17 Şubat 2012

Antrepoda açan dijital çiçekler

Geçtiğimiz yüzyıl büyük fikirleri olan büyük adamların yüzyılıydı. Bugünse herşeyin eşit derece büyük olduğu...

 

 
Geçtiğimiz yüzyıl büyük fikirleri olan büyük adamların yüzyılıydı. Bugünse herşeyin eşit derece büyük olduğu görelilikte bir dünyadayız. Herşey eşit derecede değerli; aynı zamanda da değersiz. Milyarlarca dolarlık yatırımınız birgünde boş bir kağıda dönüşebilir veya sapanla kuş atarak domuz vurduğunuz bir oyun tasarlarsınız ve milyarder olursunuz...
 
Geçen yüzyılın bu büyük fikirli adamlarını ne kadar anladığımızı kendime sık sık sormuşumdur; hala iyiden iyi süpürülmesine rağmen, sevgilinin evinizde kalan saçını bulmuşsacına sevindiğiniz Modernist düşüncenin tozlarını yakaladığınız anlatılara sarılmak fena gelmiyor bana.
 
‘Bir büyük’e danışmak gerektiğinde, sayfaları aralanan John Fowles kitaplarını gezinirken, ustanın sanatı bilimle ilişkilendirdiği o çarpıcı sözüne rastlıyorum, “bütün yetkin bilimler sanattır; yetkin sanatlar ise bilim” Antrepo’daki Van Gogh sergisi, işte tam bunu işaret edercesine cesur bir girişim. Dijitalize edilmiş yüzlerce tuvalin içindeymişcesine, gezinirken; insan teknoloji sanat ilişkisini bir kez daha sorguluyor. Sanat izleyicisi pek de alışık olmadığı yeni medium’lara karşı, bıçak üzerinde duruyor adeta; ya çok beğenip hemen ilişki kuruyor; ya da tamamen uzağında duruyor. Antrepo’daki Van Gogh’un dijital doğası, kimine son derece çekici geldi; kimine ise “gerçeği gelse hemen giderdim” yorumlarını yaptırdı. Sanatla ilgili beklentisini nerelerde tuttuğuyla ilgili olarak, bu türden bir disiplinlerarası deneyime daha açık hale gelecek izleyici de kuşkusuz...
 
Kısa ama fırtınalı yaşamıyla, geçen yüzyılın o büyük fikirli adamlarından biriydi Van Gogh. Büyük fikirden çok aslında tuvale baktığınızda önce gözünüze çarpan büyük cesareti; bilineni yıkmaktaki cesareti hissediyorsunuz. Empresyonist olmakla birlikte, bu yüzden Fovizm’in öncülerinden biri sayıldı aslında; kısaca bir vahşi...
 
Dış yüzeyin, betimlemenin, nesne çözümlemesinin ve düşünselliğin varlığı yansıtıp - yansıtmadığını sorguluyordu. Fırçanın, boyanın ötesinde bir gerçekliğin peşindeydi; insan gerçeği arzular, arzuyu gerçekleştirir, demişti, Fowles. Adeta Van Gogh’un tutkulu fırça darbelerinde kurguladığı yeni doğayı anlatıyordu.
 
Belki de bugün üretebilseydi, tercihi izleyiciye bu şekliyle bir deneyim yaşatabilmek olabilirdi. Bugün güncel sanat, yapıtla izleyici arasındaki ilişkiyi baştan yapılandırarak; sanatı belki de yaşamın en heyecan verici deneyimi olarak yeniden tanımlamaya çabalamıyor mu?
 
Teknoloji, yeni bir doğa yaratırken, sanatla alanında arzunun dijital çiçekleri açmaya devam edecek gibi görünüyor.