15 Ekim 2022

Bir zamanlar da mavi renk yasaklanmıştı!

 Aradan geçen kırk yıl... "Askeri dikta"dan "sivil dikta"ya...

Dezenformasyon Yasası...
Seçime giderken muhalif sesleri tümüyle
susturmak isteyen "Saray iktidarı"nın
çıkardı
ğı "Sansür Yasası"yla ilgili haberleri
okurken, ne kadar hazin diye mırıldanıyorum
kendi kendime.
Elli küsur yıldır gazeteciyim, yasaklardan
i
fade özgürlüğünü boğan, boğmak isteyen
yasalardan hiç kurtulamadım.
Gökçer Tahincioğlu'nun T24'deki haber analizini okuyorum: 

TBMM'nin kabul ettiği 'Dezenformasyon Yasası'
olarak anılan düzenleme ile yeni bir döneme girildi.
Buna göre, "endişe, korku veya panik yaratmak
amacıyla ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni
ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi,
kamu barışını bozmaya elverişli şekilde yayan"
kimse 1,5 yıldan 4,5 yıla kadar hapisle yargılanacak.
Bütünüyle soyut unsurlar içeren düzenlemenin
kapsamına, istenilen hemen her haber sokulabilecek.
Orman yangınına yeterli müdahalenin yapılmadığından,
doların değerinin 20 liraya çıkabileceğine, bir kurumda
yolsuzluk yapıldığından, seçimlerde usulsüzlük
yapıldığına kadar uzanan birçok bilgi ve iddia
düzenleme kapsamına alınabilecek.
Hangi haberin dezenformasyon amaçlı olduğuna
tamamen savcı karar verecek.
Sadece haberi yapan gazeteciler değil, sosyal medya
kullanıcıları da haberi yaygınlaştırdığı için
hedef haline gelebilecek. 

İçim daralıyor.
Cumhuriyet'teki patron ve başyazarım
Nadir Nadi aklıma geliyor.
Nadir Bey, 1960'ın 27 Mayıs darbesi
sırasında yazdığı bir yazıyı yıllar sonra
12 Eylül'de bir defa daha yayımlamıştı.
Bunun üzerine askeri yönetim, Genel Yayın
Yönetmenliğini yaptığım Cumhuriyet'i 1983 yılında kapatmıştı.
Nadir Nadi'nin o tarihteki sözü yine kulağımda çınlıyor:
"Bu adam bu dünyaya boşuna mı gelmiş diyecekler."
Bir hüzün dalgası kabarıyor içimde...
12 Eylül'de darbe yönetimi 1982 yılında mavi rengi de
yasaklayabilmi
şti. Bunun eğlenceli hikâyesini
Demokrasi Korkusu adını taşıyan kitabımda
(1986'da Bilgi, 2012'de Everest)
yazmıştım.

Desen: Selçuk Demirel

* * *

İki sevgili, bir divanda el ele, diz dize oturuyorlar.
Erkek:
"Sevgilim, gözlerin ne kadar şey... Yani şey..."
Kız, kocaman gözlerini dikmiş mutlu bir bekleyiş içinde.
Ama "şey" nedir, erkeğin ağzından bir türlü çıkmıyor.
Erkek, huzursuz; çevresini süzüyor; ayağa kalkıyor,
ayak parmaklarının ucuna basa basa sessizce
kapıya gidiyor önce; açıp dışarıya bakınıyor.
Sonra pencereden dürbünle sağı solu, havayı
kolaçan ediyor telaşla.
Halının, masanın, divanın
altına göz atarken tedirginlik içinde.
Kız, şaşkınlıkla izliyor erkeği.
Son olarak divanın üzerinde asılı duran tablonun
arkasına bakıp kızın yanına oturuyor, ellerini avucuna
alıyor ve nihayet ağzındaki baklayı çıkarıyor:
"MAVİ!"
On karelik bandın ancak en son karesinde erkek,
kızın gözlerinin "mavi" olduğunu söyleyebiliyor.
Behiç Ak'ın Cumhuriyet'teki bir karikatürü.


Tarih, 6 Ekim 1982.
Haber toplantısında çocuklara sordum:
"Bizimkiler özellikle Behiç mavi diye tutturmuşlar
ha babam, de babam çiziktiriyorlar, ne ola ki bu?"
Bir an bütün bakışlar bana döndü; ciddi miyim,
yoksa işletiyor muyum onları diye.
Arkasından alaylı gülüşmeler...
Böylece öğrendik: 7 Kasım 1982 günü yapılacak
Anayasa referandumunda "kabul" oy pusulaları
"beyaz", "ret"ler de "mavi" renkte olacakmı
ş.
Günlerden bir gün:
21 Ekim 1982 perşembe, öğleden sonra gazetedeki
odamda çalışıyorum, telefon:
"Hasan Bey, Sıkıyönetim'den arıyorlar."
Saat beş buçuk.
Hadi bakalım gene ne istiyorlar?
Selimiye santralındaki astsubay her zamanki gibi
adımı sorduktan sonra, "Komutanımı irtibatlıyorum" dedi.
Karşımda Birinci Ordu Kurmay Başkanı Tümgeneral
Ekrem Dinç; artık bellediğim boğuk ses tonu ve
benden de yavaş konuşmasıyla, "Cemal Bey" diye
başladı, "70 ve 71 numaralı bildiriler yarından itibaren
artık tam uygulanacak. Özellikle sizi uzun zamandır
izliyoruz. Anayasa konusunda en küçük bir ima,
telkin, telmih yoluyla dahi olsa en ufak bir şey
istemiyoruz. Her gazeteye de bunu söylüyoruz.
Yoksa derhal kapatacağız."
Bir an durdu.
Sesi bu defa olağanın dışında sertti Ekrem Paşa'nın.
"Bir de mavi konusu var. Sizde kimdi o, Gülgeç mi ne biri var,
hep mavi mavi diye çiziyor. Bundan sonra mavi de
olmayacak, anlaşıldı mı?"
Ve böylece, 21 Ekim 1982 perşembe günü saat tam
beş buçukta, Anayasa "referandumu"ndan 16 gün önce,
"mavi" renk de askerî yönetimin basına dönük
yasakları arasına girmiş oluyordu.
Başta karikatürcüler olmak üzere gazetede kim
varsa derhal yazı işleri odasında toplantıya çağırdım.
En ciddi pozumu takındım ve Ekrem Dinç Paşa'nınki
kadar tok bir ses tonuyla konuştum:
"Kulağınızı açın iyi dinleyin.
Artık mavi de yasak!
Hiç kimse ne mavi renkten söz edecek,
ne de gök mavi, deniz masmavi diye çizecek.
Anlaşıldı mı? 'Mavi' rengi şu andan itibaren
Cumhuriyet gazetesinde herkese yasaklıyorum."
Bunları dedim ve hışımla kalkıp giderken,
odada önce derin bir sessizlik oldu,
arkasından da kahkahalar yükseldi.
Üç dört gün bile geçmeden bir "mavili" haber
sessizce gazeteye sızıp beşinci sayfada tek sütun çıkıverdi:

Mavi Kartlar Değiştirilecek
İstanbul Haber Servisi 
İstanbul Elektrik Telefon ve Telgraf
Dairesi'nden yapılan açıklamada,
otobüslerde kullanılan mavi kartların
değiştirileceği bildirildi. İETT Genel
Müdürlüğü'nce yapılan açıklamada,
kartların renginin yanlış anlamalara
ve istismarlara neden olabileceği belirtildi.
Kartların en kısa sürede toplatılarak yerine
başka renkte yeni kartların
dağıtılacağı kaydedildi.
 

Tarih, 24 Ekim 1982, günlerden pazardı.
Geç vakit uyandım. Yatakta ender tatil
günlerimden birinin keyfini çıkarmaya
çalışıyorum.
"Zırrr" telefon.
Hay Allah!
Gazeteden arıyorlar.
Ne var gene?
Telefonda Ümit Kıvanç, haber merkezi müdür
yardımcısı, sesi hayli telaşlı:
"Gördün mü ?"
"Neyi oğlum, ne var sabah sabah?"
"Abi, beşinci sayfaya bak!"
"Ne olmuş?"
"Hele bir bak!"
"Evet."
"Gördün mü?"
"Neyi oğlum söylesene!"
"Mavili haberi; 'Mavi Kartlar Değiştirilecek'
başlıklı tek sütun haberi..."
Bir an durdum ve sonra avazım
çıktığı kadar bağırdım:
"Allah kahretsin! Ne olacak şimdi?..
Topla herkesi gazeteye, akşamcılar
dahil, şimdi geliyorum."
Bütün bir pazar gününü gazetede geçirdik.
Sıkıyönetim'den telefon gelmedi, rahatladım.
Ertesi günü aynı sayfanın aynı köşesinde
bir küçük "düzeltme" yayımladık.

"Bu sayfamızda dün İstanbul Belediyesi
otobüslerinde kullanılan kartların değiştirileceğine
ilişkin bir haber yayımlandı. Yanlış istihbarata
dayanan bu haberde ileri sürüldüğü gibi,
sözü geçen kartların değiştirilmesi söz konusu
değildir. Düzeltiriz, okurlarımızdan özür dileriz."

Çizgi: Tan Oral

"Mavi" rengin Anayasa referandumu
öncesindeki öyküsü henüz bitmedi.
29 Ekim 1982.
Gazetede işlerimi bir an önce bitirip
İstanbul Valisi Nevzat Ayaz'ın Harbiye
Orduevi'nde verdiği Cumhuriyet Bayramı
resepsiyonuna yetişme çabasındayım.
Telaşla yazı işlerine şöyle bir uğradım.
Çocuklar nereye gittiğimi sorunca,
"Orduevi'ne" dedim. Bana bakıp gülmeye
başladılar; biri alaylı alaylı, "Bu gömlekle mi?"
diye sordu. "Ne olmuş?" dedim.
"Rengi mavi de" karşılığını verdi.
Haber merkezi müdürü Yalçın Bayer ise hayli ciddiydi:
"Gitme böyle" dedi, "eve uğrayıp değiştir gömleğini!"
Sinirlendim:
"Vaktim yok" deyip gazeteden fırladım,
Harbiye Orduevi'nin yolunu tuttum.
Ve kokteylde İstanbul Sanayi Odası
Başkanı Nurullah Gezgin takıldı:
"Ooo Hasan Bey, koca salonda
bir tek mavi gömlekli sizsiniz..."
Üç gün sonra, bu defa İzmir Orduevi.
Tarih 1 kasım 1982.
Akşam Orduevi'nde Evren Paşa onuruna
büyük bir yemek veriliyor.
General ve amiraller, vali, işadamları ve gazeteciler
bir yandan yemek yiyorlar, bir yandan da Avni Anıl'ın
yönettiği koronun konserini dinliyorlar;
Evren'in sevdiği bestekâr Avni Anıl'ın
eserlerinden oluşan bir konser...
Yalçın Doğan'ın oturduğu masada bazı İzmirli işadamları
ile Balıkesir Sıkıyönetim komutan yardımcısı var.
Sohbet bir ara "mavi" renge geliyor. Komutan kızgın:
 

Biliyorsunuz, bazıları bugünlerde mavi rengi
çok sevmeye başladı, çünkü 'mavi'
demek Anayasa'ya 'hayır' demek.
Türkiye'de komünistler ve Türkiye'yi maceraya
itmek isteyenler mavi rengi kullanıyorlar akılları sıra.
Mavi rengi kullanmak ne demekmiş onlara gösteririz.
Bir de Yeni Asır mavi çıkmaya başladı bugünlerde,
gördünüz mü?
Olacak iş mi?.. 

Yeni Asır gazetesi, 24 Ekim 1982'de logosunu
kırmızıdan maviye çevirmiş ve sayfalarında maviyi
hâkim renk olarak kullanmaya başlamıştı.
Amerika'da yeni çıkmaya başlayan USA Today
gazetesini taklit ediyorlardı. Ayrıca bazı araştırmalara
göre okuru en rahatlatıcı rengin mavi
olduğunu saptamışlardı.
Ama bunun için de ters bir zaman seçmişlerdi;
hiç olmazsa "referandum"u bekleyemezler miydi?..
Evren de Yeni Asır'ın "mavi"sine takılır. Aynı akşam
Yeni Asır'ın Genel Yayın Müdürü Güngör Mengi'yi
yanına çağırıp sitem eder.

* * *

Aradan geçen kırk yıl...
"Askeri dikta"dan "sivil dikta"ya...
Değişen nedir diye sormayın.
İçim daralıyor.
Ben de bu dünyaya boşuna mı geldim yoksa?..
Eğer öyleyse, hâlâ ne diye yazı yazıyorum ki?

Hasan Cemal kimdir?

Hasan Cemal 1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1969 yılında Ankara’da haftalık Devrim dergisinde başladı. Yeni Ortam dergisi, Anka Ajansı ve Günaydın gazetesinde çalıştıktan sonra 1973 yılında Cumhuriyet gazetesine girdi. 1979 - 1981 yılları arasında Ankara Temsilciliği yaptı. 1981-1992 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesini Genel Yayın Yönetmeni olarak yönetti. Cumhuriyet gazetesi Cemal'in yönetimindeyken 1986’da Sedat Simavi Ödülü’nü kazanarak "yılın gazetesi" seçildi. 

1992-1998 yılları arasında Sabah gazetesinin birinci sayfa yazarlığını yaptı. 1998'den 2013'e kadar yaklaşık 15 yıl boyunca Milliyet gazetesinde yazdı. Nokta dergisi 1989 Doruktakiler ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti köşe yazısı ödüllerini kazandı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2004 yılında da "Araştırma" ödülünü Hasan Cemal'in çalışmalarına verdi. 

28 Şubat 2013'te Milliyet'in manşetinde yayımlanan "İmralı Zabıtları"nın yayınını savunduğu için dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan'ın tepkisine hedef oldu. Milliyet yönetimi, "Başbakan'ı ve medya sermayesini sorgulamaktaki ısrarını" gerekçe göstererek yaklaşık 15 yıldır yazdığı gazetedeki köşesini kapattı. 

Milliyet ile yolları ayrıldıktan sonra yaptığı röportajlar ve kaleme aldığı yazılar, bağımsız internet gazetesi T24'te yayımlandı. Türkiye medyasının en etkili ve kıdemli isimlerinden olan Hasan Cemal, Mart 2013’ten beri T24’te yazıyor. Harvard Üniversitesi Nieman Gazetecilik Vakfı Louis M. Lyons Gazetecilikte Vicdan ve Dürüstlük Ödülü'nü "hayatı boyunca basın özgürlüğünü savunmak için gösterdiği çaba nedeniyle" 2015 yılında Hasan Cemal'e verdi. Cemal, Türkiye'de bu ödülü alan ilk gazeteci oldu. 

Bir dönem Bilgi Üniversitesi’nde “Medya ve Politika” dersleri veren Hasan Cemal’in yayımlanmış 13 kitabı, tarih sırasıyla şöyle: 

Tank Sesiyle Uyanmak (1986)

Demokrasi Korkusu (1986)

Tarihi Yaşarken Yakalamak (1987) 

Özal Hikâyesi (1989)

Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım (1999)

Kürtler (2004)

Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim (2005)

Türkiye'nin Asker Sorunu (2010)

Barışa Emanet Olun (2011)

1915: Ermeni Soykırımı (2012)

Delila - Bir Genç Kadın Gerilla'nın Dağ Günlükleri (2014)

Çözüm sürecinde Kürdistan Günlükleri (2014)

- Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor (2018)

- Hasan Cemal'in "Zamane Diktatörleri" adını taşıyan basılmamış bir kitabı daha var.

Yazarın Diğer Yazıları

Anla artık Tayyip Efendi anla!

Yirmi küsur yıl geçti, bak, seçim sandığı da elinden gidiyor, anla artık anla, "tek adamlık"la bu memlekette ne normalleşme olur, ne de yumuşama...

CUMHURİYET’in 100. kuruluş yıldönümünü kutluyorum

Cumhuriyet’te geçen 18 yılımı “Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim” isimli kitabımda yazdım