24 Ocak 2023

Uğur Mumcu...

Uğur Mumcu'dan: "Her türlü düşünceye söz ve örgütlenme hakkı vermek zorundayız. Sağcısına da vermek zorundayız, solcusuna da... Yoktur bunun çaresi. Ya da vardır sanılır ama bunun adı demokrasi olmaz."

Bugün daktilomun başında
yıllardan beri ilk kez
ne yazacağımı düşünerek
dakikalarca durdum.
Elim bir türlü tuşlara varmadı.
Ne yazayım bugün?
İnsan, içindeki sıkıntılarla boğuştu mu
sözcükler bir dönme dolap gibi
beyninizde döner durur.
Öyle ki sözcükleri beyninizden,
yüreğinizden ve dilinizden çekip
daktilo şeridine varamaz,
ak kâğıt üzerine siyah harfleri,
siyah sözcükleri dizemez,
noktaları, virgülleri koyamazsınız...
Çünkü sözcüklerin
kendi dünyaları vardır; bu dünyalar,
güneş çevresinde dönen küreler
gibi beynimizde, vicdanımızda,
yüreğimizde döner dururlar...
Sözcükler, gün olur,
uzanamadığımız yıldızlar kadar uzak,
gün olur, hoyratça ezip geçtiğimiz
kır çiçekleri gibi bizlere yakın olurlar.
Ve biz çoğu kez bu uzaklığı da
bu yakınlığı da ölçüp biçemeyiz.
Ve sözcükler, yüreklerimizde,
vicdanlarımızda, beyinlerimizde
ve atardamarlarımızda
döner dururlar...
Bugün hiç yazı yazmasam diyorum,
gitsem bir dağ başına,
gitsem kır çiçekleri toplasam...

Uğur, benim değil bu duyarlı satırlar.
Sen yazmışsın, 1982 yılında...
“Hasan Cemal’e sevgilerle” diye
imzaladığın kitabında buldum.
Cumhuriyet’teki yazılarını toplayan
Terörsüz Özgürlük isimli kitabında...
Ben de pazar günü
makinenin başına oturamadım.
Gazeteden sordular,
“Sen bir şey yazmayacak mısın ?” diye...
“Yazsan iyi olur, yanlış anlaşılabilir”
diyenler oldu. Ama elim varmadı
bilgisayarın tuşlarına...
Oysa sen olsan...
Beni vurmuş olsa terör...
Sen oturup, hangi saatte olursa olsun
yazını değiştirirdin.
En güzel yazıyı yazmak için çaba gösterirdin.
Örneklerini gayet iyi anımsıyorum.
En kızdığın insana da bunu yapardın.
Herkes bilmez,
senin duygusal yanın
bazen ağır basar,
düşüncenin üzerine çıkardı.
Ama ben pazar günü yazamadım senin için...
Gayet iyi bilirsin, zaten yavaş yazarım.
Bu yüzden dalga geçerdin benimle.
Başını odamdan içeri uzatıp,
“İttihatçı deden” diye başlardın
muzip muzip, “senin yazdığın süre içinde
Osmanlı devletini ele geçirmişti.”
Gülüşürdük o güzel günlerimizde...
Ama ben pazar günü yazamadım Uğur.
Pırıl pırıl güneşli bir gündü İstanbul’da.
İnsana yaşama sevinci aşılayacak kadar
güzel bir tatil günü.
Tam Boğaz’a balık yemeye çıkıyorduk ki
senin ölüm haberin geldi.
Ölümlerin ardından yazı yazmak zaten
güçtür benim için.
Hele o ölüm seninki gibi bir ölümse...
Hatırlarsın, sevgili Doğan Avcıoğlu
öldüğü zaman içinizde
tek satır yazamayan bir ben kalmıştım.
Senin ölüm haberin bana ulaşınca şok oldum.
Tam çeyrek yüzyıl öncesine giden bir ilişki...
Onca yılın anıları bir dipsiz kuyu gibi
beni içine çekmeye başladı...
Şimdi akşam vakti, Uğur.
Televizyonda haberlerini seyrettim az önce.
Umduğumdan iyi verdiler.
Bilgisayarın başındayım.
Yine çok yavaş gidiyor yazı...
Karşımda kitapların.
Bir raf dolusu boydan boya.
İşte Sakıncalı Piyade...
En sevdiğim kitabın.
Yazmadan önce Ankara gecelerinde
senin ağzından dinlemiştik Sakıncalı Piyade’yi.
12 Mart’lı günlerde
gülmekten yerlere yatardık,
sen hapishane hikâyelerini anlatırken.
Aziz Nesin’in deyişiyle o günlerde
bizi “acılı acılı güldürmüştün.
1971’de nasıl “sakıncalı piyade” çıktığını,
kitabının bir yerinde şöyle anlatırsın:

Piyade Okulu Komutanlığı
6812 yaka numaralı Uğur Mumcu,
Leninist, Maocu, Kürtçü fikir
ve düşüncelere sahip olmaktan
sanık olarak Sıkıyönetim Askerî Mahkemeleri’nce
tutuklanmış
ve hüküm giymiş...
Ve mütebaki muvazzaflık hizmetini
er olarak tamamlamasını...

1 Mart 1988, Hasan Cemal, Sevinç İnönü, Erdal İnönü,
Uğur Mumcu ve Cüneyt Arcayürek

Bir başka kitabın duruyor rafta:
Terörsüz Özgürlük...
1982’de 12 Eylül anayasasını eleştirirken
Cumhuriyet’teki köşende şunları yazmışsın:

Eğer Batı demokrasileri
bizler için ölçü ise çaresi yoktur.
Beğensek de beğenmesek de
her türlü düşünceye
söz ve örgütlenme hakkı
vermek zorundayız.
Sağcısına da vermek zorundayız,
solcusuna da... Yoktur bunun çaresi.
Ya da vardır sanılır ama bunun adı
demokrasi olmaz.
Bir başka rejim olur.
Örneğin ‘Filipin demokrasisi’ olur.
Ama demokrasi olmaz,
Batı demokrasisi olmaz.

Uğur,
Belki bilirsin.
Duygularımı ele vermeyi seven
bir insan değilimdir.
Biraz içime dönüğümdür bu açıdan.
Hele yazılarımda
hiç hoşlanmam bundan.
Ama itiraf edeyim,
bu satırları yazarken
kendimi tutamadım, ağladım.
Öylesine uzun yıllar ki arkamızda kalan...
İnişli çıkışlı...
Paylaştığımız
paylaşamadığımız...
Avcıoğlu ve Devrim’de yaşadıklarımız...
Cumhuriyet’in Ankara temsilcisi
ve genel yayın müdürü olarak mesleğimin merdivenlerinde tırmanırken
bana vermiş olduğu destek...
Acı tatlı günler...
Hele o son kopuş...
Cumhuriyet’teki ayrılığımız...
Yazdın mı o kopuşu, bilemiyorum.
Keşke yazmış olsan !
Çünkü günün birinde ben yazınca,
tek taraflı kalmış olmaz;
öylece birlikte gerçeğe daha yaklaşmış olurduk.
Benim yazdıklarım seninkini,
senin yazdıkların benimkini tamamlardı.
Üçüncü kişilerin olan biteni sağlıklı,
nesnel biçimde değerlendirmeleri için
daha net bir görüntü ortaya çıkardı.

Uğur,
Yürekli ve dürüst bir insandın.
Kendi doğrularını öylesine savunurdun ki
genellikle en ufak bir taviz vermeye
yanaşmazdın. Hoşgörüden söz eder
ama bükülmezdin.
Uzlaşmayı nedense kendi kişiliğinden
bir ödün olarak görürdün.
Ölçüyü kendin koyar,
hep ona yaklaşılmasını beklerdin...
Eleştirdiğin insanlar, görüşüne katılmadığın
insanlar, bazen “düşmanlaşırdı” gözünde...
Bu yüzden seninle çok tartışmıştık.
Kopuşumuz da öyle oldu.
Şimdi içim yanıyor.
Meslek yaşamın boyunca
üstüne üstüne gittiğin
terör sonunda seni vurdu!
Belinden eksik etmediğin tabancanı gösterip,
“Taşıyoruz ama ne işe yarayacak ki Hasan ?..”
dediğin günleri anımsıyorum.
Haklıymışsın.
Bir insanı,
saygıdeğer bir insanı,
değerli bir meslektaşımı
yine düşüncesinden dolayı vurdular Türkiye’de...
Buna isyan ediyorum !
Demokrasi adına terörizme karşı
mücadele devam edecek bu topraklarda.
Merak etme !
Senin anına sahip çıkılacak,
kuşkun olmasın.
Şuna inanıyorum Uğur,
Bu topraklarda demokrasi
ve insan hakları galip gelecek sonunda...

* * *

25 Ocak 1993 Pazartesi, Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfası
 
Yukarıdaki yazım,
​​​​​​​Uğur Mumcu 24 Ocak 1993 Pazar günü
​​​​​​​Ankara'daki evinin önünde katledildikten iki gün sonra,
26 Ocak 1993'te Sabah
gazetesinde çıktı.
Aradan geçen 30 yılda bu
topraklara hâlâ barış, demokrasi, hukuk ve
özgürlük gelecek diye bekliyoruz.
Ne kadar hazin.
 

Hasan Cemal kimdir?

Hasan Cemal 1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1969 yılında Ankara'da haftalık Devrim dergisinde başladı. Yeni Ortam dergisi, Anka Ajansı ve Günaydın gazetesinde çalıştıktan sonra 1973 yılında Cumhuriyet gazetesine girdi. 1979 - 1981 yılları arasında Ankara Temsilciliği yaptı. 1981-1992 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesini Genel Yayın Yönetmeni olarak yönetti. Cumhuriyet gazetesi Cemal'in yönetimindeyken 1986'da Sedat Simavi Ödülü'nü kazanarak "yılın gazetesi" seçildi. 

1992-1998 yılları arasında Sabah gazetesinin birinci sayfa yazarlığını yaptı. 1998'den 2013'e kadar yaklaşık 15 yıl boyunca Milliyet gazetesinde yazdı. Nokta dergisi 1989 Doruktakiler ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti köşe yazısı ödüllerini kazandı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2004 yılında da "Araştırma" ödülünü Hasan Cemal'in çalışmalarına verdi. 

28 Şubat 2013'te Milliyet'in manşetinde yayımlanan "İmralı Zabıtları"nın yayınını savunduğu için dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan'ın tepkisine hedef oldu. Milliyet yönetimi, "Başbakan'ı ve medya sermayesini sorgulamaktaki ısrarını" gerekçe göstererek yaklaşık 15 yıldır yazdığı gazetedeki köşesini kapattı. 

Milliyet ile yolları ayrıldıktan sonra yaptığı röportajlar ve kaleme aldığı yazılar, bağımsız internet gazetesi T24'te yayımlandı. Türkiye medyasının en etkili ve kıdemli isimlerinden olan Hasan Cemal, Mart 2013'ten beri T24'te yazıyor. Harvard Üniversitesi Nieman Gazetecilik Vakfı Louis M. Lyons Gazetecilikte Vicdan ve Dürüstlük Ödülü'nü "hayatı boyunca basın özgürlüğünü savunmak için gösterdiği çaba nedeniyle" 2015 yılında Hasan Cemal'e verdi. Cemal, Türkiye'de bu ödülü alan ilk gazeteci oldu. 

Bir dönem Bilgi Üniversitesi'nde "Medya ve Politika" dersleri veren Hasan Cemal'in yayımlanmış 13 kitabı, tarih sırasıyla şöyle: 

Tank Sesiyle Uyanmak (1986)

Demokrasi Korkusu (1986)

Tarihi Yaşarken Yakalamak (1987) 

Özal Hikâyesi (1989)

Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım (1999)

Kürtler (2004)

Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim (2005)

Türkiye'nin Asker Sorunu (2010)

Barışa Emanet Olun (2011)

1915: Ermeni Soykırımı (2012)

Delila - Bir Genç Kadın Gerilla'nın Dağ Günlükleri (2014)

Çözüm sürecinde Kürdistan Günlükleri (2014)

- Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor (2018)

- Hasan Cemal'in "Zamane Diktatörleri" adını taşıyan basılmamış bir kitabı daha var.

Yazarın Diğer Yazıları

Ermeni kardeşlerimin 24 Nisan soykırım acısını, Hrant Dink'in "23,5 Nisan" yazısıyla paylaşıyorum

"Kim nasıl anlayabilir bunu bilemiyorum ama hem Ermeni olmak, hem Türkiyeli; hem 23 Nisan'ı yaşamak bütün coşkusuyla ve ertesi günün bir parçası olmak bütün hüznüyle..."

Ortadoğu cehennemine Gazze'ye BARIŞ gelecek mi?

İsrail, İran ve Filistin'de iktidarlar değişmedikçe, Batı'nın İsrail'e kayıtsız şartsız desteği son bulmadıkça, Hamas şiddet ve terörden vazgeçmedikçe Ortadoğu'da barış kapısı açılmaz!

Paris'ten, yaşlı hatıralarla...

Yürüyorum Paris sokaklarında, yoksa gençliğimi mi arıyorum?..