02 Ağustos 2024

Problemleri, yaratanlar ile çözemezsiniz

Yani bugün de Mehmet Şimşek hangi kemoterapi, hangi radyasyon uygularsa uygulasın; Einstein yani bilim haklı çıkacaktır

"Problemler, yaratanlarca çözülemez."

Başlıktaki özdeyişin ünlü bilim insanı Albert Einstein’a ait olduğu söylenir. Öyledir ancak kullanıldığı alan ve tam anlamı açısından farklılık göstermektedir.

ABD'nin "B-29" tipi uçağı, 6 Ağustos 1945‘te "küçük çocuk" (little boy) adı verdikleri bombayı Hiroşima'ya, 3 gün sonra da "şişman adam" (fat man) dedikleri bombayı Nagazaki'ye atması sonucu bu kentlerin yüzde 70'i yok oldu. Bomba, merkezinde 3 bin santigrat derece ısı oluşturdu. Radyasyon tesiri asır sürecek deniliyor.

Einstein 1946’ da, atom bombasının kullanılmasından bir yıl sonra, insanlığı bu afetten korumak için Emergency Committee of Atomic Scientists./Atom Bilimcileri Acil Durum Komitesi adını verdiği bir komite kurmuş ve kendisini başkan yapmıştı.

Atom bombasını yapanlar da dahil, 8 bilim adamı tarafından kurulan bu komite başkanı Einstein, gazete aracılığı yayınladığı mektup ile varlıklı Amerikalılardan parasal destek istiyordu.

Einstein'ın mektupta demek istediği şuydu:

"Önümüzdeki birkaç yılı büyük bir nükleer savaşta herkesi öldürmeden atlatmak istiyorsak, atom enerjisinin kullanımını farklı bir şekilde düşünmemiz gerekiyor. Lütfen bu mesajı yaymak için kampanyamıza 200 bin dolar bağış yapın yoksa hepimiz ölürüz."

Mektubun bir yerinde “Dünyamız, iyi ya da kötü büyük kararlar alma gücüne sahip olanlar tarafından henüz algılanmamış bir krizle karşı karşıya. Atomun serbest bırakılan gücü, düşünme biçimlerimiz dışında her şeyi değiştirdi ve böylece eşi benzeri görülmemiş bir felakete doğru sürükleniyoruz” yazıyordu.

Burada kullanılan “düşünme biçimimiz” daha sonra biraz da karar alan devlet adamlarını kast ederek “problemleri yaratanlar” olarak lanse edildi.

Ancak temel anlayış olan kısaca “Problemler, yaratanlar tarafından çözülemez” mantığı hep ortaya çıktı.

Son derece bilimsel bir görüş olan bu anlayışın karşısında geçen hafta AKP yetkilileri, “Vatandaşın parasal probleminin farkındayız; onu biz çözeceğiz” deyince Einstein’ı ve bu sözünü hatırladım.

Neticede ekonomik bir problem artık sosyal hatta hayati bir probleme dönüşmüştü.

Ayni “köpek” problemi gibi. Tabii bu AKP’nin gündem değiştirme manevrası idi ancak pek işe yaramadı.

Sokak köpekleri, çocuklukta kötü beslendikleri için veterinerlere göre 7,8 yıl yaşayabilirler. Bugün ülkede şu kadar (Tam rakam bilinmiyor, kimine göre 40 milyon!!!) köpek var deniliyor.

Hesaba göre yaşamakta olan en yaşlı köpek 2017’lerde doğmuş olmalı. Atalarına kadar, yani her 7 yılda bir, 2002’ye kadar gidildiğinde, AKP gelmeden önce hiçbir “köpek problemimiz” olmadığı anlaşılıyor. Yaşayan ve yakın tarihte ölmüş olan sokak köpeklerinin tümü AKP’nin eseri.

Neyse, CHP Başkanı Özel net bir lisan ile uygulamayacağız dedi. Kanun ile insandan katil yapamazsınız.

Gelelim, başta emeklilerimiz, tüm ülke için sosyal bir probleme dönmüş olan ekonomik probleme...

“Biz çözeriz” diyen AKP’li şahsa sormak isterim;

İyi de bu problemi yaratan kimdi? Aklımın ermediği “Nas” filan gibi anlayışlar ile enflasyon paldır küldür çıkmakta iken faizi biri indirmedi mi?

Tabi olarak, enflasyon çıkarken faiz inince, vatandaş parasını korumak için dövize sarıldı;

“Devletin, yani vatandaşın parasal problemini” böylece yaratan AKP yetkilisi; bu defa daha da sivri zeka bir buluş ile “kur korumalı döviz hesabı” icat etti. Yani Einstein’ın dediği gibi faiz inince enflasyon da iner diyen “düşünce biçimimiz” daha da büyük bir problem icat etti ve problem üçe, beşe katlandı. Aynı “düşünce biçimi” yapacak bir şey kalmayınca, düşünmekten vazgeçti! Kendisi yerine düşünecek bir memur buldu.

Ancak bu zat, adı üstünde “memur” yani “uygulayıcı” hayatında karar vermemiş. Patronlara bilgi vermiş, olasılıklar anlatmış... Bir siyasi karar verebilmek için ne bilgisi ne görgüsü ne de mesleği müsait.

Bazı ekonomistlerden de devlet adamı oluyor.

Ancak, devlet adamı, (ekonomistlerin de içinde bulunduğu) farklı meslek ve bilgi sahiplerinden oluşan bir “grup insandan” bilgileri topluyor ve bir karar veriyor. Kimi yönetimlerde “Bakanlar Kurulu” kimilerinde “Kabiiine” deniliyor!.. Yanlış karar verirse, özür dileyip istifa ediyor. Japonlar kendilerini öldürüyorlar; aman o kadar yapmasına gerek yok.

Vatandaşı ilgilendirdiği şekli ile verilmesi gerekenler ekonomik kararlar değil; “sosyal” kararlar. Onun hayatı ile ilgili bir karar. Yani maaşın artışı ekonomik bir şey değil; sosyal bir şey. Vatandaş nasıl arttırdığın ile ilgilenmez, bilmez de zaten, bilmesi gerekmez... Fasulyeyi niye 150 TL’ye aldığını düşünmez; küfür eder, kahrolsun der, mecburen alır. İşi sebep düşünmek ya da bulmak değildir.

Uygulamaya memur edilen memur, kendisine ne söyleniyorsa ve kitap ne yazıyor ise onu uyguluyor. Ancak problemi yaratan akıl (yani bir olaylar zinciri sonunda oluşan problemi çözmek üzere bir memur tayin eden akıl) hala çözüm noktasında kendini tutuyor.

Memur derken, bir alçaltma için yazmıyorum; memur “görevli” demek. Yani yönetim teknolojisinde karar verilen bir konudaki “uygulamacı” o görevi tercih etmiş. Onu yaşıyor...

Kararı veren kim? Einstein’ın işaret ettiği “devlet aklı.”

Şirket yönetimindeki “yönetim kurulu” yani kararı verenler ve CEO (chief executive officer”) memur.

Bu şahıs “Yönetim kurulunca ne diyorsa onu uygulamak (execute etmek) ile memur. Karar mercii değil.

Ne yapılacak? Problem ne?

İlk etapta sürat ile enflasyonu düşürmek.

Nasıl?

Borç para (döviz) bularak...

Ne yapacaksınız bu paralar ile?

Önceki borçları ödeyeceğiz.

Sonra ne olacak?

Yeniden borç bulacağız!!!

Sonra ne olacak?

Maaşlar artacak, suni bir refah gelecek filan...

Peki sonra???

Vatandaş yine bize oy verecek!?.

Daha daha sonra???

Daha sonra ne olduğu 1950’den beri ayni film; sol görüşlü (vatandaşların tümünü kollayan) siyasetçilerin birazcık ortaya çıkması ile biraz ferahlayan, gelişen “orta sınıf” sonra hemen bir abidik gubidik, ihtilal, Atlantik ötesi dosttan(!) sağcı yeni görüşler, yeni parti, yeni yıldız lider...

Akıl, ayni akıl…

Ve en sonunda yine bir başka memur…

Bul paraları Memo!!!

Mehmet Şimşek’ten önceki “memur” kadim dostum Kemal Derviş, rahmetli Ecevit’in de dostu idi.

Kardeşim rahmetli Oruç Aruoba’nın da yazdığı Özgür İnsan Dergisi Genel Yayın Sorumlusu Yardımcılığını da yaptı.

Bugün yaşadığımız günleri, O günlerde (25 yıl evvel) yaşarken çevreye kanıp siyasete soyunduğu yıllardan önce, daha “memurken”, "Kansere aspirin tedavisi yapıyoruz" derdi.

Bu sarmal giderek vatandaştan uzaklaşıyor, seçim zamanlarında bütün sempatisi ve kandırıkçılığı ile ortaya çıkıyor.

Ekonomist dostlarımın anlayışına sığınıp bir kısa yol söyleyeyim.

Adam başına milli geliri 8-9 bin dolar olabilen bir ülkede serbest pazar, sermayenin serbest dolaşımı filan gibi şeyler uygulayamazsınız, uygularsanız işte böyle olur.

AKP geldiği günden beri her yazdığım köşe yazısında endüstrinin ve tarımın önemini anlatmaya çalışıyorum.

Milli gelirin adam başına 50 bin dolarları bulduğu günlere gelirsek, o zaman sermaye, yönetici, mucit, ayni kaba sığarlar.

Merak edenler Çin’i incelesinler...

Ancak bunu anlayabilmeleri için temel bilgiye ihtiyaç ve bir “anayola” gerek var. Planlı, programlı, sadece endüstriyel ve tarımsal üretimi önceleyen, inşaat filan gibi kandırık işler ile meşgul olmayan bir kadro gerek.

Bugüne kadar böyle bir kadro sadece 1936'ya kadar olan dönemde vardı. Bu insanların hepsi kendi işlerinde ve mesleklerinde bu ülkenin o tarihlerde yetiştirebildiği en bilgili kimselerdi. Tabii başlarında da Atatürk gibi bir deha vardı. Vatan aşkına görev yaptılar. Kimisi verilen 3 kuruş maaşı dahi almadı.

Bu insanlar bizlere bir “anayol” bıraktılar; biz terk ettik.

Sebebi kimine göre çok belli, “icatlar” çıkardık; bazen de aklımız ermedi? Zorla değil ya... Ama illa ki o koltuktan inemedik…

AKP geldiğinden bu yana “Büyük Atatürk’ün İzmir İktisat Kongresi'nde herkese anlatmağa çalıştığı “Win,Win-herkesin kazanacağı” sistemi inceleyin” diyorum.

Daha sonra uyguladığı “devlet sermayesi, özel teşebbüsün yaratıcılığı iş birliği”ni tam anlayın diyorum.

Tarımda “Köylü efendimizdir” sözünün sosyal bir sınıf yaratmak için mi yoksa, “yol gösterisi mi” için söylendiğini anlamaya gayret edin diyorum.

"Biraz tarih okuyun; tarihin öğrendiğiniz TV dizilerinden epeyce farklı olduğunu göreceksiniz!" diyorum.

Ancak, Ülkemizdeki siyasetçi profili belli. Bir grup insan bunu “meslek” sanıyor. TBMM'ye gelmelerini sağlayan otorite ne derse ona biat edilir zannediyor. Bu ülkenin iyi ailelerinde yetişmiş, iyi okullarda okumuş, iş veya meslek hayatlarında başarı sağlamış insanlar devlet yönetimine heves etmiyor. Halbuki en şerefli meslek... Ama vatandaş nezdinde pek öyle değil.

Alınan abuk sabuk, saçma sapan kararlar, sonra bu kararların yarattığı travmaların oluşturduğu daha da büyük travmalar...

Yani bugün de Mehmet Şimşek hangi kemoterapi, hangi radyasyon uygularsa uygulasın; Einstein yani bilim haklı çıkacaktır.

 

Artık gidin be kardeşim, çok yoruldu ülke…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Gündem, CHP, global kurumlar

AKP’nin iktidardan gitmesi, tuhaf anayasamızın tekrar Kopenhag kriterlerine uygun hale getirilmesi, ayrıca sivil toplum örgütlerinin tekrar tarif edilmesi ve devlet yönetiminden tamamen kurtarılması gibi olmaz ise olmaz bazı yönetim detayların uygulanmaya koyması ile ülkemiz tekrar Atatürk Türkiye’si normlarına dönmüş olacak ve AB ye katılacaktır

Siyasetçi abuklukları…

Anayasalar, milletleri için değil devletler için yapılır. Millet ile devleti yönetenler arasında bir sözleşmedir. Her devletin aslan gibi bir milleti vardır. İşlevini yerine getirdiği, milletinin yaşadığı topraklar ve denizler üstündeki alana ülke denir

Cumhurbaşkanımız, güncel olaylar…

AKP’li arkadaşlar, geçmiş Türk siyasetçilerden daha mı akıllı, daha mı tahsilli, daha mı görgülü, daha mı global görebilen, hareket edebilen insanlarmış da 70 yıl sonra nükleer santral kurmaya kalkmışlar?.. Kendileri, karar versin, cevaplasınlar

"
"