22 Şubat 2022

"Odi Ergo Sum": Nefret ediyorum öyleyse varım

Toplumsal bilimciler nefret söyleminin psikolojik arka planında sosyo-ekonomik güvensizlik olduğunu ve popülist liderlerin bunu istismar ederek siyasette yükseldiğini söylerler

George Orwell 1984 adlı romanında o korkunç ülkede her yıl düzenlenen "Nefret Haftası"nı anlatır. Nefret tüm kamusal söylemin harcında vardır ama, bu hafta boyunca totaliter yönetimin ilan ettiği "en büyük düşman"a karşı nefretin en yüksek düzeye çıkması için her şey yapılır. Amaç, tüm yurttaşları tepeden tırnağa nefret topları haline dönüştürmektir! Çünkü, nefret topu haline gelmiş insanlara her şeyi yaptırmak mümkündür. Protestoysa protesto, baskınsa baskın, linçse linç!

Nefret toplarından oluşmuş azgın güruha katılmak, insanın en korkunç ve acımasız halidir! Hele işin içine dinsel inanç ve ırk farkı gibi öğeleri katarsanız en büyük kıyımların sırrını çözmüş olursunuz.

İnsanları birbirleriyle doğrudan konuşup görüştürerek önyargılarını aşmaya yarayacağı umulan sosyal medyanın kimi kullanımlarıyla ilgili düş kırıklıklarıma sık sık değiniyorum. Ne yazık ki, günümüzde sosyal medyadaki nefret söyleminden çıkar bekleyenler -ki politikacılar bunların başında geliyor- tarafından bağnaz insanları azdırmak için kuvvet şurubu olarak kullanılıyor! Özünde ezik ve yenik bireylerden oluşan insancıklar, güruh içinde güçlülük sanrısına kapılıyor, şurayı bas deyince basıyor, şunu yak deyince yakıyorlar.

Şunun dilini kes deseler onu da yaparlar!

Popülizm ve nefret

Günümüzde sayıları hayli çoğalmış olan otokratik popülist liderler nefret levyeleri ile oynamayı pek severler. Hele zayıf düştüklerini ve kaybedeceklerini anladıkları zaman levyeyi sonuna kadar kaldırırlar. Donald Trump böyle azdırılmış bir güruhu Amerikan Kongre binasına saldırtarak havsala sınırlarını aşmadı mı? Bu tipler Nefret Haftası'nı severler, hatta bütün ay nefret ayı, bütün yıl nefret yılı olsun isterler. Düşünen bireyler yerine, azdırılmış, "ağzı köpüklü" kalabalıkları tercih ederler.

Nefret atmosferinden medet umanlar, bu arada popülist liderler, bir yandan "onlar" diye tanımladıkları çeşitli kişi ve grupları nefret objesi olarak sık sık hatırlatırken, duruma göre yeni düşmanlar da icat ederler. Yeni düşman bulma konusunda hiçbir ahlaki çekinceleri yoktur, yeter ki işlerine yarasın. "1984"te Nefret Haftası'nda kampanyanın ortasında eski düşman aniden dost olunca yapılmakta olan nefret konuşması bir anda ters yüz edilir, eski dost yeni düşmana, isimler değiştirilerek aynı cümlelerle saldırılır!

Maksat nefret olsun!

 

Sosyal medya

Toplumsal bilimciler nefret söyleminin psikolojik arka planında sosyo-ekonomik güvensizlik olduğunu ve popülist liderlerin bunu istismar ederek siyasette yükseldiğini söylerler. Bu liderler pragmatiktirler. O dönemde hangi iletişim aracı işe yarıyorsa onu kullanırlar. Söylev, söylenti, broşür, gazete, dergi, radyo, televizyon, tellal, meydan mitingi, kilise, cami, ses kayıt cihazı.. Virüsü bulaştıracak her "taşıyıcı"…

Son zamanlardaki gözde ya da favori araçları Facebook'uyla, Instagram'ıyla, Twitter'ıyla ve ötekileriyle sosyal medyadır. Çünkü bunlar herkese ulaşmaktadır.

Ve işin kötüsü, bazı sosyal medya firmaları nefret ticaretini bir para kazanma yolu haline dönüştürme tamahkarlığına tenezzül etmişlerdir. Bu, kuşkusuz, neoliberal kapitalist mantığa uygundur. Başka bir Kutup Yıldızı'nda söz etmiştim. Prof. John Robinson'un "zaman kullanımı" verileri üzerine 1980'de yazdığım bir makalede, televizyonun hava gibi tüm boş saatleri doldurduğunu ve oraların artık boş olmadığını, sömürgeleştirdiğini yazmıştım. (Bkz. link ) Kanadalı iletişim bilimci Prof. Dwight Smythe o tarihlerde yazdığı bir makalede bunun bir rastlantı olmadığını, seyircinin ekran başında tutulmasının planlanmış bir sonuç olduğunu belirtmişti. Çünkü seyirci ticari televizyon için bir meta idi ve reklamcılara kalitesine göre, kelle hesabıyla, satılıyordu. O yüzden onun ekran başında tutulması önemliydi.

İşte bu metalaşma süreci sosyal medyanın politik ekonomisinin ana öğesini oluşturuyordu. Orada da "takipçiler" taliplerine satılıyordu. Seyircinin vakti nakitti, "takipçinin ise "dikkati"! Ne yap et onları kendine çek, baktır ve tut! Kavgayı mı seviyorlar, kavgaya sok. Dost mu arıyorlar? Benzer insanların öbekleştiği yankı odalarına gönder. Nasıl olsa tüm bilgileri elinde, kullan algoritmaları. Trolleşsinler, küfretsinler, alkışlasınlar, yalan söylesinler. Kendilerini güçlü sanarak bir sanal güruh haline dönüşsünler!

Doya doya nefret etsinler!

Ve oh, "odi ergo sum" desinler. "Nefret ediyorum, öyleyse varım!"

Yazarın Diğer Yazıları

Dibe vurmak... Ve ayağa kalkmak...

31 Mart seçimlerinde birçok kişi hayatının doruğuna çıktı ya da dibe vurdu. Şimdi, özellikle dibe vuranların ne yapacaklarını merak ediyor, ilgiyle izliyoruz

31 Mart’ta Türkiye Akdeniz’e doğru kaydı, haritanın rengi kırmızı değil mavi olmalıydı: Akdeniz Mavisi!

Hafta boyunca 31 Mart seçim sonuçlarına bir, çok açı ve plandan bakıldı. Ben bugün geriye çekilip açılarak, sinema diliyle “zoom out” ederek, büyük resme bakmak ve sormak istiyorum: Aslında ne değişti?

1 Nisan sabahı

Yüzyıllarca Avrupa'da da bulunan Türk halkı demokratik özgürlüklerin güvence altında olduğu bir sosyal devletin şemsiyesi altında kardeşçe bir arada yaşamak istiyor. 1 Nisan sabahının Orta Doğu saplantılı AKP'ye kötü şakası bu mesajdır!