Askeri darbe dönemlerindeki gibi.
Operasyonlar...
Gözaltılar...
Tutuklamalar...
Ama ses yok, tık çıkmıyor.
Hapsi boylayan boylayana.
Kimi ‘casusluk’luktan...
Kimi ‘terörist’likten...
Kimi ‘hain’likten...
Kimi ‘paralelcilik’ten...
Hapishane kapıları ardına kadar açılıyor.
Ama tık yok!
Hapishane kapıları paralelci diye, casus diye, hain diye, terörist diye, askeri darbe dönemlerindeki gibi ardına kadar açılıyor. Tık yok!
Hele adın ‘paralelci’ye çıkmışsa, hapı yuttun, neredeyse haber değerin bile kalmıyor.
Bu satırları yazarken mesaj:
Sedat Laçiner de ‘paralelcilik’ten gözaltına alınmış...
Bir akademisyen, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde rektörlük yaptı.
Yazılarını izlerdim Laçiner’in.
Ara sıra telefonlaştığımız olurdu.
Bir zamanlar Erdoğan’ı desteklemiş, sonra sert, isabetli eleştiriler yapmaya başlamıştı Erdoğan iktidarına dönük...
Şimdi o da hapiste!
Tıpkı askeri darbe dönemlerindeki gibi...
O zamanlar her kötülüğün, her taşın altında komünist aranırdı.
Bugün de paralelciler...
Ama tık yok!
Hapishane kapıları paralelci diye, casus diye, hain diye, terörist diye, askeri darbe dönemlerindeki gibi ardına kadar açılıyor.
Tık yok!
Medyadaki muhalif köşeler nokta atışlarıyla bir bir kapatılıyor.
Tık yok!
Medya gitgide ‘havuz’laştırılıyor, ‘yandaş’laştırılıyor.
Tık yok!
Gazetecilik, benim mesleğim, her geçen gün teslim alınıyor, gazeteci milleti nefes alamaz hale geliyor.
Tık yok!
Farklı sesler kısılıyor.
Tık yok!
İfade özgürlüğü boğuluyor.
Tık yok!
Öylesine bir korku...
Askeri darbe dönemlerindeki gibi...
Belki daha fazlası...
Bunun adı da sivil darbe!
Saray’daki Sultan dönemi...
Dün kül rengi bir sabaha uyandım.
Tuhaf bir hava.
Soğuk, sisli.
Her taraf griye boyanmış.
İnsanı aşağı çeken o kurşuni renk...
Boğaz’dan hayalet gibi gemiler geçiyor, sis bulutlarını yara yara.
Sisin içinde bembeyaz benekler halinde balıkçı motorları...
Hüzünlü bir hava...
Medyadaki muhalif köşeler nokta atışlarıyla bir bir kapatılıyor. Tık yok! Medya gitgide ‘havuz’laştırılıyor, ‘yandaş’laştırılıyor. Tık yok!
Benim aklıma yine o beklediğimiz yarınlar takılıyor.
‘İç huzur’un yakalanacağı, kendi kendinle barışık günler...
Galiba hiç gelmeyecek o günler...
“Üstüne vazife olmayan işler”le uğraşanlar için hayat böyle olmalı...
Hayal kırıklıkları...
Ama yine de bugün yaşamakta olduğumuz cehennemden çıkış yolu bir yerlerde mutlaka var.
Yeter ki, mücadeleyi elden bırakmayalım.
Herkes elinden ne geliyorsa yapsın.
En başta da susmasın!
Demokrasi için...Özgürlükler için susmasın.
Ve hiç akıllardan çıkmasın:
Bu dünya hiçbir zaman ‘despot’lara kalmadı, kalmayacak.
Şurası çok açık.
Demokrasi ve hukukun, hak ve özgürlüklerin böylesine katledildiği bir ülkede ne barış olur, ne de istikrar.
Geçen gün de yazdım.
Türkiye bugün bir cehennemi yaşıyor, göz göre göre bir felakate doğru yol alıyor.
Bu felaket yolculuğuna seyirci kalmak, sessiz kalmak, kayıtsız kalmak, suça ortak olmaktır.
Hiç unutmayın:
Bu cehennemden çıkış yolu elbette var!
Siz yeter ki, demokrasi ve hukuka, özgürlükler düzenine sahip çıkın, söz hakkınızdan taviz vermeyin, her fırsatta ses verin.
İyi pazarlar!