Sevgili Hrant öylesine yaşadı ve öylesine öldü ki, Türkiye’ye ilişkin yeni sorular sorulmasına, yeni cevaplar aranmasına yol açtı. Ama şunu iyi bilin; ‘eski yapı’ direniyor! Türkiye’yi ‘yalanda yaşatma’ya ahdetmiş kafalar, Dink cinayetini karanlıkta tutmak için direnmeye devam ediyorlar.
Dink davası yarın yeniden ele alınmaya başlanacak. Ne kadar iyimser olabiliriz? Davanın bugüne kadarki seyri, karamsar olmak için her türlü ipucuna sahip. O kadar ki, Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin, cinayet yargısıyla ve sevgili Hrant’la ilgili yeni kitabına şu adı koymuş: Utanç duyuyorum!
Bazı insanların hayatı vardır, o hayat sadece onların hayatı değildir. Yaşam ve ölümleri yalnız kendilerini değil, içinden çıktıkları toplumu da birçok bakımdan ve çok yakından ilgilendirir.
Hrant Dink’in hayatı da böyleydi.
Sevgili Hrant öylesine yaşadı ve öylesine öldü ki, Türkiye’ye ilişkin yeni sorular sorulmasına, yeni cevaplar aranmasına yol açtı.
Öylesine yaşadı ve öldü ki, bu toprakların dünü ve bugünü daha derinlemesine mercek altına alındı.
Sevgili Hrant öylesine yaşadı ve öldü ki, aklı ve vicdanı olan herkes, bu topraklarda daha çok demokrasiye, daha çok hukuka, daha çok özgürlük ve insan haklarına açılan yollardaki engeller üzerinde kafa yormaya başladı.
Sevgili Hrant, hayatı ve trajik ölümüyle, Türkiye’nin kendi vatandaşlarını yalanda yaşatmayı bir devlet ideolojisi olarak benimsemiş milliyetçilik anlayışına büyük bir darbe indirdi.
Bu toprakların gerçek tarihinin cılkı çıkmış resmi klişeler dışında yeniden yazılmasını hızlandırırken, tarihle yüzleşmenin kapısını biraz daha açtı.
Şunu söyleyebilirim:
Ben de, Sevgili Hrant sayesinde daha özgürleştim! Beni yıllar boyu ‘yalanda yaşatmış’ ve zihnimi tutsak almış olan bazı tabu ve zincirler belki de nihai darbeyi böyle yedi.
Eski yapı direniyor
Hayat acımasız.
Bazı bedeller ödenmeden, bazı kopuşlar yaşanmadan iyiliğe, barış ve huzura giden yollar açılamıyor. İnsanlık tarihi ne yazık ki bunun hazin örnekleriyle dolu.
Sevgili Hrant, bu büyük bedellerden birini ne acıdır ki kendi hayatıyla ödedi; Türkiye’nin özgürleşmesinin önünde duran setlerden birini daha kendi hayatıyla yıktı.
Ama şunu iyi bilin:
‘Eski yapı’ direniyor!
Türkiye’yi ‘yalanda yaşatma’ya ahdetmiş kafalar, Hrant Dink cinayetini karanlıkta tutmak için direnmeye devam ediyorlar.
İşte bunun içindir ki; Hrant Dink cinayetinin aydınlatılması, Türkiye’nin önünde duran bir ‘demokrasi sınavı’dır.
Hukukun üstünlüğü sınavıdır.
İnsan hakları sınavıdır.
Özgürlük sınavıdır.
Türkiye bu sınavdan kalırsa, demokrasiye de, hukukun üstünlüğüne de, insan hakları ve özgürlüklere de layık olamaz.
Bu büyük sınavı verecek olan sadece yargı değil. İktidar da bu sınavın önünde. AK Parti hükümetini de, elbette demokrasi konusunda gerçek duyarlığı olan kamuoyunu da bekliyor bu sınav...
Dava yeniden başlarken sorular çok
Sorular epeyce...
Devletin içindeki bu eski yapı varlığını sürdürecek mi?
Başbakan Erdoğan iktidarı bu ‘eski yapı’yla uzlaştı mı?
Bu uzlaşmanın Hrant Dink cinayeti yargısının seyrinde ipuçları var mı?
AK Parti hükümeti, devletin içindeki, kökleri çok eskilere, Osmanlı’nın İttihat ve Terakkisi’ne kadar giden bu ‘eski yapı’yla bir yerde çizgi çektiği için mi Hrant Dink cinayeti karanlıkta kalmaya devam ediyor?
Devam edecek mi?
Kolayca çoğaltılabilecek bu sorular akla takılıyor, çünkü Hrant Dink davası yarın yeniden ele alınmaya başlanacak. İlgili mahkemenin hukuk açısından gerçek bir skandal olan geçen yılki kararı Yargıtay’dan geri döndüğü için öyle.
Şimdi ne kadar iyimser olabiliriz?
Davanın bugüne kadarki seyri, karamsar olmak için her türlü ipucuna sahip. O kadar ki, Hrant Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin, cinayet yargısıyla ve sevgili Hrant’la ilgili yeni kitabına (Metis Yayınları) şu adı koymuş:
Utanç duyuyorum!
Bu utanç duygusu, kitabın hüzün ve gerçeklerden oluşan sayfaları arasında derinleştikçe derinleşiyor.
'Bırakın bu palavraları!'
Fethiye Çetin, kitabının bir yerinde anlatıyor:
“Konu başlığını pek hatırlamıyorum ama Siyaset Meydanı, o gece, Türkiye'de azınlıklar ve sorunlarını konu etmişti. Rum, Ermeni, Yahudi konuklar ile bazı akademisyenlerin konuk edildiği, çok geç̧ saatlere kadar oturup izlediğim bu programın en son konuşmacısıydı Hrant.
O vakte kadar, arada ürkek ve kaçamak sözlerle sorunlara değinilse de, azınlık mensubu katılımcıların çoğu, ‘Hayatımızdan memnunuz... Bir problemimiz yok Allaha şükür... Şimdilik mutluyuz...’ gibi cümleler kuruyorlardı.
Hatırladığım kadarıyla Hrant söze, azınlık vakıflarının mülk edinmelerinin nasıl yasaklandığını, o güne kadar edinilmiş mülklerin hukuka aykırı gerekçeler yaratılarak nasıl ellerinden alındığını, Yargıtay'ın ülkenin azınlıklarını yabancı olarak nitelediği kararı anlatarak bağladı.
Sonra Ermeni yetimlerinin elleriyle, tırnaklarıyla kurdukları Tuzla Ermeni Yetimhanesi’nin gasbedilişinin hikayesine geçti. Gasbedilen sadece mallar değil, o yetimlerin emekleri, hayatları, hayalleriydi. Hrant Dink, emeği, hayatı ve hayali gasbedilenler arasındaydı.
Etkileyiciydi konuşması, öylesine sahici, öylesine samimi, öylesine sade ve inandırıcıydı. Konuşmasının bir yerinde diğer konuşmacılara bakarak şöyle bir şeyler söyledi:
‘Bırakın bu palavraları… Çok iyiyiz... Çok mutluyuz... Sabah kalkıyoruz iyiyiz, sonra?.. Sonra sorunlar, sorunlar... Kötüyüz!..'
Geçmiş gün, kelimelerin hepsini tam aklımda tutamadım ama palavra deyişini hiç unutamadım. Birdenbire, öyle pat diye ortaya atmıştı sözü:
‘Bırakın bu palavraları...’
Hrant sonra hiç̧ ağaç dikemeyen Ferman’ın hikayesini anlattı.
Ferman, Siirtli bir Ermeni.
Marmara Ereğlisi'nde yazlığı var, bir de bahçesi, lakin bahçede tek bir ağaç yok. Domates, biber, mısır, ay çiçeği ekmiş de Ferman, bir tek ağaç dikmemişti bahçeye.
Soranlara şöyle diyordu:
‘Dikmem arkadaş, ne zaman ağaç diktim de meyvesini yiyebildim ki...’
Yayıldığım koltuktan kalkmış ve ‘İşte bu’ demiştim, ‘İşte bu kadar.’ Bir küçücük hikayeyle neler anlatmamıştı ki... O, ölümüne korkulan geçmişi, minicik bir hikayeyle sermişti ortaya...”
'Hesabı sorulmamış her cinayet yenilerini tetikliyor
Fethiye Çetin, kitabında Hrant Dink cinayetinin, hazırlanışıyla, işlenişiyle gözlerimizin önünde adım adım gerçekleştirildiğini ve bizim de bu süreci yıllar boyu başka suç ve acıları seyrettiğimiz gibi seyretmekle yetindiğimizi yazıyor.
Maalesef çok haklı.
Hazal Özvarış bugün T24’te yayımlanan güzel söyleşisinde Fethiye Çetin’e soruyor:
“Çizdiğiniz tabloda basında özeleştiri yok, Kerinçsiz’e emrin var mı diyen hâkime soruşturma yok, davaya müdahil olan bir baro yok... Hrant Dink cinayeti için atılmayan adımlar sizce yeni cinayetler için de kapıyı açık bırakıyor mu?”
Fethiye Çetin: "Genişletelim; kamu görevlilerinin cinayete dahli, kamu görevlilerinin sanıklarla ilişkileri, bütün cinayet planlarına önlem almamaları, sanıklara neredeyse bazı konularda yardımcı olmaları, sanıkların telefon görüşmelerinin silinmesi... Bütün bunları düşündüğünüzde bir tane polis yargılandı mı? Hayır. Bu kamu görevlilerini cesaretlendiriyor, çünkü cezasızlık kuralı işliyor, kamu görevlilerine kimse dokunamıyor. O yüzden de bu son günlerde yaşadıklarımıza bakın. Eskişehir'de Ali İsmail Korkmaz’ı linç ederek öldüren emniyet görevlisi bu pervasızlığı nereden alıyor? Geçmişteki eylemlerinden dolayı güvenlik güçleri yargı önüne çıkarılıp ceza alsa idi bugün böyle mi davranırdı o polis? Her şeyden önce cezasızlığın önüne geçmek lazım. Sizin de haklı olarak ifade ettiğiniz gibi hesabı sorulmamış her cinayet yenilerinin kapısını aralıyor, her suç yenilerini tetikliyor."
'Siyasi irade önlerini açmadıkça savcılar ilerleyemiyor'
Hazal Özvarış: Başbakan Erdoğan'ın, ‘Ben bu davanın savcısıyım’ dediği Ergenekon davasının gerçek savcısı Zekeriya Öz neden AKP tarafından engellensin?
Fethiye Çetin: "Şöyle; Zekeriya Bey birkaç kez sordu, hatırlattı, o sırada ortalıkta dolaşan şema hakkında da bilgi istedi, birkaç kez yazdı. Bir çabası vardı, fakat gördüğüm kadarıyla bu tür davalarda siyasi irade savcıların önünü açmadıkça, devletin derinliğine giden yoldaki, Başbakan'ın deyimiyle "dehlizler"deki delilleri çıkarmadıkça savcılar ilerleyemiyorlar. Zekeriya Öz'e Ergenekon davasında bir yere kadar bu yolu açtılar, fakat sonra kapattılar. Çünkü Ergenekon dosyasını, iddianamesini, mütalaasını ve kararlarını "hükümete karşı darbe teşebbüsü" ile sınırladılar. Eylemler üzerine odaklanmadılar ya da eylemleri araştırmadılar."
Dink cinayeti pazarlık masasına mı kondu?
Hazal Özvarış: Kafa karıştıran nokta şu: Zekeriya Öz'e bilgi akışını sınırlandırdığını söylediğiniz mecranın Hrant Dink cinayeti için, ‘Bu cinayet aslında bize karşı işlenmiş bir cinayettir’ diyen, Ergenekon davasını kendisini taraf ilan ederek savunan Tayyip Erdoğan’ın başında olduğu siyasi irade olması. Sizce birden çok AKP mi var?
Fethiye Çetin: "Savcı değilim, savcıların sahip olduğu yetkilere sahip değilim ama kafamı kurcalayan birtakım sorular sorabilir, bazı iddialarda bulunabilirim. O tarihlerde AKP hükümetinin elinde Hrant Dink cinayeti dahil olmak üzere birçok eylemin bilgisi olduğunu düşünüyorum. AKP hükümette ancak o tarihlerde henüz tam anlamıyla muktedir değil. AKP’nin iktidarını sağlamlaştırması, rakiplerinin tasfiyesine bağlı. Ve burada da yeni bir soruyla yola çıkıyorum; Ergenekon davası, bir mutabakat ürünü mü? Ergenekon davasında yargılanan kişilerin tasfiyesini konu alan bir mutabakat mi bu? Mutabakata göre, eylemler üzerine gidilmeyecek, ancak birtakım kişiler darbe teşebbüsü ile yargılanacak, ceza alacak ve böylece bu ekip tasfiye mi edilecek? Sanki bu gerçekleştirildi. Bir kısım sanıklar ağır cezalar aldı. Veli Küçükler, Muzaffer Tekinlere olduğu gibi… Yani bu ekibi alt edebilmek için bir pazarlık yürütüldüğünü ve bu pazarlıkta Hrant Dink cinayeti dahil olmak üzere pek çok eylem dosyasının masaya konduğunu düşünüyorum. Sonuçta, Ergenekon davasının çerçevesi de darbe teşebbüsü ile sınırlandı, eylemler soruşturma dışında bırakıldı. Sınır burada tutulunca, eylemlere ilişkin deliller savcılara gönderilmedi. Eylemler araştırılsaydı hem Ergenekon sanıklarından bazılarının Hrant Dink cinayetinde aktif rol aldığı görülecek, hem de buradan Ergenekon üstündeki ve derinindeki yapıya ulaşılacaktı. Bu yapılmadı."
Tekrar başlayan Dink davası en büyük sınavlardan biri
Fethiye Çetin’in dokunduğu bu önemli halkayı, Agos gazetesi de son sayısındaki ‘Siz katilleri iyi bilirsiniz!’ başlığı taşıyan başyazısında şöyle çekmiş:
“Yargıtay’dan dönen dava 17 Eylül Salı günü (yarın) ‘Adalet Sarayı’ Çağlayan’a terfi etmiş haliyle yeniden başlıyor. 15 Eylül’de, adına verilen ödülle birlikte kutlanan Hrant Dink’in 59. doğum gününün iki gün sonrasında. Dava, siyasi çapıyla başta hükümet ve diğer aktörler olmak üzere bütün sorumluların sınavı olacak. Fena halde çakılan vicdan ve adalet dersinde bütünleme dönemini göreceğiz.”
Dileriz, bu kez bu sınavdan geçilir.
Çünkü bu sınav, Türkiye’de demokrasi ve hukukun üstünlüğü yolundaki en büyük sınavlardan birini oluşturuyor.
Twitter: @HSNCML