'Yeni bir koruculuk sistemi kuruluyor.
Hem bu, hem barış nasıl olacak?..'
Her durakta Tayyip Erdoğan var. Samimiyeti, geçmiş sicili sorgulanırken, siyasal gücü de kabul görüyor. Cizre’de, kır lokantasında yemek yerken biri şöyle dedi: 'Bu kadar generali zabıta gibi toplayıp cezaevine atan bir Başbakan, Kürt sorununu da çözecek kudrettedir..'
Başörtülü o kadının sözleri aklımda: 'Ben başıma gelenleri anlatsam günler alır. Elbette barış istiyorum. Ama nasıl bir barış? Bu topraklarda daha önce hepsi kanla bastırıldı. Bu isyan, 29. isyan böyle bastırılamaz. Kürtlerin kimlik sorunu vardır, dil sorunu vardır hep inkâr edilmiş olan... Bunlar çözülmeden gerçek barış olur mu?'
'Kürtlerin yüzü batıya dönüktür. Kaynaklarını savaşa değil kalkınmaya harcayan, daha müreffeh, daha mutlu ve daha demokratik bir Türkiye’de yaşamaktır arzumuz. Biz Türkiye’de yaşamak isteriz. Eşitliğimiz kabul edilirse hiçbir sorun kalmaz.'
CİZRE
İpek Yolu’ndan Cizre’ye doğru giderken karşında tüm heybetiyle Cudi Dağı yükselmeye başlar. Sol tarafında sislerin arasından silueti seçilen zirveleri karlı Gabar Dağı’nın yamaçlarında Şırnak vardır. İlk kez 1980’lerde geldiğim bu coğrafya her mevsim güzeldir.
Ama barışa açtır!
Bu acılı topraklarda insanların dip duygularında hep barış yatar. “Biz o kadar acı çektik ki, barışın kıymetini en çok biz biliriz” diyene adım başı rastlarsınız.
Kızıltepe’de, kırklı yaşlarındaki o başörtülü kadının sözleri aklımdan çıkmıyor:
“Ben başıma gelenleri anlatsam günler alır. Elbette barış istiyorum. Ama nasıl bir barış? Bu topraklarda daha önce Şeyh Said’iyle, Koçgiri’siyle, Ağrı’sıyla, Dersim’iyle tam 28 isyan çıktı. Hepsi kanla bastırıldı, Kürtler kandırıldı. Bu isyan, 29. isyan böyle bastırılamaz. Kürtlerin kimlik sorunu vardır, kültür sorunu vardır, dil sorunu vardır hep inkâr edilmiş olan... Bunlar çözülmeden barış, gerçek barış olur mu?”
O başörtülü kadın şunu da eklemişti:
“Bak kardeşim, bu sorunlarımız çözülmeden barış nasıl olacak? Biz kendi topraklarımızda kendi dilimizle, kendi kültürümüzle, kendi kimliğimizle yaşamak istiyoruz, eşit vatandaş olarak yaşamak istiyoruz.”
Evet, umutlu bir başlangıç ama...
Cizre Belediye Başkanlığı'nın makam odası dolu. 2009’da başkan seçilen Aydın Budak üç yıldır KCK’dan hapiste. Yerine bir süre vekâlet eden Mehmet Saçı, 2011’den beri KCK’dan arandığı için kaçak. 2009’dan beri 150’ye yakın KCK tutuklusu yatıyormuş hapiste...
Bu kısa ‘rapor’dan sonra biri alıyor sözü:
“30 yıldır Botan halkı ve bu toprakların anaları en büyük acıyı yaşadı. Yalnız Cizre’de 1992’den beri, dağdakiler dahil, 750 Kürt öldü. Halk savaştan bıktı, artık barış istiyor, huzur istiyor. Ve yüzde 99’u destekliyor Apo’yu...”
Hemen ekliyor:
“Ama AKP’ye nasıl güvenecek bu halk?”
Devam ediyor:
“Bu halkın vekilleri hâlâ cezaevinde. Belediye başkanları, belediye meclisi üyeleri, BDP’liler hâlâ cezaevinde. Şu günlerde yeni bir koruculuk sistemi kuruluyor. Daha bu yakınlarda Uludere’ye 215 yeni korucu kadrosu gelmiş, 52’sine silah da dağıtılmış... Hem bu, hem barış nasıl olacak? İkisi birbirini tutmuyor.”
'Silah Kürtlerin olmazsa olmazı
değil, miadı dolmuştur!'
Barışın içini doldurmak meselesi her adımda kulağa çalınıyor. Barışa destek sözünden sonra genellikle bir ama sözcüğü ekleniyor. Ve bu ‘ama’da Ankara’ya dönük güvensizlik, kaygı ve tereddütler düğümleniyor. Alternatif yine silahlı mücadele mi diye sorunca da, silah savunulmuyor, belki daha doğru deyişle savunulamıyor.
Cizre Belediyesi’nde biri şöyle dedi:
“Silahlar durup dururken sahneye çıkmadı. Silahın tarihsel bir arka planı var. Temel soru şu: Bir Kürt bir Türk’le eşit olabilecek mi? Şimdi iki şey isteniyor: Ateşkes ve geri çekilme... Bu ikisi de oluyor. Peki o zaman devlet, sadece güvenlik politikaları mı geliştirecek, yoksa aynı zamanda demokratikleşme yolunda da ilerleyecek mi? Kürtler eski Kürtler değil! Neyin ne olduğunu çok iyi biliyorlar. Hiç kuşkunuz olmasın, silah Kürtlerin olmazsa olmazı değildir. Evet, miadı, kullanım süresi dolmuştur. Önder Apo’nun 21 Mart Newroz çağrısı da budur. Kürtler barışa hazır; Batı’ya dönüp soruyorlar, ya siz barışa hazır mısınız?”
Ayaklarımızın altında ördek yavruları dolaşıyor, kebaplarmızı bir kır lokantasında yerken. Cudi ve Gabar’ın çok yakınındayız. Zaho da öyle. Suriye, Irak sınırı burnumuzun dibinde. “İşte Kürdistan burası, bütün parçaların birleştiği yer” diyor.
Tayyip Erdoğan’ın siyasal gücü...
Biri kulağıma eğiliyor:
“Hasan abi bak. Kürtlerin yüzü batıya dönüktür. Kaynaklarını savaşa değil, kalkınmaya harcayan, daha müreffeh, daha mutlu ve daha demokratik bir Türkiye’de yaşamaktır arzumuz. Biz Kürtler Türkiye’de yaşamak isteriz. Eşitliğimiz kabul edilirse hiçbir sorun kalmaz.”
“Güzel bir haber var” diye söze girdi, “Hafta sonu ilk defa Silopi’den Cudi Dağı’nın eteklerine 13 - 14 aile piknik yapmaya gittiler. Bazı yerler askeri yasak kapsamından çıktı da ondan...”
Bu ‘güzel haber’in altını çiziyorum. Bu topraklarda insanların yıllar yılı hangi olağanüstü koşullarda yaşadıklarını düşünüyorum. İnsanların çoluğuyla çocuğuyla bir bahar günü dağlara piknik için çıkmalarının nasıl bir mutluluk kaynağı olabildiğinin anlamını kendi kendime soruyorum. O zaman da bir Kürdün batıya dönüp seslenmesini daha iyi anlayabiliyorum:
“Biz barışa hazırız, ya siz?..”
Tabii her durakta Tayyip Erdoğan var. Samimiyeti, geçmiş sicili sorgulanırken, siyasal gücü de kabul görüyor. Cizre’de, kır lokantasında yemek yerken biri şöyle dedi:
“Bu kadar generali zabıta gibi toplayıp cezaevine atan bir Başbakan, Kürt sorununu da çözecek kudrettedir.”
'Erdoğan da ipe un sermesin!'
Bu gezim sırasında daha çok BDP’lilerle, PKK’ya destek veren tabanla temas ediyorum. Dağa çıkmış, dağdan inmiş, hapis yatmış, dağı ve PKK’yı bilen kadrolara kulak vermeye çalışıyorum. Eğer kalıcı barış deniyorsa, bu dünyanın bakış açıları, yaklaşımları çok önemli. Çünkü otuz yıldır silah varsa ve otuz yıldır devletin tüm gücüne ve bu kadar kan ve gözyaşına rağmen silah ve PKK marjinalize edilemediyse, bu kadrolar ve bu taban nedeniyledir.
Onlarla sohbetlerimde hep dip duyguları anlamaya çalışıyorum. En kuvvetli mesajları veriyorlar, en sert lafları ediyorlar, öylesine ki, bazı adımlar atılmazsa, silahlar yine patlar demeye getiriyorlar her seferinde...
Ama bunun da artık öyle kolay olamayacağının farkındalar. Her tartışmada biraz deşince, geriye dönüşün zor olduğunu onlar da kabul ediyorlar. Bundan böyle, silahlı siyasetin yerini demokratik siyasetin alacağını belirtirken de, her defasında eklemeyi ihmal etmiyorlar:
“Ama Tayyip Erdoğan da ipe un sermesin, birtakım adımları bir an önce atmaya başlasın!”
Cemal Temizözlü, Levent
Ersözlü bir Cizre akşamı...
Cizre’de akşam yemeğini Sabri Vesek’in evinde upuzun yer sofrasında yiyoruz. Hiç unutamayacağım bir akşam ve bir insan...
74 yaşında Sabri Vesek.
Kürtçe de konuşsa, Türkçe de konuşsa, ağzından bal damlıyor, dinletmesini de, güldürmesini de biliyor.
Cizre’nin eski Belediye Başkanı.
8 sene firar, 9 sene hapis...
Diyarbakır Askeri Cezaevi cehenneminden geçmiş 12 Eylül’de. “Kürt olarak ruhi şekillenmemi 12 Mart’ta yaşadım. Diyalektiği İsmail Beşikçi Hoca’dan öğrendim” diyor. Yalçın Küçük’ten ‘Bizim kırmızı’ diye söz ediyor.
Bir de itirafı var:
“Bir zamanlar solla Kemalizm’i aynı sanmıştık.”
Yer soframızdaki uzun sohbetimizde faili meçhul ve Ergenekon sanıkları emekli Albay Cemal Temizöz ve Levent Ersöz Paşa’nın isimleri geçiyor. Biri Binbaşı Cemal, öteki Sarı Levent diye anılıyor.
1990’larda Sabri Vesek’in evine baskınlardan, avluda toplanan büyük aileye yönelik hakaretlere, baskılara kadar hiç de hayırla anılmıyorlar.
Güneydoğu’dan barış notlarının altıncısı yarın Şırnak’tan.
Twitter: @HSNCML