Cumhurbaşkanlığı’na ayrılan 2,8 milyar liralık bütçenin ayrıntıları belli oldu, haberi Cumhuriyet’te okudum.
Buna göre Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın aylık brüt maaşı yüzde 26 artışla 74 bin 500 lira olacak.
Böylece, parlamenter sistemde belirlenen 2018 bütçesine göre brüt 59 bin lira maaş alan Erdoğan, başkanlık sistemine geçince brüt maaşını 74 bin 500 TL’ye çıkardı.
Başkanlık sistemine geçince bütün yük omuzlarına bindi tabii, maaşının artması normal.
Ayrıca artışın yüzde 26 oranında olması da beni mutlu etti.
Demek ki önümüzdeki yıl için benim gibi emeklilere ya da kamu personeline yapılacak zammın oranı da bu kadar olmalı.
Cumhurbaşkanı, eminim maaş zamları gündeme geldiğinde Maliye’ye şöyle seslenecektir: “Benim vatandaşımın zammı, benimkinden az olmamalı.”
Saray’ın toplam bütçesinin 2,8 milyar gibi bir rakama ulaşması ise göz kamaştırıcı.
Bu paranın 233,5 milyon lirası Cumhurbaşkanlığı bünyesinde kurulan “ofislere” ayrılmış.
Danışmanlara da buna yakın bir para ödeniyor olmalı.
İşte bunun tam bir israf olacağını düşünüyorum.
Başımızda Recep Tayyip Erdoğan gibi bir Cumhurbaşkanı var.
Her şeyi o biliyor, her şey ona soruluyor, o ne derse o oluyor.
Kupon arsaların satışından tutun da, hangi iş adamının kucaklanarak vakıflara bağış yapmaya götürüleceğine kadar her konuda son söz onun.
Ve o bütün bu işleri sadece 74 bin 500 lira brüt maaşla yapabiliyor.
Saray’ın içinden bir kaynağıma sordum, bu danışmanlara, ofisçilere filan bir şey danışılıyor mu diye.
Öğrendim ki danışılmak bir yana bazıları Cumhurbaşkanı’nı bizim gibi ancak televizyonda görebiliyormuş.
O zaman bütün bu bütçenin bu işe yaramaz kalemlere harcanmasına ne gerek var?
Bence Cumhurbaşkanı’nın maaşına bir 100 bin lira brüt zam daha yapalım ve ofisleri kapatıp, danışmanlara yol verelim.
Artan parayla belki yaş engeline takılıp emekli olamayanlara da kaynak çıkar, kim bilir?
***
Gerçekten de Danıştay’a ne gerek var?
Dün Saray’da “Şura-yı Devletten Danıştay’a” konulu uluslararası bir sempozyum vardı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın her konuda olduğu gibi bu konuda da değişik fikirleri var ve sempozyum açılışında bir konuşma yaparak bunları bizimle paylaştı.
Şöyle diyor:
“Şura-yı Devlet anlamı çok güzel içeriği ile muhteşem. Danıştay, o da başka. Bu işten iyi anlayanlar Şura-yı Devlet nedir, Danıştay nedir, inanın içinden çıkamazlar. Şura-yı Devlet devletin danışması ya da danıştığı organ.”
Neyin içinden çıkılamadığını anlayamadığımı belirteyim önce.
Şura-yı Devlet, Osmanlı İmparatorluğu'nda, günümüzdeki Danıştay'a karşılık gelen yüksek yargı kurumudur.
Dolayısıyla içinden çıkılamayacak bir durum pek yok.
Şura-yı Devlet üyelerini Padişah tayin ederdi, Danıştay üyelerini ise Cumhurbaşkanı tayin ediyor.
Eskiden de Padişah’ın canını sıkacak karar fazla çıkmazdı, şimdi de öyle oluyor.
Arada 'Andımız' kararları gibi kararlar çıkıyor ama üzülmeyi gerektiren bir durum yok, sonunda Genel Kurul’a gider, yine Saray’ın istediği karar çıkar.
Ama belli ki Cumhurbaşkanı için bu bile fazla geliyor.
Bakın ne diyor:
“Yargı yetkilerini aşmamaya özen göstermeli. Yasa koyucu gibi hareket etmek asla doğru değildir. Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini hazırlamadan önce biz kalkıp Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile ilgili de Danıştay'dan izin alacak, müsaade alacaksak. O zaman ben bu makamda durmayayım. Çekeyim gideyim. Kusura bakmayın da benim yanımda hukukçusu var, medeni hukukçusu var.”
Demek ki neymiş?
Danıştay’a gerek yokmuş. Cumhurbaşkanı’nın yanında zaten “hukukçusu, medeni hukukçusu” varmış!
Eskiden de siyasi iktidarlar, kim olursa olsun Danıştay’ın varlığından pek hoşnut olmazlardı.
Bugün durum değişti, Danıştay üyelerini bizzat siyasi iktidar tayin edebiliyor ama belli ki bu bile fazla geliyor!
***
En büyük asker, bizim asker!
Son zamanlarda en çok güldüğüm haber Sözcü’de yayımlandı.
Habere göre, MHP Bolu İl Başkanı olduğu tarihte, Zeytin Dalı Operasyonu’na katılmak üzere Afrin’e gönderilmek için dilekçe veren ve imza kampanyası başlatan şahıs askere gitmiş.
Haberi okuyunca işte dedim, analar ne yiğitler doğuruyor!
Sürpriz haberin sonundaydı.
MHP’li eski başkan askere gitmiş ama “bedelli” olarak, üç haftada terhis olmak üzere!
Acaba askere giderken yakınları konvoy kurup, “En büyük asker bizim asker” diye bağırdılar mı?