MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “soysuz, şerefsiz” gibi zarif kelimelerle de süslediği grup konuşmasında, “partisinin muhalefette” olduğunu söyleyince, çözmek için uğraşacağımız bir bilmecemiz oldu.
Devlet Bahçeli acaba bu kez ne demek istedi?
Ahmet Davutoğlu’na bakarsanız, bu ittifakın bozulması için gerekli sürecin birinci adımı.
Bildiği bir şey mi var, yoksa bir temenniyi mi dile getiriyor, göreceğiz.
Önce Bahçeli’nin tam olarak ne dediğini kayda alalım:
“Milliyetçi Hareket Partisi, Cumhur İttifakı’nın bir ortağı olsa da işlevi ve üstlendiği demokratik sorumluluğu muhalefettir, bunun yanı sıra TBMM’de denge ve denetleme göreviyle mesuldür.”
Bahçeli, Türkiye’yi bugün içinden çıkılması çok ama çok zor bir Anayasal krizin içine sürükleyen o meşhur konuşmasını da aynen böyle “pat diye” yapmıştı.
“Erdoğan Anayasa’ya uymuyorsa, Anayasa’yı Erdoğan’a uyduralım” diye ortaya atıldığında da bunu neden yaptığını anlamakta ilk başta çok güçlük çekmiştik, hatırlarsınız.
Bugün muhalefet politikacılarına söylediği sözler kadar ağırlarını Erdoğan için söylemişti ve birden tam aksi istikamete dümen kırmıştı.
Bugün anlıyoruz ki Bahçeli’nin o çıkışı, kendisi ve partisi için çok önemli bir stratejik çıkışmış.
O sayede hem partisini Meral Akşener’e kaptırmadı hem de TBMM’deki dördüncü parti olmasına rağmen, birçok alanda “tek başına iktidarmış gibi” davranabildi.
Onun için Bahçeli’nin bu çıkışının altını çizmekte yarar var.
Bugün ne demek ve ne yapmak istediğini tam olarak anlamakta zorlansak da bu gelecekte atacağı bazı adımların işaret fişeği olabilir.
Koalisyonun büyük ortağının düşüşünün hızlandığını görüp, onunla yuvarlanmamak için pozisyon değiştirmek üzere manevra yapmaya başladığını bile düşünebiliriz.
Benim kişisel izlenimim şu ki Bahçeli’nin Cumhur İttifakı’nı dağıtmaktan bir çıkarı yok.
İçinden çıkan parti onu neredeyse ikiye katlamış durumda ve Türkiye’yi böyle bir Anayasal krizin içine soktuktan sonra “pardon” demesinin de bir inandırıcılığı yok.
İttifak içinde kalmak, Bahçeli’nin ve partisinin hayatta kalabilmesinin tek yolu gibi görünüyor ve Millet İttifakı’nın kapıları da ona sımsıkı kapalı.
Onun için AKP ile ittifakı seçimden önce bozabilmesine olanak yok.
Ancak bu çıkışın bir anlamı da mutlaka olmalı.
Özellikle de “TBMM’de denge ve denetleme göreviyle mesul olduğunu” söylemesinin bir tek anlamı var:
Erdoğan’a, MHP’yi küçük görerek ya da yok sayarak TBMM’de hareket edemeyeceğini tekrar hatırlatmak!
Belli ki henüz kamuoyuna yansımamış, bizim bilmediğimiz bir sıkıntısı var.
Erdoğan’ın bu sözlerin gereğini yerine getireceğinden kuşku duymamak gerek.
Arkasında MHP olmadan Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanma hayalini bile kuramayacağını Erdoğan da biliyor.
Erdoğan gibi “dediğim dedik” bir politikacının, kendisini böyle kısıtlı hissetmesinin ruhunda ne fırtınalar yarattığını tahmin edebiliriz.
Ancak siyasi gerçekçiliğinin, bu fırtınayı dizginleyeceğini söylemek falcılık sayılmaz; Bahçeli muradına erecektir!
***
Yanlış bildiğini de bilmiyor!
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Atatürk'ü anmak için düzenlenen törende şunu söyledi:
“Eğer bu ülkede Gazi’nin bölgemizi ve dünyayı kucaklayan siyasi, diplomatik, ekonomik, askeri mirasına sahip çıkan biri varsa o da biziz.”
Erdoğan, biliyorsunuz kitap filan okumayı da sevmiyor ve arkadaşlarının yaptığı özetler ile yetiniyor.
Bu sözlerini okurken “demek ki” dedim, “arkadaşları Atatürk ile ilgili hiç kitap okumamış, Erdoğan için de bir yönetici özeti çıkarmamışlar.”
Ya da okudukları kitaplar, tarihçi zannettikleri Fesli Kadir gibi tiplerin yazdıklarından ibaret; öğrendiklerini zannediyorlar ama hiçbir şey bilmiyorlar!
Şöyle yüzeysel bilgilere bile sahip olsalardı mesela bugün Mısır ve İsrail’i, Türkiye karşıtı kamplara iten politikaları uygulamazlardı.
Obama’nın gazına gelip, Suriye’deki kardeş kavgasına bulaşmazlar, komşuda çıkan yangına elde benzin bidonuyla koşmazlardı.
“Dünyayı ve bölgemizi kucakladığını” söylüyor ama Kurtuluş Savaşı’nda “yedi düvelle” savaştıktan sonra, herkesle barış içinde ileriye bakmayı başarmış bir liderin fikri mirasını takip etmiş olsaydı, Türkiye, kendi müttefikleri tarafından bile dışlanan bir ülke olmazdı.
Ekonomik mirasına sahip çıksaydı, bugün Türkiye, tarım ürünleri ithal etmiyor olurdu.
İktidarda bulundukları 18 yılda Türkiye’yi, tarım ürünlerinde dışarıya tam bağımlı hale getirdiklerini hatırlamıyor sanırım.
Bırakın Atatürk’ün siyasi, diplomatik, ekonomik, askeri mirasına sahip çıkmayı; fiziki mirası Atatürk Orman Çiftliği’ne bile sahip çıkmadınız, çiftliği bin odalı saray için yok ettiniz.
Bu tür törenlerde nutuk atmak için bence başka konular bulmalı ki söylediğiyle yaptığı birbirini tutabilsin.
***
Biraz geç anladı ama olsun
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 2022 yılı bütçe teklifi, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülürken, Bakan Pakdemirli “yangın uçağı alımı için” 2 milyar 400 milyon TL kaynak ayırdıklarını söyledi.
Bakan’ın bütçesini ne kadar ciddiyetle yaptığını anlamak için şunu da aktarayım:
Bu kaynak bütçede görünmediği için muhalefet milletvekilleri “bütçede kaynak görünmüyor” deyince, “ek bütçede” diye yanıt vermiş.
Ancak “peki ek bütçe nerede” sorusuna ise yanıt vermemiş.
Ağustos ayındaki yangınlar sırasında Marmaris’te düzenlediği basın toplantısında ise neden uçak satın alınmayarak kiralama yoluna gidildiğini şöyle açıklamıştı:
“4 ay çalıştırdığınız, 8 ay çalışmayacak olan hava filosunu korumak, işletmek, pilot istihdamı yapmak ve kamuda bunları yapmak daha zor olduğu için 40 yıldır sistem bu şekilde işliyor.”
Şimdi uçak almaya karar verdiklerine göre belli ki “sistemin o şekilde işlemesi” doğru değilmiş, zamanında yapılan eleştiriler haklıymış.
Bu yaz 178 bin hektar ormanın yanmasını seyrederken alınan ders de bu olmuş demek ki!