Yolsuzluk ne yeni, ne de nadir rastlanan bir ahlaksızlık.
Yetkilerini kötüye kullanan önemli ve önemsiz figürler tarih boyunca toplumlarda yer edindi.
En eski örneklerinden biri Antik Yunan'da, dünyanın ilk tarihçisi olarak bilinen Herodot sayesinde modern literatüre kaldı.
Tarihçeye göre, Yunanlıların yaşam rehberliği için akın ettiği Delfi'deki Apollon Tapınağının kâhini; döneminin en güçlü ailelerinden olan Alcmaeonid ailesinden rüşvet almış, ailenin Atina'yı ele geçirmesi için, Spartalıları tanrıların kendilerini görevlendirdiğine ikna etmişti. Kâhinin aldattığı Sparta'nın desteğiyle Alcmaeonid'ler Atina'yı yönetmeye başladılar.
Aristo, 'tanrılar bile rüşvet kabul eder' sözünü bu olay üzerine söylemişti.
Ölümlü veya ölümsüz, yolsuzluğun neden çekici olduğunu anlamak zor değil.
Benim gibi ekonomi kitapları okuyup, maaşlarını enflasyon oranları ile kıyaslayan insanların karşılaştığı basit bir teori var: Tedarik ve talep fiyat belirlediği gibi, çalışan maaşlarını da belirler.
İş yapanın verdiği hizmet ne kadar zor bulunur, talep ne kadar yüksek olursa, işveren de hizmete o kadar değer biçer, bir o kadar yüksek maaş verir.
Kamu sektörü ise, kamuya hizmet amaçlı olduğundan piyasa dinamiklerine daha dayanıklıdır ama 'güvenli' bir kariyer olarak algılandığı için maaşları biraz daha düşüktür.
Fakat yolsuzluğu canlı tutan ipler, nepotizm pınarı kamu sektörünün elindedir.
Kamu sektöründeki çalışan; ülkenin kaderini belirleyen işlere imza atan siyasi ve siyasi olmayan kamu görevlileri, imzalarıyla bireyleri 'zenginleştirme' gücüne sahipken, kendileri de verdikleri imkândan pay almayı hak gördüklerinde sonuç ne olur?
Bu duruma verilecek en iyi cevap, eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a aittir: "Benim memurum işini bilir!"
Rüşvet sayılmayan selamı alınmayan Fuzuli'yi anmadan geçmek olmaz.
Yeryüzünün birçok ülkesi yolsuzluğa yabancı değil. Birleşmiş Milletlere göre dünyada her yıl 1 trilyon dolar rüşvet ödeniyor, 2,6 trilyon dolar da yolsuzlukla çalınıyor. Yani küresel gayri safi yurtiçi hâsılanın yüzde 5'i yolsuzluğa kurban gidiyor.
Bu kadar yaygın olması insan doğasının yolsuzluğun etkilerinden kurtulmasını imkânsız kılıyor.
Bu bizi başka bir soruya götürüyor:
Her yolsuzluk aynı mıdır?
Yolsuzluğun en kötü sonuçları verdiği ülkeleri sıralamak kolay.
İlginç olan, devlet kaynaklarının kamu iyiliği için daha etkin kullanıldığı ülkelerde yolsuzluk halk tarafından adeta bir 'performans primi' olarak değerlendirebiliniyor.
Singapur 1965 yılında bağımsız bir cumhuriyet olduğunda oldukça zor bir yola atıldı. Birbiriyle yaşamak istemeyen, etnik Çinli, Malay ve Hintlilerden oluşan melez nüfusa sahip, toplumsal gerginliklerin yüksek olduğu bir ülkeydi. Yüksek işsizlik oranı, limitli yüz ölçümü, doğal kaynak mahrumiyeti, bölge ülkelerinin ciddi tehdit oluşturması ile hiç de parlak bir gelecek vaat etmiyordu.
Ülkenin ilk Başbakanı Lee Kuan Yew, 30 yılı aşkın liderlik süresince bu zorlukların üstesinden gelerek, Singapur'u Asya'nın en zengin ve başarılı ülkelerinden biri yaptı.
Yönetim sert, muhalefete tahammül düşük, basın kontrol altındaydı. Buraya kadar tanıdığımız bir ülkeyi andıran uygulama oldukça farklı ilerlemişti.
Kurallara göre, etnik gruplar birbirleri ile uyumlu şekilde yaşamak zorundaydı. Basit asayiş suçları bile ağır cezalara tabi tutuldu. Bu yaklaşımın bir parçası olarak gündelik yolsuzluğa, karşı büyük bir mücadele yürütüldü. Ülke bir meritokrasi olarak modellendi.
Özgürlük ve yaşam kalitesi arasındaki dengelerinin en simgesel örneği, Asya'da çok yaygın günlük bir alışkanlık olarak süregelen, sokağa tükürme davranışında görülüyor. Singapur Asya'nın en temiz kaldırımlarına sahip. Sokağa tükürmek ve sakız çiğnemek mutlak yasak! Sokakta içki içmek, gece yarısı banyo yapmak, arabaları kirli bırakmak basit yasaklardan sadece birkaçı… Singapur asansörleri idrar kokusuna duyarlı sensorlarla donatılmıştır, söz konusu durumda asansör polis gelinceye kadar otomatik olarak kilitlenir.
Bu sistem halk tarafından hâlâ popüler bir şekilde desteklenerek devam ediyor.
Singapur'un ve kendine özgü sisteminin kurucusu Lee Kuan Yew, başarılara imza atarken, ailesini de bir hanedanlığa dönüştürdü. Ülke halen Lee'nin kurduğu parti tarafından kesintisiz yönetilmektedir. Ailesi Singapur'un yönetiminin her alanında yer alır ve oğlu Lee Hsien Long halen Singapur Başbakanıdır. Özgür seçim sistemi olmasına rağmen, hükümet siyaset ve toplum üzerinde ciddi bir denetime sahip…
Kurucu yönetim; nepotizm, yandaşçılık ve kişisel kazanç kapsamlı güç suistimaline dair kendi ailelerinin içinde bile birçok suçlamaya maruz kaldılar. Fakat yönetim hâlâ başarılı bir ekonomi yürütüyor ve daha da önemlisi parlak bir toplum yönetiyor. Erişilen güç ve zenginlik, hak edilmiş olarak kabul ediliyor. Sistem yönetilen toplumun gözünde oldukça popüler...
1965 yılına geri dönüp Singapur halkına, "Refahtan ve güçten kendisine aslan payı alacak bir rejimi; ekonomik kalkınma ve güvenlik karşılığı destekler misiniz?" diye sorulsa, halkın cevabı kuşkusuz 'evet' olurdu. Eğilim halen bu yönde…
Bu güçlü halk desteği karşılığında devlet, Singapur'u Asya'nın en mutlu ülkesi olarak konumlandırdı. Refah, altyapı ve daha birçok konuda dünyanın en gözde ülkelerinden biri haline getirdi. Singapurlu gençler sonsuz kariyer fırsatlarına ve mükemmel bir eğitim standardına sahip olarak yetişiyorlar.
Buna göre tasarlanmış sisteme göre Singapurlular, trafiğe en fazla 20 dakikalarını harcarlar. Yiyeceklerin fiyatları ve hijyen koşulları son derece titizlikle denetlenir. Her Singapurlu devlet tarafından desteklenmiş bütçeyle ev sahibidir.
Belki de Singapur modeli, yolsuzlukla asırlardır baş edememiş bir toplum olarak bizim dikkatlice bakmamız gereken bir modeldir. Alışageldiğimiz siyasi söylemler yerine bu modeli analiz etmenin faydalarını değerlendirebiliriz.
Ne de olsa, yolsuzluk karşıtı söylemlerimiz sözde kalıyor. Ne yazık ki kalıcı toplumsal değerlere dönüşmüyor.
Kültürel ahlakı yükseltip, yolsuzluğu yenmek bunca zamandır mümkün olmadıysa, belki de hedef alınması gereken; toplum tarafından yolsuzluğa erişimi adil kılıp, bunu bir nevi 'ahlaklı' yapmak olabilir.