Bu yaşıma geldim içimdeki futbol ateşi hâlâ sönmedi. Elbette damardan Galatasaray taraftarlığı da devam ediyor.
Cuma gecesi Avrupa Futbol Şampiyonası’nın açılış maçını seyretmek için televizyonun karşısına otururken iyi ki futbol var dedim yine...
Sevgili babam Ahmet Cemal’i hatırladım, bu maçları keşke birlikte seyredebilseydik dedim.
O da bir futbol ve Galatasaray fanatiğiydi, beni de öyle yapmıştı.
Altı yaşındaydım.
Bir arsada benden büyüklerle top peşinde koştururken akşam yemeğine geç kalmıştım. Evin kapısında beni karşılamış, “Ben sana kaç kere söyledim, büyüklerle top oynama ve yemeğe geç kalma” deyip tokadı basmıştı.
Bu babamdan yediğim ilk ve tek tokat olmuştu.
Dedim ya, futbol içimde bir şarkıdır yarım kalmış... Bu şarkıyı cuma gecesi bir kez daha hissettim, futbolun o güzel heyecanıyla...
Maç bitmek üzereydi.
Fransa’yla Romanya arasında açılış maçı oynanıyordu. Paris’te.
Son dakika, 1-1’di.
Fransızlar hayal kırıklığı içindeydi.
Ama futbol bu, belli mi olur... Gecenin en iyisi Payet son dakikada yine sahne aldı ve muhteşem bir voleyle topu tam doksandan Romanya ağlarına takarak Fransa’yı bir anda uçurdu.
Payet, sevinç göz yaşlarıyla sahadan ayrılırken, benim de gözlerim doldu.
Öyledir.
Futbolu damardan sevenler, futbol oynamış olanlar, böylesine gollere tanık olunca, o golü kendileri atmış gibi duygulanırlar.
Futbolun bu ‘son dakika duyguları’nı 2008 Avrupa Şampiyonası’nda birçok defa yaşamıştım.
Son dakika golleriyle İsviçre’yi, Çekleri, Hırvatistan’ı eleyerek yarı finale kadar gelmiş, final oynamamıza ramak kalmıştı.
Cenevre’deki İsviçre maçını hiç unutabilir miyim?
Yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyor, saha göl gibi.
İsviçre 1-0 önde.
Bir şutları daha direkten dönüyor.
Umutlu değiliz basın tribününde...
İkinci yarı Mehmet Topal ve Semih’in girişiyle takım toparlanır gibi oldu.
Topla nihayet buluşmaya başlayan Nihat’tan güzel bir orta, Semih yükseldi, enfes bir kafa golü...
1-1 ama yine Çin işkencesi...
Maçın sonu yaklaşıyor.
Haydi, bir gol daha!
Can havliyle bastırıyoruz.
Bu maçı alacağız!
Dakikalar geçtikçe, Fatih Hoca yerinde duramıyor, yırtıcı bir havası var kulübede, sağa sola saldırıyor, bakışları da korkutucu... İnşallah Müfit Erkasap elinin altında değildir, yoksa yandı demektir.
Dakika 84, aman Allah’ım!
Rakip sahada Hamit’in kaptırdığı topla müthiş bir kontr-atak patladı. 5’e 2 yakalandık. Son sürat akıyorlar kalemize.
Yapmayın, gol mü geliyor?..
Aslan Volkan, muhteşem bir kurtarış daha ‘Basel Panteri’nden...
Ama bize gol lazım.
90 dakika doldu, 4 dakika uzatma.
3 dakikası geçti, kaldı 1 dakika.
Allah’ım bir gol!
Nihat sağdan çok güzel kesti.
Turnuvanın yükselen yıldızı Arda soldan yılan gibi kıvrılıyor.
Top, iki ayağının arasında gidip geliyor.
Rakibinin üstüne üstüne, yampiri yampiri, koca kafasını sallaya sallaya öyle bir geliyor ki. “Bak ben seni şimdi geçeceğim” diye öyle bir kayıyor ki.
Rakibini geçiyor, önünü açıyor, şöyle bir kaleye bakıyor ve Yaradan’a sığınıp öyle bir patlatıyor ki.
Goooll!
Basın trübünündeki masamda sevinçle havaya sıçrıyorum.
Benimle birlikte havalanan bilgisayarımı, yere düşüp berhava olmaktan, sağolsun, yanımda oturan ve maç boyunca hiç bitmeyen sorularıyla kafamı ütüleyen İskoç meslektaşım güç bela kurtarıyor.
Sonra Basel’deki Çek maçı...
Yendik mi çeyrek finaldeyiz.
Öylesine bir duygu fırtınası içinde seyretmiş ve yazmıştım ki o maçı.
Çok kötü başlamıştık.
75. dakikada 2-0 mağlubuz.
Yazık buraya kadarmış diye not düşüyorum yazıma. Basın tribününde suratımızdan düşen bin parça.
2-0’dan maçı döndürmek mi? Üstelik bu berbat oyunla...
Dakika 75.
Yine Arda sahne aldı: 2-1.
Dakika 88, Nihat ve 2-2.
Aman Allah’ım, inanılır gibi değil.
Kalecimiz Volkan kırmızı kart gördü, on kişi kaldık, kaleye Tuncay Şanlı geçti. Berabere kalır da, yarım saat uzatmaya gidersek, n’aparız böyle?..
Ve dakika 90.
Yağmur hızlandı.
Top Nihat’ta, müthiş bir şut! Top doksandan, direği yalayıp ağlarla buluşuyor.
Bu bir mucize, futbol mucizesi...
Şimdi yarı final için Hırvatistan maçı var önümüzde.
Geçersek, yarı finaldeki rakip ise Almanya olacaktı.
Cenevre’deki Hırvat maçında da kalbim sıkı bir efor testinden geçecek, sağlam çıkacaktı.
Maç 0-0’dı, uzatmaya gitmişti.
Dakika 119’da golü yedik, yıkıldık.
Bu iş bitti derken, Semih yine ‘Semihliği’ni yapmış ve 120+1’de attığı golle bizi ipten almıştı.
Ve penaltılarda, Rüştü Reçber kalede büyüyünce Almanya’yla Viyana’da yarı final yolu açılmıştı. Final oynamamıza ramak kalacaktı.
Hırvatistan’ı yine son dakikalarda yenince, turnuvanın başından beri attığım sloganı bu kez yazımın başlığına koyuyorum:
Finale finale,
Viyana’nın fethine!
İsviçre Alpleri’nden başlayan ‘Viyana kuşatması, fetih yolunda’ydı artık...
Basın toplantısında Hırvatların hocası Biliç’e kendisini nasıl hissettiğini sormuştum.
Yanıt hüzünlüydü:
“Nasıl olayım, bu maçı hayatım boyunca hiç unutmayacağım.”
Bugün yine Hırvatistan’la oynuyoruz.
Milli takıma ve Fatih Hoca’ya bol şans ve başarılar diliyorum.
İyi pazarlar!