Sağcı/solcu, Sünni/Alevi, Türk/Kürt, laik/dinci ayrışması yetmezmiş gibi kutuplaşmaya teşni toplumumuz, son günlerde bir de sahipsiz sokak hayvanlarına ne yapılacağı konusunda ikiye bölündü. Ana akım televizyon kanallarından biri üç aydır yemeyip içmeyip her sabah sokak köpeklerinin saldırısına uğrayanları haberleştirerek lobi yapıyor. Bir başka kanalda sunucu ağzından köpükler saçarak sokak köpeklerinden kurtulmak isteyenlere veryansın ediyor. Demokrasinin vazgeçilmez unsuru siyasi partilerimiz ise ne söyleyeceklerini bilemiyorlar. Oy kaybederiz endişesiyle parti liderlerinin çoğu yuvarlak laflarla iki tarafı da idare etmeye çalışıyorlar. Bir parti lideri “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın; köpekleri yaşatmak gibi bir önceliğimiz yok” sözleriyle tarafını açıkça belli etmiş. Bir başka parti lideri ise, ”Cenab-ı Hakk’ın verdiği canı, ancak Cenab-ı Hakk geri alabilir” diye tam tersi bir tutum açıklıyor.
Uyutulma da nereden çıktı?
Her ne kadar kamu diplomasisi alanında çok başarılı olduğumuz söylenemezse de, tepki çekebilecek bazı eylemleri farklı isimlendirmekte pek bir mahiriz. 1974 yılında ordu Kıbrıs'ta savaşa giderken, rahmetli başbakanlardan Ecevit, savaşı dünyaya barış harekatı olarak duyurmuştu. Çatışmalarda öldürülen teröristler için etkisiz hale getirildi deniliyor. Şimdi de sokak köpekleri sorununun itlaf yoluyla çözümlenmesi yöntemine uyutulma adı verildi. En güzelini de MHP lideri Devlet Bahçeli söylemiş. ”Türkiye’nin neresine giderseniz gidin, köpekler öğle sıcağında mutlaka uyurlar ve herkes görür onu. Ama bu uyutma nedir? Kim uyutacak? Kaç saat uyutacaklar? Bunlar tabii belirsiz.” Bahçeli ne demek istedi? diye bir haftadır herkes onu tartışıyor. Yaratıcılıkta maşallah politikacılarımızın üstüne yoktur. Vaktiyle Süleyman Demirel de Kıbrıs’taki kayıp şahıslarla ilgili bir soruya, ”Kim kaybolmuş? Nereye kaçmışlar” diye cevap vermişti. Galiba buna edebiyatta tecahül-ü arif diyorlar.(Bir hususun bir nükteye bağlı olarak bilinmiyormuş gibi ifade edilmesi)
Nedense hep geç kalıyoruz
Türkün aklı başına sonradan gelirmiş. Yumurta kapıya dayanmadan önlem almasını beceremiyoruz. Deniz kirliliği için tedbir almaya da ancak müsilajdan denize girilemez hale gelindiğinde başlamadık mı? Dünya’da sokaklarını sahipsiz hayvanlardan arındıran ilk ülke unvanını kazanan Hollanda, bu alandaki yasal düzenlemeyi 1875 yılında gerçekleştirmiş. ”Topla, kısırlaştır, aşıla, bırak” temelinde bir politika ile de bugün sokaklarında başıboş hayvan bırakmamış.
Farklı ülkelerde farklı uygulamalar var
Sahipsiz sokak hayvanları ile ilgili düzenlemeler, ülkeden ülkeye farklılık gösteriyor. Genellikle uygulanan yöntemler, mikroçiplerle kayıt altına alma, barınaklarda toplama, kısırlaştırma, aşılama ve sahiplendirme. Uyutma Avrupa ülkelerindeki bilimsel tabiriyle, ”ötanazi”, sık görülen bir yöntem değil. Deneyimli gazeteci Deniz Kilislioğlu, geçen haftaki köşe yazısında İngiltere’deki uygulamayı anlatırken yasal düzenlemede yer alan ötenazi maddesinin ancak hayvanın acı çekmesine son vermek amacıyla kullanılabildiğini vurguluyor. Hatırladığım kadarıyla, İngiltere’ye evcil hayvan sokmak, insanların ülkeye girişinden daha zordur. Bir dizi bürokratik işlemleri tamamladıktan sonra da, can dostunuzu, altı ay süreyle bir barınakta karantinaya bırakmak zorunda kalırsınız. Evcil bir köpeğin sahibinden altı ay süreyle ayrı kalması, hem sahibi hem de hayvancağız için ötanaziden beter olmalı. Fransa’da evcil hayvanlarını sokağa bırakanlara 45.000 avro para cezası veya 3 yıla kadar hapis cezası verilebiliyor. Almanya köpek sahiplerinden aldığı vergilerle barınakları finanse ediyor. Avrupa’da sahipsiz sokak köpeği sorununu ötenazi yoluyla çözen tek ülke Romanya olmuş. 2015-2017 yılları arasında topladığı 52.000 sokak köpeğinin yarısını sahiplendirmiş, diğer yarısını da parlamentonun onayıyla uyutmuş. Avrupa Birliği, kendi toprakları üzerindeki bu katliama nasıl seyirci kalmış, o da anlaşılır gibi değil. İnsanlar için ölüm cezasını yasalarından hala kaldırmayan ABD, sahipsiz sokak köpeklerine de ötanazi uygulamasına devam ediyor. Bazı haberlere göre barınaklarda yeterli yer bulunamaması veya sahiplendirilememesi nedeniyle her yıl yaklaşık 2 milyon civarında köpek uyutuluyormuş. Uzak doğu ülkelerinin çoğunda köpekler ticari bir meta gibi görüldüğünden böyle bir sorun hiç yaşanmıyor. Kore'de ve Çin’de köpekler besin kaynağı olarak sofraları süslüyor.
Türkiye ne yapıyor?
Gıda ve Tarım Bakanı İbrahim Yumaklı, Türkiye’de dört milyon sokak köpeği bulunduğunun tahmin edildiğini söyledi. Mevcut kapasite ile de yılda en fazla 370 bin köpek kısırlaştırılabiliyormuş. Barınaklar deseniz çoğunun hali yürekler acısı. Adeta barınak değil, son durak. Sokak hayvanları konusunda Türkiye’nin sicili de pek parlak değil.1910 yılında Hayırsız adada kaderlerine terk edilen 80.000 civarındaki köpek için ünlü yazar Jean Paul Sartre, ”Özgürlüğün Yolları” isimli kitabında söylenebilecek en dramatik sözleri şöyle yazmış:
“Onları sokaklarda tuzağa düşürmüşler, çuvallara, sepetlere koymuşlar, sonra da ıssız bir adaya bırakmışlardı. Köpekler birbirini yiyorlardı. Açık deniz rüzgarı, bağırışlarını denizcilerin kulaklarına kadar getiriyordu. Oraya bırakılması gerekenler köpekler değil”
1960’lı yıllarda çoğu belediyenin maaşlı, kadrolu itlaf ekipleri vardı. Çocukluğumun bir bölümünün geçtiği bir Anadolu kasabasında köpeklerin av tüfeğiyle bu ekipler tarafından uyutulduğuna şahit olmuştum. Ne zaman bir tüfek sesi duysam hala o anları hatırlayarak bir irkilirim.
Cumhurbaşkanı Erdoğan neyi işaret etti?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin grup toplantısında hafta içerisinde yaptığı konuşmada sokak köpekleri konusunda öngörülen düzenlemeyi anlatırken ağırlığın barınaklara alınacak köpeklerin sahiplendirilmesine verileceğini dile getirdi .Bu yönde hayırseverlere de çağrıda bulundu .Bir an için dört milyon sahipsiz köpek tahmininin doğru olduğunu varsayarsak, kabaca bir hesaplamayla sorunun bu yolla çözümlenmesi için Türkiye’deki her 4-5 aileden birinin barınaklardan bir köpek sahiplenmesi gerekiyor. Köpek beslemek masraflı bir uğraşıdır. Açlık sınırının asgari ücrete yaklaştığı bir ülkede, kimse barınakların önünde kuyruklar olmasını beklemesin. Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasının bu bölümünü, ”Eğer bunu başarabilirsek bir sonraki adıma gerek kalmayacağına inanıyorum” sözleriyle bitiriyor.
Bir sonraki adım ne mi olacak? Onu ne siz sorun, ne ben söyleyeyim.
Hasan Göğüş kimdir?
Hasan Göğüş, 1953 yılında Gaziantep'te doğdu. 1976'da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu.
Diplomatik kariyerine 28 Nisan 1977'de başladı. Yurtdışında sırasıyla Yeni Delhi Büyükelçiliği'nde ikinci kâtip, BM Cenevre Ofisi nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği'nde başkâtip, Londra Büyükelçiliği'nde müsteşar, AGİT'te Daimi Temsilci Yardımcısı olarak çalıştı.
Dışişleri Bakanlığı merkezde; Müşterek Güvenlik İşleri, Savunma Anlaşmaları ve Uygulama dairelerinde ikinci kâtiplik, müsteşar özel kalem müdürlüğü, Bağımsız Devletler Topluluğu Genel Müdürlüğü'nde Orta Asya Daire Başkanlığı, AGİT Silahların Kontrolü ve Silahsızlanma Genel Müdür Yardımcılığı, Çok Taraflı Siyasi İşler Genel Müdürlüğü ve Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleriyle ikili ilişkilerden sorumlu Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Merkezdeki son görevi sırasında Türkiye-Hollanda ilişkilerine katkılarından dolayı Hollanda Kraliçesi Beatrix tarafından "Oranje- Nassau" nişanı ile ödüllendirildi.
Büyükelçi olarak Türkiye'yi sırasıyla Yeni Delhi, Atina, Viyana ve Lizbon'da temsil etti. 23 Ekim 2018'de Dışişleri Bakanlığı'ndan emekliye ayrılan Hasan Göğüş, Uluslararası Kalkınma Hukuku Örgütü Danışma Kurulu ve Okan Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyeliklerini sürdürüyor, T24'te dış politika konusunda yazılar yazıyor.
Hasan Göğüş'ün ayrıca 42 yıllık meslek anılarını derlediği, Doğan Kitap'tan yayımlanmış "Zor Başkentlerde Diplomasi" ve köşe yazılarını topladığı İdeal Kitap'tan yayımlanmış "Diplomasi Yazıları" isimli iki kitabı bulunmaktadır.
|