06 Ocak 2021

Bir metafor ete kemiğe böyle büründü

Kapı, tutuklanıp, kelepçelenerek, kendi parmaklıklarının ardına atılmış oldu

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen gün Fikri Sağlar'ın sözleri üzerine "CHP zihniyetinin faşizan anlayışının yansımasıdır" dedi.

Boğaziçi Üniversitesi'nin kapısının, öğrenciler içeri girmesin diye kelepçelendiğini yansıtan fotoğrafları görünce "bu da herhalde AKP zihniyetinin faşizan anlayışının yansımasıdır" diye düşünmeden edemedim.

Böylece Boğaziçi Üniversitesi'nin demir kapısı da tarihe geçmiş oldu.

İlk bakışta sıradan bir demir kapı bu. Metal profillerin birbirlerine kaynatılmasıyla oluşturulup, devlet ciddiyetine yakışır şekilde griye boyanmış bir demir kapı.

Benzerlerine dünyanın birçok yerinde rastlayabiliriz.

Ama bu kapı artık çok özel.

Bu kapı, polis tarafından tutuklanarak, kelepçelenen ilk kapı.

Polis de şaşırmış olmalı kelepçeyi takarken: Ters kelepçe yapmak istese, nasıl başaracak? Yere yüzüstü yatırmasına da olanak yok ki diziyle sırtına da bastırsın.

Öte yandan kapıyı kelepçeleyip, tutukladıktan sonra demir parmaklıkların ardına atmaya da olanak yoktu, çünkü kendisi zaten demir parmaklıklıydı.

Kapı, tutuklanıp, kelepçelenerek, kendi parmaklıklarının ardına atılmış oldu.

Böylece "üniversitede bilimin gelişmesi için şart olan özgür düşünceye kelepçe vuruldu" cümlesinde bir metafor olarak kullanılan "kelepçe", ete kemiğe de bürünmüş oluyor.

Tabii her mef'ulün bir faili de vardır: Buradaki fail de AKP zihniyeti.

Ve bu zihniyet de faşizan eğilimler gösteriyor.

"Kelepçelenen kapı" bunun bir yansıması.

Seçimle işbaşına gelmiş belediye başkanlarının, belediye meclisi üyelerinin görevden alınıp, yerlerine devlet memurlarının getirilmesi şeklinde ortaya çıkan darbeci yaklaşımı bu zihniyetin bir başka boyutu.

Rejimin düşman bellediği bazı sembol isimleri, hukuku ters yüz etmek pahasına ısrarla hapiste tutma çabası, bu faşizan zihniyetin sonucu.

Bu tür rejimlerin, en belirgin özelliği, kendilerini güçlü ve her şeye muktedir gördükleri oranda tedirgin olmalarıdır.

Güç hissi büyüdükçe, tedirginlik artar.

Şu anda AKP zihniyetinin yaşadığı sorun bu.

Öğrencileri, öğretim üyelerini üniversiteden uzakta tutabilmek için kelepçeden medet ummalarının nedeni de bu.

* * *

İnsanoğlu gariptir, her sözü kaldırmaz

Fikri Sağlar'ın sözlerine Hakimler ve Savcılar Kurulu da alınganlık gösterdi.

Bunun için yaptıkları açıklamada şöyle deniliyor:

"Giyim, kuşam, yaşam biçimi, etnik kimlik gibi çoğaltılabilecek nedenlerle hakim ve savcıların tarafsızlığına gölge düşürecek açıklamalar, 100 yaşına girmeye hazırlanan Cumhuriyetimize ve demokrasi kazanımlarına ters düşecek; birlik olma, beraber olma ve millet olma şiarımıza uygun olmayacaktır."

Tabii ilginç bir durum bu, onun için de buraya not edeyim istedim.

HSK, hakim ve savcıların tarafsızlığına gölge düşürecek açıklamalar konusunda çok hassas ama bizzat hakim ve savcıların tarafsız olmadıklarını fütursuzca ortaya koymaları karşısında hiç hassas değil.

Tarafsızlıklarını korumaktan daha çok, bunun olmadığının söylenmesine odaklanmış görünüyorlar.

Oysa şu anda sokaktan geçen 100 kişiyi çevirip sorsak, Fikri Sağlar'ın sözlerinin farklı versiyonlarını dinleyebiliriz.

"Hakim ve savcıların tarafsızlıklarına güvenmiyorum, çünkü" diye başlayan ve devam eden cümleler!

Mesela ben güvenmiyorum çünkü bağımsız değiller.

Güvenmiyorum çünkü HSK'nın başkanı Adalet Bakanı gibi siyasi bir kişilik. Bu da yetmiyor, Adalet Bakanı'nın yardımcısı da kurul üyesi.

Bu da yetmiyor, üyelerinin dördü partili Cumhurbaşkanı tarafından doğrudan atanıyor.

Partili Cumhurbaşkanı, TBMM'de kendi partisine bağlı milletvekillerine 7 kişi daha seçtirtiyor.

Etti mi 13 kişi. Zaten bu kurulun üye sayısı da bundan ibaret.

Öte yandan, bu kurula güvenmiyorum çünkü, iktidarın beğenmediği türden karar veren hakimler, daha tayin dönemi gelmeden görevden alınıp, başka kentlere tayin edilebiliyorlar. Sayısız örneğini yaşadık, yaşıyoruz.

Savcılar deseniz, hakimlerden daha kötü, tamamen güvencesizler.

Hakim ve savcıların tarafsızlığına güvenmiyorum çünkü muktedir öyle istiyor diye Anayasa'yı ve kanunları çiğnemekte tereddüt etmeyenler var aralarında.

HSK'nın durumu, başlıkta da yer alan ve Türkiye'de sıkça hatırladığımız durumları aydınlatan bir halk deyişine cuk oturuyor: İnsanoğlu gariptir, her lafı kaldırmaz!

Deyişin ikinci bölümünü de bilenler, bilmeyenlere söylesinler lütfen ama yüksek sesle değil tabii. Ne olur, ne olmaz!

* * *

Ömer Çelik'i Allah korudu

AKP Sözcüsü Ömer Çelik, önceki gün düzenlediği basın toplantısında şunu söyledi:

"Türkiye, DEAŞ ile mücadele eden yegâne terör örgütüdür. Türkiye, PKK ve tüm terör örgütleriyle de mücadele eden yegâne terör örgütüdür."

Bu sözlerini okuduğumda "Ömer Çelik iyi ki CHP'li filan değil" diye düşündüm.

Eğer CHP'li, İyi Partili, DEVA'lı ya da Gelecek Partili olsaydı, bütün dünyada tarafsızlığı ile tanınan yerli ve milli savcılarımızdan biri soruşturmayı re'sen (*) başlatmıştı.

Gazeteci kılığına girip, yandaş medyada kalem sallayan troller de bir ağızdan verip veriştiriyorlardı:

"Dil sürçmesi deyip geçilmesi mümkün değildir. Psikanalitik açıdan dil sürçmesi, bilinçdışı öğelerin, bilinç alanına çıkmasına vesile olur."

Mesela Mehmet Barlas, içlerinde en çok okumuş birisi olduğu için şu alıntıyı bulup, aktarabilirdi:

"Robsert W. Crapps, 'Tarihsel bilinç' isimli makalesinde 'Dil sürçmesi gerçekte bir kaza değildir. O hem bilinç hem de bilinçdışı özellikler taşıyan, kişiliğin ortaya çıkmasını sağlayan bir fonksiyona sahiptir' demişti."

Freud da elbette unutulmayacaktı.

Dil ile aktarılan her bilgi parçacığı içerisinde bilinçdışı öğeler bulunduğuna dikkat çekilecek; bireyin "kabullenmekte" zorluk çektiği birçok düşüncenin, bilinçdışı mekanizmalar tarafından "örtük" bir şekilde ifade edildiği anlatılacaktı.

Yazı, dil sürçmelerinin bu örtük ifade biçimlerinden biri olduğuna işaret ederek sonlanacaktı.

Doğrusu isterseniz, bütün bunları düşününce Ömer Çelik sanki benmişim gibi soğuk ter içinde kaldım.

Allahtan Ömer Bey, AKP'liydi de bunlar başına gelmedi.



(*) Gazetelerde ve internet sitelerinde bu kelimenin "resen" diye yazıldığına tanık oluyorum. Bir uyarı yapayım istedim: "Resen", Farsçadan Türkçeye geçmiş bir kelimedir, ip, urgan, halat anlamına gelir. "Re'sen" ise Arapça'dan Türkçeye geçmiştir; "kimseye bağlı olmadan, kendi başına" anlamına gelir. Hukukta, savcı ya da hakimlerin, "bir isteğe bağlı olmadan kendi başına karar vermesi" anlamında kullanılır.

Yazarın Diğer Yazıları

Amaç ajan yakalamak değil, eleştiriyi susturmak

Türkiye’nin ekonomik, toplumsal ve kamu düzenini “eleştiri kisvesi altında” kötüleyerek “kara propaganda yapmak” casusluk gibi değerlendirilip, cezalandırılacak. Memlekette o kadar çok ajan cirit atıyordu ve savcılar da elleri kolları bağlı onları seyrediyordu ki artık bu bir problem olmaktan çıkacak. Neyin “kara propaganda”, neyin “eleştiri”, neyin “haber” olduğuna da doğal olarak onlar karar verecek

Taslak bir varmış, bir yokmuş!

Kamuoyunu aylarca meşgul eden partilerden hiçbiri, hazır Numan Bey oraya kadar gelmişken “Buyurun biz özgürlükçü bir Anayasa taslağını zaten hazırlamıştık” demiyor. Üstelik şu anda TBMM’de bulunan altı partinin üzerinde fikir birliği ettiği, uzlaştığı bir metin bu. Altılı Masa'yı oluşturan bu partiler, seçimi kazanamayınca zor zahmet hazırladıkları taslaktan vaz mı geçtiler?

Kamu kaynaklarıyla vakıfçılık bitecek mi?

TÜGVA, Okçular Vakfı, Türken Vakfı, Ensar Vakfı gibi birçok vakıf var ki bunların gelirleri büyük ölçüde kamu kaynaklarından oluşuyor. Bu vakıfların hiçbiri Erdoğan ailesinin gelirleriyle kurulmadı, faaliyetlerini de böyle sürdürmüyor. Büyük ölçüde kamu ile iş yapan iş adamlarının yardımlarından besleniyor, kamuya ait binaları, kaynakları kullanıyorlar