Hariciye mesleğinde Amerika'ya tayin yapmış olanlar, bu tayinlerini görev yaptıkları diğer ülkelerden ayrı bir yere koyarlar. Orada geçirdikleri günleri, yaşadıkları anıları anlata anlata bitiremezler. Hatta meslektaşlarımız arasında birden fazla Amerika tayini yapıp kariyerlerinin çoğunu Amerika'da tamamlayanlar da vardır. Benim için ABD'de görev yapmak hiç kısmet olmadı. Bir keresinde Washington'a atanmaya çok yakınken, Londra'ya tayin olduğumu öğrendiğimde epey bozulmuştum. Ama bugün tercihimi soracak olsalar, tereddütsüz Londra'yı isterdim. Diplomasinin merkezinin Londra olduğuna, uluslararası ilişkileri Amerikalıların değil, İngilizlerin yönlendirdiğine inananlardanım.
Farklı bir Amerika
ABD'de de görev yapmamış olmakla birlikte, Birleşmiş Milletler'den sorumlu olduğum dört yıllık genel müdürlüğüm sırasında birçok kez ABD'ye gitme fırsatı buldum. BM Güvenlik Konseyi'ne seçildiğimiz 2008 yılında, oylamadan önce, üç ay New York'ta kaldım. 2012 yılından sonra da ailevi nedenlerle sık sık Boston'a gidip geldim. Malum pandemi sebebiyle, üç yıllık bir aradan sonra geçen ay ziyaret ettiğim Amerika'yı bu kere çok farklı buldum. ABD coğrafi açıdan çok geniş bir alana sahip. Tabiatıyla ülke çapında bir genelleme yapabilmek pek doğru olmaz. Bu bakımdan aşağıdaki gözlemlerimin ziyaret edebildiğim üç eyaletle sınırlı olduğunu vurgulamakta fayda var.
Havaalanları daha sakin
Öncelikle havaalanları eskisi kadar kalabalık değil. İnsanlar haklı olarak hâlâ Covid-19 korkusunu üzerlerinden atamadıklarından daha az seyahat ediyorlar. Pandemiden önce de havayolu ile seyahat ettiğinizde yerine getirmek zorunda olduğunuz bir sürü formaliteye, şimdi bir de PCR testi yaptırmış olduğunuzu belgelemek, aşı karnesi sahibi olmak, sağlık bakanlıklarının hazırladığı formları doldurmak gibi yeni şartlar eklendi. Bu koşullar, seyahat etmek isteyenleri daha da bezdirmişe benziyor. Bu arada mütekabiliyete çok meraklı olduğumuz halde, Türk Hava Yolları Amerika'ya gidişte uçağa binebilmek için PCR testi şartı ararken, Türkiye'ye dönüşte niçin böyle bir gereksinim duymuyor, o da anlaşılır gibi değil. Ya pandemide zaten çok başarılı olduğumuz değerlendirilmiş ya da battı balık yan gider denilmiş olmalı.
Sanki Amerika'ya girişteki pasaport polisleri yolculara daha kibar davranmaya başlamışlar. "Niçin geldin? Ne kadar kalacaksın? Yeterli paran var mı? Baban ne iş yapıyor? Annen burda mı?" gibi ahiret sorularına muhatap olmadan kısa bir sohbetten sonra pasaportunuza mührü basıyorlar. Herhalde bir süredir eleman temin etmekte zorluk çekilen sektörlerdeki yabancı ucuz işgücünü karşılamak için biraz da göz yumuyorlar. Ama Türkiye'den gelen yolcuların valizlerinin hâlâ sıkı bir incelemeden geçirilmeye devam edildiği anlaşılıyor. Amerika'ya seyahat edecekseniz, bavullarınıza boşuna kilit takmayın. Herhalukârda kilitleri kırılmış olarak teslim alıyorsunuz.
Amerika artık o kadar ucuz değil
10-15 yıl öncesine kadar Amerika'ya gidenlere "yanınızda boş bir valiz götürürseniz, orada yapacağınız alış verişle uçak biletini bedavaya getirirsiniz" diye tavsiyede bulunulurdu. Artık öyle bir ucuzluk yok. Tabiatıyla temel neden Türk Lirası'nın hal-i pür melali. Bununla beraber, Amerika'nın kendi enflasyonu da yabana atılır cinsten değil. Kasım ayındaki enflasyon oranı beklentilerin üstünde yüzde 6.8 olarak açıklandı. Biz rüyamızda bile göremeyeceğimiz bu enflasyon oranını yakalayacak olsak öpüp başımıza koyarız. Ancak Amerika için bu rakam son 40 yılın en yüksek enflasyonu anlamına geliyor. Hayat pahalılığını yaşayarak da görüyorsunuz. Kasım ayında galonu (yaklaşık 3.7 litre) 2.5 dolar olan benzin aralık ayında 3.35 dolara satılmaya başlandı.
Mal bolluğuyla, aşırı tüketim tutkusuyla, yemek porsiyonlarının büyüklüğüyle tanıdığımız Amerika, giderek bu niteliklerini de kaybediyor. Gece yarısında kuyrukların başladığı "kara cuma" indirimlerinde bu sene satışlar geçen yılın ancak yüzde 67'si oranında gerçekleşmiş. Macy's, Marshalls, Wallmarth gibi büyük mağazalarda daha az kasiyer çalıştırılmasına rağmen kasalarda dakikalarca sıra beklemek zorunda kalınmıyor. Bizzat şahit olduğum tedarik zincirindeki sıkıntılar gerçekten ciddi boyutlara ulaşmış. Dünyanın en büyük internet mağazası sayılan Amazon'dan verdiğim üç siparişten sadece biri vaktinde gelebildi. Bir tanesi bir hafta gecikmeyle teslim edildi. Diğerinin ise teslim süresi üç gün olarak öngörülmüşken bir ay sonrasına atıldı.
Bireysel silahlanma ile baş edilemiyor
Öte yandan Sokaktaki Amerikalı'yı yükselen enflasyon kadar bir türlü önüne geçilemeyen şiddet olayları ve vandalizm korkutuyor. Okullarda öğrencilerin üzerlerine rastgele ateş açılması, büyük şehirlerde talan edilen mağazalar halkta büyük tedirginlik yaratıyor. Silah merakı Amerikalıların başlarına daha çok iş açacağa benziyor. Türkiye'de bir düğünde damadın boynuna bir pompalı tüfek asılması, haklı olarak ciddi tepki doğurmuştu. Oysa Amerika'da üçü kadın beş kişilik bir ailenin hepsinin ellerinde tüfekle poz verdikleri noel fotoğrafı neredeyse vaka-ı adiyeden görüldü. Silah lobilerini aşıp bireysel silahlanmanın önüne geçilmedikçe bu sorunun çözülmesi de kolay görülmüyor.
Covid-19 vakalarındaki artış önlenemiyor
Trump'tan sonra Biden yönetiminin de pandemiyle mücadelede başarılı olamadığı dikkat çekiyor. Bugüne kadar Covid-19'dan hayatını kaybedenlerin sayısı bir milyona yaklaşıyor. Neredeyse Trump'ın salgının başladığındaki öngörüsü doğru çıkacak. Covid-19 vakalarının sayısı günlük 100 binler, ölümler ise bin 500'ler civarında seyrediyor. Her iki kategoride de devam eden ciddi artış eğilimine karşın, kapalı mekanlara girilirken ateş kontrolü, aşı kartı incelemesi gibi bir denetime rastlamadım. HES kodu uygulaması yok. Önlemler daha ziyade bireylerin iradelerine bırakılmış.
Tüm bu yazdıklarımdan Amerika ile Türkiye'de yaşananlar arasında paralellik kurup sorunlarımızı küçük göstermeyi amaçladığım sonucu çıkmasın. Sadece Amerika'da görüp şaşırdığım bazı gelişmeleri paylaşmak istedim.