Arda Turan... Galatasaray Arda'ya kapılarını açsın mı? Bir evladını yeniden yuvaya kabul etsin mi? Sarı-kırmızılı camiada fena halde tartışılan güncel bir konu... Ben de bu soruya cevap arıyorum. Bunun için köşeme önce Arda'yla ilgili iki eski yazımı alıyorum.
* * *
Milliyet, 6 Eylül 2011.
Çorlu yakınlarındaki Alpullu Şeker Fabrikası’nda yaşıyoruz ailecek. 1950’lerin başları.
Altı yedi yaşındayım.
Babam bana Gislavet marka hafif topuklu lastik pabuç almıştı yaz tatili için.
Arsadan bozma sert zeminli toprak sahada her zaman olduğu gibi benden büyüklerle Allah’ın günü futbol oynuyorum.
Büyüklerin kendi aralarına aldıkları tek kopil benim ki, bundan da üstü örtülü bir gurur duyuyorum.
Bir gün topa sert giriyorum ama yerden kalkamıyorum.
Müthiş bir acı!
Sağ bacağımın iki kemiği birden kırılmış...
Hatırlıyorum.
Boydan boya alçıya alınmış bacağımla bir ay yatağımda kıpırdamadan yatarken, neredeyse bütün hayallerimi futbol süslemişti. Ben de günün birinde tribünleri ayağa kaldıran büyük bir futbolcu olacaktım.
O günler hiç gelmedi.
O güzel çocukluk hayallerim ne yazık ki geçmişte kaldı.
Ama futbolu çok sevdim.
Bu yazı, Arda Turan’la ilgili.
Peki o zaman bu girişin ne alakası var diyebilirsiniz.
Ama var işte.
Arda’nın o fotoğraf karesi gözümün önünden gitmez.
Daha çocukken Ali Sami Yen’de, kale arkasında top toplayıcı olarak koşturup Cim Bom’u desteklediği bir maçta tesadüfen yakalanmış o fotoğraf karesini çok sevmiştim.
O zamanlar herhalde Arda’nın da çocukluk hayallerini süsleyen tek şey, bir gün sarı kırmızı formasıyla Ali Sami Yen’e çıkıp tribünleri ayaklandırmaktı.
Benim gibi birçok futbol fanatiğinin aksine Arda o güzel günleri gördü. Hayallerini gerçekleştirdi.
Biz de ne çok alkışladık Arda’yı...
Bazıları şimdi bir film şeridi gibi gözümün önünden geçip gidiyor. Ama bir tanesi var ki hiç unutmam.
Tıpkı son Kazakistan milli maçındaki gibi, son nefesimizi verirken, bir son dakika golüyle bizi yine ipten almıştı Arda...
Basel’de yaşadığımız gerçekten korkunç bir geceydi. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında İsviçre fena halde bastırıyordu bizim Milli Takım’ı.
1-0 öndeydi.
Kalede Volkan, üst üste şahane kurtarışlar yapmasa fark açılabilirdi. Fatih Hoca’nın iyi bir zamanlamayla oyuna aldığı Semih her zamanki 'Semihliği'ni yapıp fevkalade bir kafa golüyle durumu 1-1 yaptığında oyunun sonu gelmişti.
Futbolun tam bir Çin işkencesine dönüştüğü zamanları yaşıyor, hadi bir gol, hadi bir gol diye kıvranıyorduk.
Dakika 84, aman Allah’ım!
Rakip sahada kaptırdığımız bir topla kalemize doğru müthiş bir kontr-atak patladı, 5’e 2 yakalandık.
Son sürat akıyorlar kalemize. Kulübede Fatih Hoca bakamıyor. Yapmayın, yoksa gol mü geliyor?.. Aslan Volkan, muhteşem bir kurtarış daha 'Basel Panteri'nden.
90 dakika doldu.
Tam bir çaresizlik!
2008 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda çeyrek final elden kaçıyor galiba...
4 dakika uzatma.
3 dakikası geçti bile...
Kaldı 1 dakika.
Allah’ım bir gol!
Arda soldan yılan gibi kıvrılıyor.
Rakibinin üstüne üstüne, yampiri yampiri, kaya üstünde yürüyen yengeç gibi, "Bak ben seni şimdi geçeceğim" diye ilerliyor.
Ve geçiyor, genellikle geçtiği gibi...
Şöyle bir kafasını kaldırıp kaleyi gördüğü anda da, yaratana sığınıp öylesine bir vole patlatıyor ki, milli takımı da, hepimizi de ipten kurtarıyor.
Ayaklardayız.
Basel’de basın tribünü şaşkın, bizleri hayretle izliyor. Elimi öylesine vuruyorum ki masaya, benim bilgisayar havalara uçuyor, ama neyse ki, yanımdaki meslektaşımın şık bir kurtarışıyla onun kucağında kalıyor.
Arda, tıpkı son Kazakistan maçındaki gibi 'Ardalığı'nı yapmış takımını kurtarmıştı.
Arda yalnız benim gibi damardan Galatasaraylıların değil, futbolu seven herkesin gönlünde taht kurmuş ender futbolcularımızdan biridir.
Cim Bom’u, bizi, Fatih Hoca’yı son anda bırakıp Atletico Madrid’e gidince ona biraz kırılmadım değil.
Ama biliyorum La Liga büyük bir sahne, dünya futbolunda zirvelere tırmanabilmesi için harika bir fırsat kapısı...
Ve o zirvelere kendi adını dikmek için bu kapıyı açmak zorunda olduğunu haklı olarak hissediyor Arda... Zirveler aynı zamanda uçuruma en yakın yerlerdir. Bir anda yuvarlanabilirsin de aşağı. Bu bakımdan özellikle şöhret ve para tehlikeli olabilir.
Ama Arda 'dip'ten geliyor!
Kale arkasında top toplayıcılıktan geliyor.
Tırnaklarıyla kazarak geliyor.
Aklıyla ve vicdanıyla geliyor. Kazakistan maçından sonra yaptığı barış çağrısı da bunu gösteriyor.
Bu gece de Arda’dan ve Milli Takımımızdan Viyana’da galibiyet bekliyoruz. Gelecek yıl hep birlikte Avrupa Şampiyonası’na gidebilmek için Avusturya’yı geçmemiz lazım.
Ama sevgili Kaptan, Arda, gelin hiç olmazsa bu gece kalbimizin sağlam olup olmadığını sınamaya kalkışmayın.
* * *
T24, 6 Haziran 2017
Ben bir futbolseverim, damardan da Galatasaray'lı...
Böyle olduğu için de, çocukluğumdan beri hem futbolu, hem Galatasaray'ı yakından izlerim.
Mahalle aralarında, çocukluğumun arsalarında peşinden koşturduğum ve uğrunda bir kez bacağımı, iki kez kolumu kırdığım meşin topa ve yeşil sahaya dönük duygusal bağlarım, yetmiş küsur yaşında hâlâ devam eder.
Çünkü futbol, bu güzel oyun aynı zamanda benim içimde kalmıştır, olmak isteyip de olamadığım bir şey...
Bu nedenle yalnız futbolu değil, futbolcuları da yakın takipte tutmaya çalışırım.
Çünkü onlar genellikle büyük şehirlerin varoşlarından gelir, dipten yükselirler.
Kimileri kaybolur, kimileri para ve şöhrete kavuşur. Kimileri para ve şöhreti taşıyamaz, kimileri taşır.
Bu yazı yazmak istemediğim bir yazı, beni üzen bir yazı.
Belki futbolun ve Galatarasay'ın hayal kırıcı hâlleriyle ilgili bir yazı olduğu için öyle, belki Arda Turan'a da dokunduğu için öyle...
Türkiye'de futbol çöküş içinde.
Kalitesi yerlerde sürünüyor.
Heyecan ve keyif vermiyor.
Ve şiddet tarafından teslim alınıyor.
Tribünler boşalıyor.
Artık Galatasaray'ın maçlarına giderken bile ayaklarım geri geri gidiyor.
Futbol ve Galatasaray bugün benim için tam bir hayal kırıklığı...
Futbol çok kötü yönetiliyor.
Galatasaray da öyle.
Yukarıdan aşağı, federasyondan kulüplere kadar kötü yönetiliyor.
Kalite çıtası düştükçe düşüyor.
Dün akşam televizyonda Makedonya-Türkiye arasındaki yavan maçı, vasat bile olmayan oyunu izlerken de, futbolun bu hüzünlü hâllerini düşündüm.
Sonra da sabah vakti internette 'Arda Turan olayı'na tanık oldum.
Gerçekten üzüldüm.
Arda'yı Galatasaray'dan beri sempatiyle, severek izledim.
Bayrampaşa'dan başlayan hayat hikâyesini okudum.
Galatasaray ve milli takım kaptanlığına kadar yükselişini, 2008 Avrupa Şampiyonası'nda maçı koparıp aldığı kritik gollerini ve dünyanın en büyüklerinden Barcelona'ya sıçrayışını alkışladım.
Hatta Barça'ya giderken, içinde futbol kalmış bir futbol fanatiği olarak kendisini ne kadar kıskandığımı bu köşede içtenlikle yazdım, "Yolun açık olsun Arda!" dedim.
Sonraki yıllarda medyada, magazin haberlerinde onu izlerken, zamanla bir soru kımıldamaya başladı kafamda:
Arda Turan para ve şöhreti taşıyabilecek mi, idare edebilecek mi?..
Demek ki olmadı, yapamadı, yazık etti.
* * *
İki eski yazım böyle.
Şimdi soruyorum kendi kendime:
Arda yuvaya dönsün mü?
Evet.
Galatasaray'ın kendi evladına kapıyı açmasını, Arda Turan'ı tekrar yuvaya almasını doğru buluyorum.