10 Kasım 2018

Düzgün kadınlar, düzgün adamları bulamıyor

Hep arıza birilerini seçiyorsak, acaba arızanın bizden başladığını mı düşünmeliyiz?

Açık istihbarat kaynaklarından öğrendiğime göre (yani Onur Baştürk) Sıla’nın şiddete maruz kaldığının ortaya çıkmasının ardından, İstanbul’un popüler mekanlarında kadınlar arasında en çok şu soru soruluyormuş:

“Tıpkı Sıla gibi hep yanlış adamlara mı aşık oluyoruz?”

Onur’un yazdığına göre bu soru ortaya atıldığında bazıları sonuca hemen varıyormuş:

“Düzgün adam yok, sorun burada.”

Tabii her yerde olduğu gibi bu meselede de orta yolcular varmış: “Bizde de suç var, çoğu şeyi görmezden geliyoruz, hatta arıza da seviyoruz.”

Tarafsız gözlemci olarak ortamlara kulak kabartıp, bize aktardığı için Onur’a teşekkür ederek, onun yaklaşımını da sizlere aktarayım: “Yoksa aşkı algılama biçimimiz mi yanlış.”

***

Şimdi alınganlık göstermeden, birinci önermeye olabildiğince soğuk kanlı bir şekilde bakalım.
“Düzgün adam yok, sorun burada!”
Doğrusunu isterseniz bu kanıda olan kadınların kimler olduğunu çok merak ettim, Onur’a sordum da ama bana yanıt vermek yerine tebessüm etmekle yetindi.
Oysa kötü bir niyetim yoktu, sadece şunu sormak istiyordum: Bu yargıya varabilmek için nasıl bir test sürecinden geçmek zorunda kaldınız?
Biliyorsunuz her genelleme yanlıştır, tıpkı bu genellemede olduğu gibi.
Bizim zamanımızda lise 2’de 'mantık dersi' vardı, hâlâ var mı, bilmiyorum.
O derslerde öğrenmiştim: Birinci önerme doğruysa, ikinci önerme yanlış olmalı gibi bir durum bu. Yani her genelleme yanlışsa, genellemeler ile ilgili olarak yaptığımız bu genelleme de yanlış olmalı ki o zaman son önerme de doğru olmalı.
Diyalektik materyalizm konusunda yanlış şeyler anlattığını söyleyerek kendisini burjuva cehaletine esir olmakla suçladığım için beni sınıftan atıp, disipline veren ve üç gün uzaklaştırma almama neden olan Memnune Hanım dilerim bu satırları okuyordur. Allah kendisine uzun ömürler versin, derste anlaşamamıştık ama gördüğünüz gibi bendeki izleri silinmemiş.
İstanbul gece alemlerine dönecek olursak, düzgün adam bulamamaktan şikayet eden kadınlar kendilerini 'düzgün' olarak tanımlıyor olmalı.
Çünkü bir insanın ya da bir şeyin 'düzgün' olmadığını bize düşündüren şey, düzgün olarak tanımladığımız referans noktasıdır ki bu durumda bir insandan söz ettiğimize göre o kendimiz olmalıyız.
O zaman da bu düşüncedeki kadınlara şunu sormalıyım: Siz bu kadar düzgünseniz, doğruları buluyor olmalıydınız. Demek ki sizde de düzgün olmayan bir şeyler var.


Az yukarıdaki mantık problemine geri dönmeme gerek var mı?
Ortega y Gasset dostumuz, insanların sevgililerini seçimleriyle kendi karakterlerini de ortaya koyduklarını söylemişti.
Hep arıza birilerini seçiyorsak, acaba arızanın bizden başladığını mı düşünmeliyiz?
Burada ikinci grup orta yolcu kadınlar ile uzlaşıyor gibiyiz.
Hep arızalıları buluyorsak, arızalılar da bizi buluyorsa, bizde de biraz arıza olmalı!
O zaman şunu da söyleyebiliriz: Düzgün insanlar, düzgün insanları bulabiliyor, çünkü onlar düzgünler!
Kızmayın, ben sadece tarafsız gözlemci olarak burada bulunuyorum, basit mantık önermelerinden ilerliyorum.
Ama kendimizin 'eğri' olduğumuzu düşünerek yaşayamayacağımız için biliyoruz ki biz doğru insanız ama bize göre doğru insan ile bir türlü karşılaşamıyoruz.

***

“Doğrular birbirini bulamıyor, bu nasıl bir düzen?” diye dertlenmeden önce kendimize şu soruyu sormalıyız: Doğru erkek ya da kadın dediğimiz şey tam olarak nedir ve nerede, nasıl bulunur?
Burada Anna Heaton’u yeniden hatırlatmak zorundayım. Daha önce Hürriyet Pazar’da yazarken kendisinden söz etmiştim.
Anna Heaton, 29 yaşında bir İngiliz kadın. Açık kumral üzerine, renkli gözleri var.
Gülümseyince sol yanağında dudağının kenarında minik bir gamze de beliriyor. Buna dikkat etmiş olmam kaç puan?
Neyse, hoş bir genç kadın.
Anna, ‘adanmış bir hayat’ yaşıyor. 30 yaşına girmeden önce ‘doğru erkeği’ bulmaya adamış kendini.
Bu çerçevede sadece son bir yıl içinde 77 erkekle tanışmış. Atletik yapılı, iyi giyinen ve kendisini fazla da ciddiye almayan bir eş arıyor. Ertuğrul Özkök’ü tarif ediyor gibi geldi bana ama dedikoduyla uğraşmayayım şimdi.
Bunun için tanıştığı erkeklere ‘üç dersten’ not vermiş: Dış görünüm, kişilik ve elektrik. Verdiği notlar nedeniyle bu 77 denek de sınıfı geçememiş.
(Elektrik arıyorsa neden parmağını prize sokmamış, onu da bilemedim.)
Anna Heaton bu koca dünyada ‘doğru erkeği’ ararken ömrünü tüketen tek kadın değildir dersem yalan olmaz
Ama işin bir de şu yönü var ki onu da not etmek zorundayım: ‘Doğru kadını’ bulamayan erkek sayısı da hiç kuşkunuz olmasın, doğru erkeği bulamayan kadın sayısına denktir.


Psikolog Susanna McMahon’un ‘Terapistim Yanımda’ isimli bir kitabı var. (Çeviren: Nilüfer Kavalalı) İşte şimdi acı gerçeği sizlere McMahon’un kaleminden aktarıyorum:

“Başkalarıyla ilişkilerimizde genellikle kendimizle olan ilişkimizi yansıtırız. Güvensizsek, bizi sevmeyen insanlara âşık oluruz. Sevilmeyi hak ettiğimize inanmıyorsak, bizi seven insanlara yönelmeyiz. Hak ettiğimize inandığımız şeyler bizi çeker. Cezalandırılmayı hak ettiğimize inanıyorsak (bilinçaltı düzeyinde olsa dahi), yıkıcı birisini buluruz. Kendimizle ilgili ne hissediyorsak, bu ilişkilerimize yansır. Kendimizle ilgili olumlu ve hoş duygularımız varsa, kendileriyle ve bizimle ilgili iyi duygular besleyen insanlarla ilişkilerimiz olur. Olumsuzsak, ilişkilerimiz olumsuzluğu yansıtır. Sonuçta gerçekten ektiğimizi biçeriz.”

***

Evet dost acı söyler arkadaşlar, ne ekersek onu biçeriz.
Kabul ediyorum, yetiştirilme biçimimiz ve toplumsal geleneklerimiz nedeniyle biz erkekler bozulmaya, kendimizi kadınlara bir lütufmuş gibi görmeye mütemayiliz.
Neden böyle düşünürüz sebebi çok açık: Bizleri büyüten kadınlar yüzünden!
Onlar dünyanın en bulunmaz Hint kumaşı olduğumuza o kadar inanırlar ki sonunda o inanç biz erkeklere de geçiyor.
Şimdi diyeceksiniz ki “sen çok mu düzgünsün ki böyle atıp tutuyorsun?”
Doğrusunu isterseniz değilmişim gibi geliyor bana da. Ama çabalamadığımı kimse iddia edemez!

Yazarın Diğer Yazıları

Kadınlar neden istediklerini elde edemezler?

Her kadın, hayatını nasıl bir erkekle geçirmek istediğini gayet iyi bilir. Bunun için upuzun bir liste sayabiliriz. Ancak her 100 kadına karşılık 101 erkeğin yaşadığı bu küçük mavi küremizde tüm kriterleri aynı anda karşılayabilecek tek bir erkeğin bile bulunmaması başlıktaki sorunun yanıtı olabilir

Ne kadar suçlusunuz?

Yasunari Kawabata’nın “Uyuyan Güzeller” isimli romanı arzulara ket vurmanın zorluğunu, genç kadınların yaşlı erkeklere “hizmet” verdiği bir ev üzerinden anlatıyor. Kawabata’nın romanını yazarken Lacan okuyup okumadığını bilmiyorum ama Lacan zamanında “İnsanın suçlu olabileceği tek şey arzusundan kaçınmasıdır” demişti. Bir düşünün bakalım, siz ne kadar suçlusunuz?

Yine yakmış yar mektubun ucunu!

İnsanlar birilerini beğendiklerinde artık sosyal medyadan “direkt yürüyorlar.” Oysa flört etmenin, hepsi bir diğerinden heyecanlı bin türlü yolu var ve işin tadını artıran da bu hazırlık aşamaları...

"
"