04 Ağustos 2024

Konuşmadığımız kriz: Nüfus

Yüzyılın sonunda demografik değişim ve göç, dünyanın çoğu bölgesinde ulus-devlet sınırlarının yeniden tanımlanmasına yol açacağa benziyor

Bu hafta Türkiye İstatistik Kurumu, "Nüfus Projeksiyonları, 2023-2100" adlı çalışmasını yayımladı.

Bu çalışmanın çeşitli ilgi çekici analizlerinin yanı sıra, en çok dikkat çeken detay her üç senaryosunda da 2100 yılına kadar Türkiye nüfusunun ciddi düşüş yaşayacağı, en kötümser senaryoda 55 milyona düşeceği idi.

Profesyonel hayatında senaryo metodolojileri kullanan birisi olarak bu tarz çalışmalara kehanet gibi bakmanın yanlış olduğunu her zaman hatırlatıyorum.

Ne de olsa birçok öngöremediğimiz faktör gerçekleşecek, varsayımlarımızı ve ezberlerimizi bozacaktır.

Yine de olabilecekleri gösterirken, bizi çoğu zaman karşı karşıya gelmek istemediğimiz gerçeklerle yüzleştirir.

Örneğin daha önce ele aldığım makro göç senaryosunda tahmin edildiği üzere Türkiye; Türklerin azınlık olduğu bir ülke haline gelebilir.

Bu senaryoların gösterdiği gibi ülke nüfusu 2100 yılına kadar ciddi anlamda düşebilir de.

Bu sadece Türkiye için bir risk değil.

Dünya Bankası verilerine göre, dünyada neredeyse her ülkenin nüfus büyümesi yavaşlıyor veya kesiliyor.

1960 yılında İran'da kadın başına düşen çocuk sayısı 7.3 iken, bugün 1.7.

Güney Kore 5.9'dan 0.9'a, Çin 4.5'den, 1.2'ye, Amerika 3.5'den 1.7'ye düştü. Tek istisna, Afrika – Washington Üniversitesi'nin Mart ayında yayımladığı bir rapora göre 2100 yılına kadar ölümden çok doğuma sahip olan sadece 26 ülke olacak ve neredeyse hepsi Afrika'da. Bugün her on bebekten üçü Afrika'da doğarken, 2100'e kadar her iki bebekten birinin Afrika'da doğması; 1,3 milyarlık nüfusun 4,3 milyara çıkması bekleniyor...  (Bunun yakın tarihte göçe olabilecek etkilerini de daha önce ele almıştım.)

Araştırmacılara sorunca birçok sebep sıralanıyor... Genç nüfus göçü, şehirleşme, ekonomik eşitsizlik, profesyonellerin; kariyerlerine aileden daha fazla öncelik veriyor olmaları...

Fakat sebebi ne olursa olsun, sorunun temelinde yatan insanların yeteri kadar çocuk sahibi olmuyor olmaları. 

Bütün verilere göre dünyada bir nüfus krizi olduğu belli.

Ayrıca 30 yıldır aynı araştırmacaların tavsiyeleri üzerine doğumu teşvik eden politikaların uygulanmasına rağmen durumun değişmemesi, bu doğum krizinin arkasında yatanların sebebini tam anlayamadığımızı gösteriyor.

Türkiye açısından bakıldığında kuşkusuz ülke dışına büyük çapta göç veriyor olmamızın etkileri de var.

Nüfusun artmadığı toplumlar ekonomilerinin işleyişinden, sağlık hizmetlerine, eğitim politikalarından altyapı düzenine kadar ülkelerinin işleyiş modellerini baştan sona değiştirmek zorunda kalacaktır.

Geleceğe dönük girişimleri ile bilinen Elon Musk, periyodik olarak "insanlık medeniyetine en büyük tehditlerden birini" düşük doğum oranları olarak görüyor. Konuyla ilgili defalarca uyarıda bulundu.

Nüfus krizi birçok anlamda yapay zekâ gelişiminden veya iklim değişikliğinden daha büyük bir risk oluşturuyor.

Ama herkes paniklemiyor...

2100'e kadar nüfusunun yarılanması beklenen Japonya, yeteri kadar işçi olmadığı halde Avrupa modelini takip ederek ülkeyi büyük çaplı göçe açmak yerine, yapay zekâ ve robotlar ile işçi eksikliklerini çözebileceğine inanıyor.

Bu elbette bazı zorlukları çözmeyi sağlayacaktır.

Ama baştan sona toplumlarımızı yeniden organize ettirmeyi gerektirecek bu değişim gerçekleşecek ise, şimdiden buna hazırlanmak gerekiyor.

BAE vatandaşları veya Katarlılar, kendi ülkelerinin sadece yüzde 15 civarı nüfusunu oluşturuyorlar.

Vatandaş nüfusunun azınlık olduğu bir düzeni de büyük başarı ile yönetiyorlar.

Vatandaşlık hakkını çok zor tanıyarak ve yabancı nüfusu; sadece çalışan, "misafir" statüsünde tutarak kendilerini demografik değişimden koruyorlar (hem iyi anlamda, de hem kötü anlamda).

Singapur farklı üç etnik gruptan oluşan, yeni bir devlet olarak, yarım yüzyıllık bir sürede yepyeni bir ulusal kimlik inşa etti.

Rusya'nın bazı sınır bölgeleri fiilen Rus olsa da, bu bölgelerde yerleşik Çin nüfusunun daha büyük olması Çin'i asıl egemen güç kılıyor.

Her Türk bilir ki Coğrafya kaderdir.

Demografi de kaderdir.

TÜİK'in senaryoları ille de gerçekleşmek zorunda değil. Ama gerçekleşme ihtimali var. Dahası, yüzyılın sonunda demografik değişim ve göç dünyanın çoğu bölgesinde ulus-devlet sınırlarının yeniden tanımlanmasına yol açacağa benziyor.

Nüfusunu koruyamayan ya da ana nüfusun azınlık haline düşmesine çözüm bulamayan ülkeler, söz konusu geleceğin kaybedenleri olacaklar.  

Mehmet Önal Kimdir?

Mehmet Önal İstanbul'da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi'nde çalıştı. İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı.

Avrupa Birliğini'nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu'nda ve İngiltere'de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği'nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı.

Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul'da yaşıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Avrupa’nın yeşil endüstriyelleşmesi Türkiye’yi nasıl etkileyecek?

Dünyanın yeşil bir ekonomiye doğru gidişatı artık kesin. Türkiye’nin de geride kalmaması hatta durumdan oldukça karlı çıkması için bu rotayı yakından takip etmesi gerekiyor

Sosyal şiddeti önlemede ailenin gücü

Kültür ve inancın bir kanalı olarak aile, şiddet içermeyen tutumların şekillendirilmesinde hayati öneme sahip. Birçok araştırma, gençleri şiddetten uzak tutan bakışı şekillendirmede ailenin, diğer sosyal ağ türlerinden çok daha önemli olduğunu kanıtlıyor

Değişen Orta Doğu’nun tuhaf sıvı ittifakları

Orta Doğu'da bölge dışı aktörler her analizde anılmayı hak ederler ama eski belirleyici güçleri yok. Karşılarına çıkan sıvı ittifaklara göre yer belirlemeye çalışıyorlar. Sürekli değişen tempo; üç farklı sahnede devletler, bölgesel örgütler, ulusötesi siyasi gruplar ve milisler arasında gerçekleşen ittifakların yerel, bölgesel ve küresel temposunu da değiştiriyor

"
"