17 Nisan 2021

Dendias'ın densizliği

Bu ziyaret Yunan halkıyla ortak bir yanımızı daha açığa çıkarmış oldu. O da "iç politikanın, dış politikayı esir alıyor olması". Kahveyi Yunanlıların bizden aldığı ne kadar kesinse, bizim de bu hasleti Yunanlılardan öğrendiğimiz o kadar doğru sayılmalıdır

Her şey güzel başlamıştı. Gerilimlerle dolu, savaşın eşiğinden dönüldüğü zor bir yıldan sonra gemiler geri çekilmiş, Ege'deki deniz sorunlarının ele alındığı istikşafi görüşmeler yeniden canlandırılmış, dışişleri bakanlıkları arasındaki siyasi istişareler için üst düzey heyetler tekrar bir araya gelmeye başlamıştı. Böyle olumlu bir ortamda, 2019 yılında kurulan Miçotakis hükümetinde Dışişleri Bakanlığı'nı üstlenen Nikos Dendias, bu sıfatıyla ilk kez Türkiye'ye geldi. Ziyaretin başlayacağı tarihten bir gün önce, Mevlüt Çavuşoğlu'nun NATO toplantıları nedeniyle, ziyaretin ertelenmesi talebi, Yunanlı karşıtınca sorun edilmeyerek anlayışla karşılandı. Türkiye de bu tür çalışma ziyaretlerinde usulden olmadığı halde son anda Dendias'a Cumhurbaşkanı Erdoğan'la görüşme olanağı sağladı. Ziyaretten 24 saat önce sırf Patrik Bartholomeos'la görüşmek için üç saatliğine İstanbul'a gelip gitmesini mesele yapmadı. Oysa Türkiye'den Yunanistan'a giden liderlerin Batı Trakya'yı ziyaretleri ya ısrarlı diplomatik girişimlerle mümkün olur ya da hiç izin verilmez. Türkiye'ye olan bağlılıklarıyla bilinen Şahin köyüne girebilen ilk bakan 2010 yılında Ahmet Davutoğlu olmuştu.

Ziyaretin sonunda düzenlenen ortak basın toplantısı da iyi bir havada başlamıştı. İki bakanın yüz ifadeleri ve vücut dilleri sanki görüşmelerin olumlu geçmiş olduğu izlenimini veriyordu. Ta ki Yunan Dışişleri Bakanı kendisine sıra geldiğinde, Yunanistan ile Türkiye arasındaki sorunları diplomatik nezaket sınırlarını zorlayan bir üslupla ve suçlayıcı ifadeleri birer birer sıralamaya başlayana kadar. Yanlış görmediysem Dendias, bir ara parmak sallayarak konuşmak densizliğini bile gösterdi. Bakan Çavuşoğlu'nun da konuşmasında iki ülke arasında bu kadar sorun varken, kamyoncuların geçiş belgeleri, Yunanistan'daki Osmanlı eserlerinin restorasyonu gibi gündemde ön sıralarda yer almayan meselelere yumuşak bir uslupla da olsa basın önünde yer vermesi gerekli miydi? Bu da tartışılabilir.

Kamuoylarının yakından takip ettiği bu tür ziyaretlerde basın toplantısına geçilmeden baş başa görüşmelerde basına neler söylenebileceğinin birlikte kararlaştırılması, en azından nahoş bir sürprizle karşılaşmamak için ana hatlarıyla da olsa hangi konulara değinileceği üzerinde görüş alış verişinde bulunulması usuldendir. Hatta basın toplantısının sonunda her iki tarafa da yöneltilmesi istenilen sorular enformasyon görevlilerince önceden tanıdık gazetecilere sızdırılır. Böyle bir senaryonun bu kere de çalışılmış olmadığını düşünemiyorum.

Nikos Dendias'ın sade milletvekili olduğu dönemden beri Türkiye ile ilişkiler konusunda sertlik yanlısı şahin kanattan olduğu biliniyor. Türkiye politikalarında Başbakan Miçotakis'in yakın çevresindeki danışman ekibiyle de zaman zaman görüş ayrılığına düştüğü söyleniyor. Avrupa yanlısı görüşleriyle tanınan, ama zaman zaman "Kasımpaşalıvari" söylemler kullandığı da gözlerden kaçmayan, ihtiraslı politikacı Dendias'ın halk nezdinde yükselen popülaritesini daha da arttırmak için basın toplantısındaki "show"unu önceden planlayarak sahneye koyduğu apaçık ortada. Ziyaretin ertesinde Yunan basınının da Dendias'ı adeta kahraman ilan ederek tahriklere cesur cevaplar verdiği görüşünü yaymaya çalışması hiç şaşırtıcı değil. Türkiye ile diyaloğa karşı çıkan Yeni Demokrasi Partisi içerisinde hâlâ ağırlığını koruyan Samaras ve Karamanlis de gelişmelerden memnun görünüyor. Hatta ana muhalefet Syriza'nın lideri Chipras bile Dendias'ın Ankara'da doğrusunu yaptığını iddia etti.

Dendias bir yıl kadar önce türk- yunan sorunlarını,Türkiye-AB sorunları haline getirdiğinden övgüyle söz etmişti. Türkiye'nin son dönemdeki barış taarruzu ve bazı AB ülkelerinin "artık yeter" demeleri üzerine diyaloğa başlamayı kabul etmek zorunda kalmıştı. Bu kere, bir Bizans taktiğiyle masayı devirip suçu Türkiye'ye atmayı isteyip istemediğini zaman gösterecek.

Aslında Türk-Yunan ilişkileri tarihinde bu tür krizlerin basın önünde yaşanması ilk kez olmuyor. 3-9 Ocak 2011 tarihlerinde Erzurum'da gerçekleştirilen Büyükelçiler Konferansı'na onur konuğu olarak katılan oğul Papandreu oldukça ağır bir konuşma yaptı. Atina'daki görev sürem boyunca Başbakan ve Dışişleri Bakanı olan Papandreu'nun Türkiye aleyhine tek bir söz sarf ettiğine tanık olmamıştım. Sonradan ziyaretten bir gün önce, Türk savaş uçaklarınca Ege adaları üzerinde alçak uçuş yaptığı, ziyaretin iptal edilmesini isteyen muhalefeti dengelemek için Papandreu'nun bu konuşmayı yapmak zorunda kaldığı  anlaşıldı. Benzer bir kriz bir kere de Erdoğan'ın yarım asrı aşan bir aradan sonra cumhurbaşkanı sıfatıyla 2017 yılında Atina'ya yaptığı ziyaret sırasında karşıtı Papulias görüşmesinden sonraki basın toplantısında yaşanmıştı. O zaman gündem Montrö değil, Lozan'dı.

Biraz polyannacılık oynamak istersek, her iki tarafın da eteğindeki taşların tümünü dökerek son bir yıldır ilişkilerde biriken basıncın alınmış olduğu söylenebilir. Kathimerani gazetesi dünkü sayısında Ankara'daki basın toplantısını "olağanüstü samimi" diye nitelendirerek kinayeli bir benzetme yapmış. Bu vesileyle Yunan ve Türk kamuoyları iki ülke arasındaki sorunlara ilişkin her iki tarafın görüşlerini adeta içerideki toplantılara katılmış kadar öğrenmiş oldular. Sonuçta denizde savaş gemilerinin burunlarını tokuşturmasından, havada uçakların it dalaşına girmesinden, basın önünde de olsa bakanların ağız dalaşı yapmaları ehven-i şer sayılabilir.

Dendias ziyaretinin daha sağlıklı bir değerlendirmesi ancak ortalıktaki toz duman dağıldıktan sonra yapılabilecektir. Ancak, bu ziyaret Yunan halkıyla ortak bir yanımızı daha açığa çıkarmış oldu. O da "iç politikanın, dış politikayı esir alıyor olması". Kahveyi Yunanlıların bizden aldığı ne kadar kesinse, bizim de bu hasleti Yunanlılardan öğrendiğimiz o kadar doğru sayılmalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları

Kadınların fendi Netanyahu’yu yendi

Kamuoyunda “Lahey’i basma yasası” olarak da bilinen “Amerikan Askeri Personelini Koruma Yasası”, (ASPA) ayrıca Amerikan askerlerini kurtarmak için ABD’nin her türlü önlemi alabileceğine ilişkin hükümler içeriyor. Trump yönetimi devraldığında hasbelkader bir Amerikan askeri UCM’lik olursa, maazallah, Trump bu yasaya dayanarak Lahey’i “cehenneme çevirmeye” kalkışabilir

“Amerika’yı seversen, İsrail’i sevmek zorundasın”

Kesin olan bir öngörü varsa, o da Trump 2.0’ın İsrail’e olan desteğinin her hâl ve kârda artarak devam edeceğidir. Türk-Amerikan ilişkilerinde önümüzdeki dönemde Türkiye’nin en fazla başını ağrıtacak konuların ilk sıralarında da İsrail ile ilişkiler, Filistin meselesi ve Hamas konusundaki görüş ayrılığı gelecek gibi görünüyor

 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zirve maratonu

G-20 Zirvesi'nin bildirisinde sürdürülebilir kalkınma hedeflerinden BM güvenlik konseyi reformuna, iklim değişikliğinden kadın cinayetlerine kadar ne ararsanız var. Ama İsrail ve Rusya’nın saldırılarını sona erdirmeleri çağrısında bulunan tek bir cümle yok. Acaba tüm bu zirveler ne için yapılıyor?

"
"