eski başkanları AKP’den milletvekilliği bile yapmıştı, darısı şimdiki başkanın başına da yağacak mı, göreceğiz.

Şimdi dostların toplu sözleşme görüşmelerinde göreceği bir dönemden geçiyoruz.

Senaryosu önceden yazılmış bir oyun ve iki yılda bir aynı rejisör ve aynı oyuncular tarafından sahneleniyor.

Önce Memur-Sen yetkilileri sert çıkıyorlar.

Bu yıl olduğu gibi!

Başkan Ali Yalçın, bu yıl kapıyı 30 bin liradan açtı.

"Bugün memurda 30 binin altında alan bir adamın hayatta kalma şansı yok. 30 binin altında olmaması gerekir. Kiraların bu kadar arttığı yerde memur nasıl ayakta kalabilecek? Bu ücretlerle bu saatten sonra ev ve araba alma şansı yok. 30 binin altında olmaması, üstünde olması gerekir" dedi.

Bu açıklamayı okuyup, peşin parayı görünce borçlanan olmadı ama.

Çünkü memurlar da biliyor ki bu bir “ön sevişme” adımı.

Bunu kamu işverenlerinin resmi teklifleri takip ediyor ve “sendika” bu teklifleri kabul etmiyor.

İlk iki toplantıda böyle olmuştu, tıpkı bundan öncekilerde olduğu gibi.

Bugün de üçüncü toplantı yapılacak ve oyun kitaba uygun olarak oynanmaya devam edecek.

Anlaşamayacaklar, araya Kamu Görevlileri Hakem Kurulu girecek ve bir de bakmışsınız ilgili bakanlar, sendika başkanı filan toplanmış, toplu sözleşme imzalıyor.

Hakem kurulu” dediysem, bunlar da futbol hakemi gibiler; “gördüklerini” değil, kendilerine söyleneni çalıyorlar!

Bu kurulun 11 üyesi var, 6’sını seçecek insanları bizzat Cumhurbaşkanı seçiyor.

Geri kalan 5 üye de yine hükümet kontrolündeki sendikalardan seçiliyor.

Eşitlik halinde başkanın iki oyu var, onu seçmeyi de elbette kimselere bırakmıyorlar, hükümet tarafından belirleniyor.

“Anlaşmazlık halinde” bu kurul kararı veriyor, kararı kesin.

Bu kararı beğenmeyen memur sendikalarının grev hakkı da yok zaten.

Nasıl olabiliyorsa bütün bu tiyatroya toplu sözleşme görüşmesi adı veriliyor, sendikacılar dekoru tamamlıyor, sonra hepsi makam arabasına binip Ankara sokaklarında kayboluyor.

Mış gibi yapmanın” Ala Turka versiyonu yani.

--------------------------------

Suç, sesin sahte olmasında!

MİT, yapay zekâ uygulamalarını kullanarak Cumhurbaşkanı’nın sesini taklit ederek iş adamlarından para sızdırmaya çalışan bir kişi ile ilgili istihbarat aldı ve Türk polisi, adamı eliyle koymuşçasına buldu, yakaladı.

Polisin yakaladığı kişiye Emniyet’e götürürken “çektirdiği” fotoğrafı gördüm. Karga tulumba mı denir, nasıl tarif edilir, bilemedim.

Normal olarak elleri arkasından kelepçeli zaten, onca polisin içinde kaçacak hali de yok, niye böyle bir şiddete maruz bırakılıyor, anlamak zor.

Efrada kötü muamele” böyle başlar ama artık çok önemsenmiyor sanıyorum. Bir tür polis devletinde yaşıyoruz çünkü.

Zanlı, yapay zekâ uygulamalarını kullanarak Erdoğan’ın sesini taklit etmiş ve dolandırıcılığa kalkışmış.

Anlaşıldığı kadarıyla başarılı olamadan da yakalanmış. Buna savcı ve hâkim karar verecek artık.

Böyle bir dolandırıcılık yöntemi mesela Almanya’da olabilir mi diye düşünelim istedim.

Şansölyenin sesini taklit edip, Herr Krupp’tan şu kadar milyon Euro’nun, yurt dışı operasyonlarda kullanılmak üzere şu hesaba aktarılmasının istenmesi gibi.

Ya da Birleşik Krallık’ta, İsveç’te, Yunanistan’da vs.

Olmaz çünkü böyle şeyler demokratik hukuk devletlerinde rutin değil.

Bizde olabiliyor çünkü herkes biliyor ki böyle bir talep gelebilir.

İhalelerden tutun da hangi gazetenin ne kadar ilan alacağına bile merkezi otorite tek başına karar verebilir ve buna uymayanın vay geldi başına!

Tıpkı kendisine polis ya da MİT ajanı süsü veren telefon dolandırıcılarının, hukukun adamına göre eğilip bükülebildiği bu sistemden yararlandıkları gibi.

Düşünün bir telefon geliyor, arkada siren sesleri, telsiz tıkırtıları filan da var ve sert bir ses diyor ki “hesabınızı terör örgütü ele geçirdi, çabuk paraları çek bize getir.”

İnsanların da eli ayağına dolanıyor haliyle.

Çünkü herkes bu olay gerçekten olduysa, derdini anlatana kadar sürüm sürüm sürüneceğini biliyor.

Dolandırıcılığın zeminini yaratan şey, Türkiye’nin artık bir hukuk devleti olmaması.

İnsanların haklarını hukuk yoluyla arayamayacaklarını, başlarına her şeyin gelebileceğini biliyor olmaları.

OECD raporun göre Türkiye’de yargıya güven yüzde 33’e kadar düşmüş.

Evet, sahte sesle dolandırıcılık yapmak kuşkusuz ki bir suç ama gel de Tagore’u hatırlama:

Aleve aydınlığı için teşekkür et ama tükenmeyen bir sabırla gölgede durarak lambayı tutanı da unutma!”

Elbette dolandırıcılık, teşekkür edilecek bir durum sayılmaz tabii ama bu dolandırıcılık gerçek sorumlunun kim olduğunu hatırlatır diye uysa da uymasa da aktarayım dedim.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

“Sivil siyaset” daha ne yapsın?

Takılmış plak gibi hep aynı şeyi çalıyor: Sivil Anayasa, sivil Anayasa! Mevcut olanın neresini “askeri” buluyor, onu söylemiyor. Aslına bakarsanız tek bir derdi var: Bugünkü tek adam rejimini kalıcı hale getirebilmek!

Amaç ajan yakalamak değil, eleştiriyi susturmak

Türkiye’nin ekonomik, toplumsal ve kamu düzenini “eleştiri kisvesi altında” kötüleyerek “kara propaganda yapmak” casusluk gibi değerlendirilip, cezalandırılacak. Memlekette o kadar çok ajan cirit atıyordu ve savcılar da elleri kolları bağlı onları seyrediyordu ki artık bu bir problem olmaktan çıkacak. Neyin “kara propaganda”, neyin “eleştiri”, neyin “haber” olduğuna da doğal olarak onlar karar verecek

Taslak bir varmış, bir yokmuş!

Kamuoyunu aylarca meşgul eden partilerden hiçbiri, hazır Numan Bey oraya kadar gelmişken “Buyurun biz özgürlükçü bir Anayasa taslağını zaten hazırlamıştık” demiyor. Üstelik şu anda TBMM’de bulunan altı partinin üzerinde fikir birliği ettiği, uzlaştığı bir metin bu. Altılı Masa'yı oluşturan bu partiler, seçimi kazanamayınca zor zahmet hazırladıkları taslaktan vaz mı geçtiler?