Fetullahçı savcı ve polislerin el ele hazırladıkları Gezi Parkı iddianamesine üzerinden yıllar geçtikten sonra nur yağdı ve dava yeniden açıldı. Bunu biliyorsunuz.
Osman Kavala 21 aydır bu nedenle hapiste yatıyor. Yiğit Aksakoğlu 221 gün hapiste yattıktan sonra evine gidebildi.
657 sayfalık iddianameye göre Gezi Parkı protestoları hükümeti devirmeye yönelik bir faaliyet.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni görevini yapmaktan alıkoymayı amaçlıyor.
Gerçi “darbe yapacaklardan” ele geçirilenler şnorkel, tentürdiyot, gazlı bez, sırt çantası, kitap, pankart yapmak için patiska, patiskaya yazı yazmak için yağlı boya, kuru tişört, saç havlusu gibi şeylerden ibaret ama olsun!
Kimin emir verip, Fetullahçıların iddianamesine “hayatiyet” kazandırdığını biliyoruz.
“Kamu hukuku” adına açılan davanın iddianamesinin başında, savcılığın yazdığı 25 kişilik “Mağdurlar” listesi var.
Çoğunu biliyor, tanıyoruz.
Ama ilginç isimler de var aralarında.
Mesela, 11 Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de desteğiyle demokratik sağ bir parti kuracağı konuşulan Ali Babacan.
Bu parti çalışmalarında Ali Babacan ile birlikte hareket eden Prof. Dr. Beşir Atalay, Sadullah Ergin, Mehmet Şimşek, Nihat Ergün de iddianamede “mağdur” gösterilenler arasındalar.
Nasıl bir zarar görmüşler, niye mağdur olmuşlar bilmiyoruz.
Bitmedi. Kendisi bir saray darbesiyle devrilirken sesini çıkarmayan ve darbeye boyun eğen eski Başbakan Ahmet Davutoğlu da, “Gezi’ciler darbe yapacaktı, hükümetimizi devirecekti” diye açılan bu davada “mağduriyeti” öne sürülenlerden biri.
Son yayınladığı demokrasi beyannameleriyle yeniden gündeme gelmişti kendileri.
En tuhaf olan da bence onun durumu.
Gezi protestolarında “hükümeti devireceklerdi” diye mağdur listesine yazılıyor, ama kendisini deviren Saray darbesini tezgâhlayanlar ile ilgili dilekçesi bile yok.
Şimdi buradan sormak istiyorum:
Sayın Babacan, Sayın Atalay, Sayın Ergin, Sayın Ergün, Sayın Şimşek ve Sayın Davutoğlu.
Gezi’nin hükümeti devirmek amacıyla yapılan bir “darbe kalkışması” olduğuna gerçekten inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz?
Demokratlığınızı test edelim diye soruyorum: Bu davada öne sürülen “darbe kalkışması” suçunun varlığını peşinen kabul eden o “mağdurlar” listesine karşı “Hayır, demokratik bir protesto hakkının kullanılması mağduriyet yaratmaz, mağdur değiliz” açıklaması yapacak mısınız, yapmayacak mısınız?
Usul hukukunda yeri olduğu üzere, “mağdur” olarak yazıldığınız için katılabileceğiniz davada mahkemeye “Hayır, mağdur değiliz” diye dilekçe verecek misiniz, vermeyecek misiniz?
***
“Türk olmak” dünyanın en rahat işi
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğumuz için ne kadar şanslıyız!
Devletimiz her şeyi bizim adımıza düşünüyor, ölçüp biçiyor ve bizi büyük bir zahmetten kurtarıyor.
En son olarak RTÜK’ün yönetmeliği değiştirildi.
1 – İnternet üzerinden yayın yapan “video streaming” şirketlerinin yayınları da denetlenecek. 2 – Bu şirketlerin ayrıca yayın lisansı (yani bildiğiniz ruhsat) alması da gerekiyor. İkinciden başlayayım: Bir devlet, bir iş için ruhsat verme yetkisine sahip ise onu geri alma yetkisine de sahiptir.
Yani yakın bir gelecekte Netflix’ten tutun da BluTV’ye kadar bir dizi şirketi bekleyecek tehlike budur.
Gerçi yabancıların çok da umurunda olmaz belki ama internetten yayın yapan yerli platformları iktidarın iki dudağının arasına kıstıracak bir gelişme bu.
Artık muktedirin onaylamadığı bir film filan oynatırsanız kırk katır mı, kırk satır mı, arasında bir tercih yapacaksınız.
Birincisinin anlamı ise çok açık: Biz Türklerin neyi seyredebilip, neyi seyredemeyeceğine iktidarların kontrolü altındaki malum heyet karar verecek.
Çünkü biliyorsunuz Türkler son derece naif, düşünme yeteneğinden yoksun, kendi doğrularını bulmakta sorunlar yaşayan, her türlü çağrıya kendisini kolayca kaptırabilen bir millet.
Bir dizide homoseksüel kahraman varsa, çoğumuz koşarak gidip homoseksüel olmak için sıraya yazılıyoruz. Allah’tan talep çok olunca, herkesi kabul etmiyorlar!
Bir filmde birisi çok içki içerse, meyhaneler insan alamaz hale geliyor.
Bir belgeselde maymunlar çiftleşmeye başladığında ilk aklımıza gelen şey bir avuç fındığı ağzımıza atmak oluyor.
Hele çıplak kadın yok mu? Çıplak bir kadın ekranda belirdiğinde memleket bütün ailevi değerlerini kaybediyor, anaların sütü kesiliyor, çocuklar ana – babalarına düşman oluyor vs.
Çünkü bünyemiz hassas: Ailevi değerlerimiz iki filmle yıkılacak kadar zayıf. Cinsel yönelimlerimiz zaten tahterevalliye binmiş çocuk gibi, bir oraya meylediyor, bir buraya.
Neyi seyredersek bir zarar görmeyiz, hangi kitabı okuyabiliriz bilemediğimiz için mecburen buna devletimiz karar veriyor.
“Kardeşim, bunlar herkese açık kanallar değil, yetişkin insanların neyi seyredebilip, seyredemeyeceğine siz karar veremezsiniz” demek de aklımıza gelmiyor.
***
Bir garip başkanlık sistemi
Cumhurbaşkanlığı sistemi ile ilgili olarak AKP’den yükselen şikâyetleri çözmek için TBMM – Hükümet – Parti arasında koordinasyonu sağlayacak koordinatörler atanacakmış.
Fuat Oktay başkanlığında yürütülen çalışmalar tam gaz devam ediyormuş.
Nuray Babacan’ın Hürriyet’teki haberine göre “imza yetkisi olan koordinatör bakan” da tayin edilecekmiş.
Bu bakan neyi imzalayacak ki yetki de veriliyor, orası meçhul.
Normal olarak başkanlık sisteminde böyle bir makam olmaz.
Bakanlar doğrudan Başkan’a karşı sorumludurlar, ondan başka kimseye hesap vermeleri gerekmez.
Ama birisine “imza yetkisi” veriyorsanız, sorumluluk da yüklüyor olmalısınız.
Sorumluluk yüklediğinizden de hesap sorabiliyor olmalısınız.
Bu nasıl olacak?
Yoksa bu “imza yetkisi” milletvekilleri ve il başkanlarının, bakanlıklarda yapacakları iş takipleri ile ilgili “havale etme yetkisini” mi kapsıyor?
Bir tür Cumhurbaşkanlığı sekreteri gibi yani. İyi ama şu anda o makamda zaten birisi var.
Bir kez daha görüyoruz ki yalap şap kurulmuş bir sistem bu.
Sistem kurulurken tek dert Recep Tayyip Erdoğan’ı mutlu etmek olunca “kervan yolda düzülüyor” ama sistemin garabeti daha da artıyor.
Bu konuya yine döneceğim, fazla uzatıp vaktinizi çalmak istemem.