03 Aralık 2022

Elveda Hıncal Abi

Hıncal Abi kendine özgü bir karakterdi. Etrafı ateş ile sarıldığında kendisini sokan bir akrep de olurdu, iki eli kanda olsa yanınızda bitiverecek birisi de. Ben merhumu iyi bilirdim. Bende çok hakkı vardır, benim hakkım vardıysa da helal olsun, helal olsun, helal olsun. Ölülerimizi rahmetle analım, takdir her zaman esirgeyen ve bağışlayana aittir

Montaigne'e mâl edilmiş bir söz var: "Ölümden niye korkacağım ki? Ben varken o yoktur, o gelince de ben olmayacağım."

Doğru mudur, böyle bir sözü gerçekten söylemiş midir, bilemiyorum. Hıncal Abi hayatta olsaydı, bu yazıyı cuma günü öğle yemeğinden sonra okuyacak ve büyük ihtimalle SMS yazacak ya da üşenmezse arayacaktı: "Oğlum ne demek bilmiyorum, araştırsana, Hasan Bülent'e filan sorsana!"

Ben de onu kızdırmak için muhtemelen şu yanıtı verecektim: Vaktim yok abi! Meslektaşlarımız böyle şeylere titizlenmeyi bırakalı çok zaman oldu diye düşünüyordum ki editörüm Umut aradı: "Abi bu söz Epikür'ün" diye!

Hemingway gibi gündüz vakti içmeye başlayıp kafayı bulan bir savaş muhabirinden, "kısa, vurucu cümlelerle hikâye anlatan dev yazar" yaratan adı bilinmeyen editörü bir kez daha rahmetle andım.

Bu işin, bu meslekte neden önemli olduğunu yazının sonuna doğru açıklayacağım. Ancak şunu da söylemem gerekir ki artık kolayca araştırılıp doğrusu bulunup yazılacak konuların bile yalap şap geçiştirilmesine alıştık.

Hıncal Abi'nin ölümünü haber veren kendi gazetesindeki haberden bir cümle aktarayım: "Askerden döndüğü 1967 yılında ise eski Yenigün ekibinin çıkardığı Yankı gazetesinde çalışmaya başladı."

Somut hata

Yankı 1 Mart 1971'de yayın hayatına başladı ve gazete değil haftalık haber dergisiydi! Dergiyi çıkaran da "eski Yenigün ekibi" değil, Mehmet Ali Kışlalı idi.

"Eski Yenigüncüler" de gazeteciliğe Mehmet Ali Abi'nin yanında başlayan kuzenleri ve kardeşlerinden başkası değildi.

Bu tür işlere titizlenen eski gazeteciler birer birer aramızdan ayrılıyorlar. Belli ki haberi yazan muhabir internete girmiş, önüne çıkan ilk "kaynaktan" kopyala – yapıştır yapmış, sonra da görevini yapmış insanların huzuru içinde bir çay molası vermişti.

Gazeteciliğin bir merak ve kuşku mesleği olduğunu, merak etmeyen ve kuşku duymayanın gazetecilik yapmaması gerektiğini ben de Yankı dergisinde, bu işin en başında öğrendim. Ve değerli okuyucular sizlere şunu söylemeliyim ki benim gibi esasen son derece dağınık bir gazetecinin arkasını toplayabilen editörler ile çalışmış olmam da benim Allah'ın sevgili kulu olmamdan neşet buluyor olmalı.

Çünkü yazılarımı okuyup yayınlanmadan önce bazı müdahaleler yapan editörler sayesinde Hıncal Abi'nin yaşadığı sorunları yaşamadım. Yazının başını hatırladığınızı düşünüyorum.

Sosyal medyada filan sizin de karşınıza gelmiştir. Ölümünün öncesinde ve sonrasında bazı kadın meslektaşlarımızın yazdıkları.

Kendimi bilirim

Onlara haksızsınız da diyemem, iyi ki yazdınız çok haklısınız da! Böyle eleştirilerde herkes kendisine şunu sormalıdır: Ben gerçekten iddia ettiğim kadar mükemmel bir gazeteci miyim? Ben sordum, biliyorum ki değilim.

Hepimiz yaşadığımız toplumun bir sonucuyuz. Toplumlar hep söylediğim gibi bileşik kaplara benzerler. Kapların içindeki su, her kapta aynıdır. Bir kap ne kadar kirliyse her kap da o kadar kirlidir, bir kap ne kadar temizse o kap da o kadar temizdir.

Düşman değildi

Bizim mesleğimiz zamana karşı yapılır. Ve zaman, başka hiçbir meslekte olmadığı kadar bize düşmandır.

Bakın bu yazıyı salı günü akşamüstü yazıyorum. Siz okurken belki ölmüş bile olabilirim. Şanslı olduğumu ve ölmemiş olacağımı düşünerek yazıyorum. Hıncal Abi de editörlerinin kendisi ile tartışmayı göze alamamış olmalarının kurbanı oldu, bunu biliyorum. Çünkü kadın düşmanı bir homongolos değildi.

Evet bugünkü bilgilerimizle seksist sayılabilirdi ama unutmayın ki bu kavramın hayatımıza girmesi de çok yeni. Hıncal Abi kendine özgü bir karakterdi. Etrafı ateş ile sarıldığında kendisini sokan bir akrep de olurdu, iki eli kanda olsa yanınızda bitiverecek birisi de. Ben merhumu iyi bilirdim. Bende çok hakkı vardır, benim hakkım vardıysa da helal olsun, helal olsun, helal olsun. Ölülerimizi rahmetle analım, takdir her zaman esirgeyen ve bağışlayana aittir. 

Let her go!

Yankı'da çalıştığımız yıllardı. Hıncal Abi'nin masasının arkasındaki mantar panoya iliştirilmiş küçük bir kâğıt parçası vardı: "Gitmek isteyeni bırak, dönerse senindir. Dönmezse zaten hiç olmamıştır."

O yazıyı ilk okuduğumda "sonra pişman olursun Hıncal Abi" dediğimi hatırlıyorum. Hıncal Abi'nin yanıtını da: "Zamanla öğrenirsin, işine bak!" İşime baktım tabii, zamanla da öğrendim.

Sahne adı Passenger olan Michael David Rosenberg'in çok da eski olmayan bir şarkısı var: Let her go!
Bırak kızı gitsin! Şarkının hemen girişinde şöyle bir söz var:

"Only know you love her when you let her go."  (Onu sevdiğini yalnızca gitmesine izin verdiğinde anlarsın.)

Şarkının bir yerinde "camın dibinde bakakalırsın" da diyor ki Hıncal Abi hayatta olsaydı buna yanıtı ne olurdu, tahmin edebiliyorum.

Navigasyon araçları bu kadar gelişmeden önce insanlar yollarını bulabilmek için "her zaman orada olan" gök cisimlerine bakarak bulurlardı. Güneş, ay, Kuzey Yıldızı. Pusula, usturlap vs. icat edilip kerteriz almak kolaylaştığında bile bu gök cisimlerinin dilini bilmek gerekirdi.

Bir kadına aşık olmak tam olarak budur arkadaşlar, kesin bilgi, yayabilirsiniz. Âşık olduğunuzda güneşiniz, ayınız ve Kuzey Yıldızınız o kadın olur, yaşamınızı ona göre planlarsınız. O olmazsa, büyük bir boşluğun içine düşer, şaşkın şaşkın etrafınıza bakar, kalırsınız.

Güneşiniz yoktur ki önünüzü aydınlatsın, ayınız yoktur ki havanın nasıl olabileceğini bilip tedbirinizi alabilesiniz, Kuzey Yıldızınız yoktur ki yönünüzü bulabilesiniz. Bunu bütün aşıklar bilir.

Yokluğuyla anlarsın

O çok özel kadının bir tebessümü, gamzesinin bir kıvrımı, saçının küçük bir dalgalanması dünya üzerindeki konumunuzu belirler. O olmadığı zaman anlarsınız, yokluğunun ne anlama geldiğini. Yerine başkasını koymaya çalışsanız bile bu yaptığınız şey Küçük Ayı'nın ucu yerine Büyük Ayı'daki parlak ışıklı Dubhe'ye bakarak yolunu bulmaya çalışan denizci gibidir.

Evet, o da sizi bir yere götürür ama kuzeye değil! Onun için birisini gerçekten sevip sevmediğinizi anlamanın yolu gitmesine izin vermek değildir. Dönmezse, orta yerde kalakalırsınız. Hıncal Abi yanılıyordu, bunu öğrenemeden aramızdan ayrıldı.


Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Her kadını beğenen erkekler, kimseyi beğenmeyen kadınlar

Flört uygulamaları da ‘insanlığın’ en temel sorunlarından birine çare getiremedi. İzleyebildiğim kadarıyla erkekler hâlâ her gördükleri kadına asılmaya çalışıyor; kadınlar ise kendilerine askıntı olan bu tiplerden nasıl kurtulup da “iyi aile çocuğu” bulabileceklerini bilmiyor...

Erkek odaklı flört kültürü Trump ve “üç harfli!"

Kadınların toplumsal hayatta eşit bireyler olarak yer almaya başlamasının erkeklerde yarattığı rahatsızlık dünyanın en önemli seçiminin kaderini belirlemiş olabilir mi? Bu konuyu ele alan The New York Times’taki makale, Trump’ı iktidara taşıyanın, iş hayatında geri kalan düşük eğitimli erkeklerin yarattığı öfke dalgası olduğu önermesini ortaya atıyor...

Kadınlar neden istediklerini elde edemezler?

Her kadın, hayatını nasıl bir erkekle geçirmek istediğini gayet iyi bilir. Bunun için upuzun bir liste sayabiliriz. Ancak her 100 kadına karşılık 101 erkeğin yaşadığı bu küçük mavi küremizde tüm kriterleri aynı anda karşılayabilecek tek bir erkeğin bile bulunmaması başlıktaki sorunun yanıtı olabilir

"
"