28 Ocak 2023

Bilimciler “aylak bakkal” olunca

Üniversite hocaları da plastik güzellikten etkilenip salaklaşıyorlarmış

Toprağı bol olsun İspanyol düşünür Ortega y Gasset “plastik güzellerden alıklar ve bakkal çırakları hoşlanır” derken yanılıyormuş.

Üniversite hocaları da plastik güzellikten etkilenip salaklaşıyorlarmış. Ve bu tespit büyük bir bilimsel buluşun kapısını da aralamış bulunuyor.

Olay Hollanda’da Radbound Üniversitesi’nde geçiyor. Duyduğuma göre de hukuk bölümü, Avrupa’nın önde gelen bölümlerinden biriymiş, küçük çocuğu olanlar akıllarında tutsun.

Bu üniversitede çalışan psikologlar, içlerinden birinin çekici bir kadınla karşılaştığında aşırı etkilenip oturduğu adresi bile unutabildiğini görünce hemen oturup “bilimsel bir çalışma yapalım bari” demişler.

Olay Hollanda’da geçtiğine göre bu akademik toplantıda çay ya da kahvenin yanında nasıl bir “kek” vardı diye merak etmedim de değil.

Tahmin ediyorum ki bizim buralarda satılmayan cinsten bir kek olmalı.

Tabi bu arkadaşlar üniversitede çalıştıkları için hemen öğrenciler arasından 40 heteroseksüel erkek seçmişler.

Yani Hollanda aile değerleri açısından endişeye kapılacak bir durum yok.

Belli ki üniversite eğitimi arttıkça Netflix dizilerinden etkilenip “ölümlü dünya, bari biraz da delikanlı gibi homoseksüel olayım” diyenler oransal olarak daha da azalıyor olabilir, kim bilir?

Her neyse, o deney sırasında öğrencilere bir hafıza testi yapılıp durumları tespit edilmiş.

Ardından bu denek öğrenciler, akademinin güzel kadınları ile yedi dakika süresince göz göze sohbet etmişler.

Son aşamada hafıza testi tekrarlanmış: Bu kez hafıza testinden alınan puanlar ilk teste göre yerlerde sürünüyormuş.

Bu müthiş bilimsel araştırmanın haberi De Telegraaf, De Volksrandt, Algemeen Dagblad gibi Hollanda gazetelerinde değil, Hindistan’da İngilizce olarak günlük yayımlanan Hindustan Times gazetesinde yayınlanmış.

Bu haberi T24’te okuyunca biraz midem bulanmadı değil.

Ne alaka, Hollanda’da gazetelerin köküne kıran mı girdi ki haber, taa Yeni Delhi’deki bir haber merkezinde “end up” etmiş?

Buna artık alışmış olmalısınız, yazılarda araya İngilizce kelimeler filan koyuyorum ki ciddi bir yazar olduğum belli olsun.

Hikmetinden sual olunmaz elbette ve bir gazetecinin görevi de zaten haber neredeyse oradan bulup çıkarmaktan başka nedir ki?

Belli ki Hollandalı meslektaşlarımız küresel ısınma, Ukrayna-Rusya savaşı, Türkiye’deki süt fiyatlarındaki artış gibi sıradan günlük meselelere boğulmuşlar, bu haber de Hint meslektaşlarımıza kalmış.

Gerçi bunun için bu kadar bilimsel araştırmaya da gerek var mıydı, orası da ayrı mesele.

Plastik olarak çok güzel ve çekici kadınlarla hangi hetero erkek yedi dakika konuşsa zaten serseme döner.

Hassas değerler

Bu durumun geleneksel Türk aile değerleri ile nasıl örtüştürülebileceğini de bilmiyorum.

Hep söylerim, bizim aile değerlerimizin hassas bir bünyesi vardır ve her şeyden etkilenebilir.

Onun için korumak gerekiyor, yöneticilerimiz ne yapsınlar?

Yalnız bir heteroseksüel Türk erkeği olarak alındığımı da açıklamam gerek.

Ne yani, bir dizi izledim, bir filmde iki adam öpüştü filan diye cinsel yönelimim mi değişecek?

“Abdestinden kuşkusu olmayanın namazından da kuşkusu olmaz” diyeyim belki bizim muhafazakâr yöneticilerimizin durumu daha iyi kavramasına yol açar bu.

Bizim kuşak, aralarına “parça konulmuş” ne filmler seyretti ne sınavlar verdi de yıkılmadı.

Yalnız itiraf edeyim benim de bazı durumlarda, bazı kadınlarla konuşurken salaklaştığım vakidir.

Benim durumumun güzellikle ilgisi yok.

Çünkü şimdi birisine güzel desem, siz beğenmezsiniz, sizin beğendiğiniz bana hitap etmez.

Güzellik gelip geçici olduğu kadar, göreceli bir kavram ve bunu sonra tartışırız.

Ben daha çok yazı-çizi işiyle meşgul bir karakter olduğum için beni salaklaştıran şeyler genellikle “sözel” şeyler oluyor.

Güzellik elbette beni de etkiliyor ama sözler yok mu, beni perişan edebiliyor.

Şimdilerde de öyle mi hâlâ, bilmiyorum ama bir ara kadınların, “erkeklerin içindeki çocuğu sevmeleri” gibi bir moda yayılmıştı.

Konuştuğum kadın sözün bir yerinde durup manalı bir bakışın ardından “senin içindeki çocuğu sevdim” dediğinde mahvolurdum.

İçimdeki çocuk acaba nasıl bir tip?

Yaramaz mı, uslu mu, derslerinde başarılı mı?

Sohbetin tam orta yerinde pırt yapar mı?

Ya altına kaçırırsa? Çocuk bu sonuç olarak!

Bu düşünceler saniyenin binde birine karşılık gelecek bir hızla kafamın içinde şimşekler çaktırmaya başlayınca, sergilediğim davranışlar kibar kadınlar tarafından en azından “salakça” diye nitelenmiş olmalı.

Çocuk korkmasın!

Daha kaba olanlar tarafından nasıl kategorize edildiğim konusuna hiç girmeyeyim, düşünmek bile içimdeki çocuğun bir dolaba saklanmasına yol açıyor!

Ve bir yandan da bu duruma sinirleniyordum elbette.

Benim içime ne zaman girdin de içeride benim bile tanımadığın çocuğu bulup sevdin?

Nerden biliyorsun başkalarıyla tanışmasına izin vermiş olabileceğimi?

Ya doğum sırasında bir karışıklık olmuş ve ben onun içindeki çocuk olacakken, o benim içimdeki çocuk olmuşsa ve bu yüzden bana diş biliyorsa?

Bilmiyorum benim durumumda olan başka erkek var mıdır ama hanımlar uyarıyorum; siz, siz olun, başkasının içindeki çocukla ilgilenmeyin.

Karşınızda isteseniz elini tutabileceğiniz birisi varken, nasıl göründüğünü bile bilmediğiniz “içerdeki çocuğa” ne yüz veriyorsunuz?

Hırlı mı, hırsız mı kim bilebilir?

Bunun gibi bir dönemin modası da kadınların “ruh ikizlerini arama” sevdasıydı.

Bir kadınla sohbet ederken, saçını eliyle şöyle ensesine doğru savurduktan sonra “ruh ikizimi buldum sanırım” dediğinde de nereye saklanacağımı bilemezdim.

Düşünün benim “ruh ikizim” ve karşımda capcanlı duruyor!

Şimdi tabii benim ruh durumumu benden daha iyi kim bilebilir?

Bu amaçla hekime gitmiyorsam benden başka kimse bilemez.

Hekime gidiyorsam bir hekimim bilebilir, bir de yazdığı senaryolar vasıtasıyla efkârı umumi!

Allah'tan senaryo yazıp danışanlarının meselelerini ekrana getiren hekimlerin sayısı bir elin bir parmağını geçmiyor.

Her neyse, konum zaten bu değil.

Şimdi, ben kendi ruh durumumu gayet iyi biliyorum ve kadın kalkmış bana diyor ki “sen benim ruh ikizimsin”!

O anda “normal ben” havaalanında bulduğu ilk uçağa atlayıp dünyanın ücra bir köşesine kaçmak ister.

Öyle hayat olur mu?

Benimkinin aynısı bir ruha sahip bir kadınla nasıl bir hayat geçirebilirim?

Ruhumun karanlık köşelerinde nelerin yattığını biliyorum ve beraber olduğum kadının ruhunun karanlık köşelerinde de aynı şeyler yatıyor!

Brrrrrrrrrrrrrrrrrrrr!

O anda sırtımdan aşağıya doğru süzülerek kuyruk sokumuna doğru ilerleyen sıvının ki buna ter de deniliyor, ne kadar soğuk olabileceğini tahmin edebilirsiniz.

Hem ruh ikizinle aşk ilişkisi içinde olmak, ruhsal ensest suçunu da oluşturur mu, doktrinde bu nasıl tartışılabilir acaba?

Bizim gençliğimizde bir de “limancılar” vardı hâlâ varlar mı, bilemiyorum.

“Güvenli bir liman” ararken yolu seninle kesişen ve hemen tonoza bağlandıktan sonra palamarı kıyıdaki babaya volta eden tipler!

Bir defa benim bir “güvenilir liman” olduğumdan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?

Dalgakıranın varlığına kanma!

Bizim kıyılarımızda yanlış mühendislik sonucu ağzı rüzgâra açık kaç tane dalgakıran var, haberiniz var mı?

Solugan alıyor da olabilir.

Ayrıca hesaba katman gereken bir “port authority” de olabilir.

İşte beni şallak mallak eden şeyler, plastik güzellikten daha çok bu türden “sözel güzellikler” diyeyim.

Plastik güzellikle karşılaşıp salaklaşma konusunda çok endişelenmiyorum çünkü bunu söylemek ne kadar “politically correct” olur bilmiyorum; cennet vatanımız çok güzel bir ülke ama üzerinde yaşayan biz

Türklerin ezici çoğunluğu “güzel” diye tanımlayamayız.

Aynaya bakınca kendimi elbette çok beğeniyorum, dudağımın kenarına bir Mona Lisa tebessümü gelip konuyor ama elinizi vicdanınıza koyun söyleyin, beni kim güzel bulabilir?

Yakışıklılık meselesi başka bir kavram, plastik güzellikle pek ilgisi olmadığını söyleyeyim ama bundan kendimi çok beğendiğim sonucu yine çıkmasın lütfen, bu hayatta bir pozisyonum varsa o da önce “gerçekçilik” olarak tarif edilmeli.

Her birimiz kendimizi mutlaka beğeniyoruz, kendisini beğenmeyen orta yerinden çatlarmış çünkü.

Hollywood ve Batı medyası tarafından yaratılıp her defasında yeniden üretilen evrensel güzellik ölçülerine bu ülkenin kadınları ve erkekleri olarak çok fazla uymuyoruz, bu gerçek.

Basit bir test önerisi

Bir seyahat olanağı bulursanız Ulitsa Tverskaya üzerinde Garden Ring’den Kremlin’e kadar yürüyün. Sonra aynı yürüme eylemini Atakule’den başlayarak Ulus Meydanı’na kadar, Atatürk Bulvarı üzerinde tekrarlayın.

Aşağı yukarı aynı mesafeyi kat edeceğinizi söyleyebilirim.

Bu deneysel yürüyüş ile ilgili sonuçları ben dâhil kimseyle paylaşmayın, siz de bir an önce unutmaya gayret edin.

Her neyse!

Bu dünyada kendisi olarak tanımlanamayan kavramlardan birisi “çirkinlik” kavramıdır.

“Güzellik” üzerine yazılmış yüz binlerce kitap, çizilmiş milyon resim, okunmuş milyar şiir vardır belki ama çirkinlik, kendi başına bir kavram olarak çok az ele alınmıştır.

Çirkinlik kavramı, güzellik ile olan ilişkisi içinde anlatılır, çözümlenir.

“Güzel”, tanımlanmıştır.

Çağdan çağa kabuller değişmiştir ama her zaman üzerinde fikir birliğine sahip olduğumuz bir güzellik tanımını cebimizde taşırız.

Bu kavram tek tek biz bireylerin güzel tanımlarından bağımsız olarak vardır.

Ben soğuk sarışınları güzel buluyorsam, Atila sıcak esmerleri sever mesela.

Ama bu ayrıntı, temel tarifi değiştirmez.

İşin içine “altın oranlar” girer.

Bütün ile onu oluşturan paçalar arasındaki oransal ilişkilerin şöyle ya da böyle olması güzellik algımızı oluşturur.

Bildiğiniz “mimari” bir yönü vardır bu tanımın.

“Sana göre, bana göre” değildir, evrenseldir.

İnsanlar arasındaki iletişim ile yayılır, kabul görür.

Günümüzde bu işi medya yürütüyor, güzellik algımızı biçimlendiriyor, yeniden üretiyor.

“Güzel”in ne olduğu konusunda bir kere fikir birliğine vardığımızda da geri kalan kendi tanımını buluyor: Çirkin!

“Gelip geçici” olduğu için güzel olmayı tercih etmeyen Temel ile ilgili fıkrayı biliyorsunuzdur.

Dinlerken gülüp geçiyor olsak da bu fıkra, iki cümlede temel bir gerçeğin altını çizer.

“Kalıcı” olan, tercih edilendir.

Kalıcı olan, uçup gitmeyecek olan ise cazibedir.

Altın oranları taşımıyor olsak da “cazip” olabiliriz ve cazibe biz sıradan çirkinler için güzellikten daha önemlidir.

Zamanın yenemeyeceği şey cazibe ise kolayca yeneceği şey güzelliktir.

Çünkü cazibe, deneyim ve zekâyla ilgilidir.

Zeki kadınların ve erkeklerin, yıllar ilerledikçe daha çekici olabilmelerinin nedeni de budur.

Ve onlarla yedi dakika sohbet etme olanağı bulursanız, evinizin adresini unutmayacağınız gibi önünüze yepyeni ufuklar açabileceklerini de görürsünüz.


Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.


Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Her kadını beğenen erkekler, kimseyi beğenmeyen kadınlar

Flört uygulamaları da ‘insanlığın’ en temel sorunlarından birine çare getiremedi. İzleyebildiğim kadarıyla erkekler hâlâ her gördükleri kadına asılmaya çalışıyor; kadınlar ise kendilerine askıntı olan bu tiplerden nasıl kurtulup da “iyi aile çocuğu” bulabileceklerini bilmiyor...

Erkek odaklı flört kültürü Trump ve “üç harfli!"

Kadınların toplumsal hayatta eşit bireyler olarak yer almaya başlamasının erkeklerde yarattığı rahatsızlık dünyanın en önemli seçiminin kaderini belirlemiş olabilir mi? Bu konuyu ele alan The New York Times’taki makale, Trump’ı iktidara taşıyanın, iş hayatında geri kalan düşük eğitimli erkeklerin yarattığı öfke dalgası olduğu önermesini ortaya atıyor...

Kadınlar neden istediklerini elde edemezler?

Her kadın, hayatını nasıl bir erkekle geçirmek istediğini gayet iyi bilir. Bunun için upuzun bir liste sayabiliriz. Ancak her 100 kadına karşılık 101 erkeğin yaşadığı bu küçük mavi küremizde tüm kriterleri aynı anda karşılayabilecek tek bir erkeğin bile bulunmaması başlıktaki sorunun yanıtı olabilir

"
"