26 Şubat 2022

İçinizdeki trollük canavarına hakim olun

Umberto Eco'nun "ahmaklar alayı" dediği kalabalığa katılmamak için neler yapmalıyız?

Trollerle trolümsüleri birbirinden ayıralım.

Sonuçta her ikisi de anti-iletişim güçlerine yardım ederler.

Sayıları görece sınırlı olan gerçek troller kiralık hoparlörlerdir; bu pis işi para ya da çıkar beklentisiyle yaparlar. Amaçları patronları adına olgularla savaşmak, gerçekleri karartmak, kafaları karıştırmak, bir linç ortamı oluşturmaktır.

Trolümsüler ise sıradan insanlardır. Sırf kendilerini kanıtlamak için, araştırıp soruşturmadan, tamamen cahil oldukları konularda söze karışıp ukalalık ederler, randevusuz ve ceket düğmelerini iliklemeden konuşamayacakları insanlara, fırsat bu fırsat, laf sokuştururlar.

Başkalarından cesaret alıp, linç güruhlarına el sallarlar.

Trolümsüler çıkarlarıyla değil, zaaflarıyla hareket ederler.

Ne yazık ki, insan, teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, bir zaaf kutusudur. İçinde eziklikler, bozukluklar, basitlikler, kompleksler kaynaşıp durur.

Ahmak alayları

Umberto Eco, sosyal medyanın "ahmak alaylarının istilası"na yol açtığını söylemişti: "Herife meyhanede bir kadeh içti diye ağzını açtırmazlar, şimdi burada söz sırası almış Nobel'li bilim adamına ders veriyor!"

Böyle yaparak kendisini bir şey sanıyor. Ve muhatabı cevap verince o da Nobel almış gibi oluyor.

Evet, ahmaklar alayına katılmamak için kendimize sormalıyız:

"Ne yapıyorum? Bu mesaj bana yakışıyor mu? Bunu yazarken ya da söylerken kimden yanayım? İletişimden mi, iletişimi bozmak isteyenlerden mi?"

Trollerin görevi iletişimi bozmak, gerçeği bükmek, yalanı üstün kılmaktır. Trolümsüler de o batağa düşebilirler.

Sosyal medyada redaktörler, "gate-keeper"lar "nizamiye bekçileri" yok. Trolleşmemek için kendi editörümüz olmak, yazdıklarımızı sorgulamak ve doğrulamak zorundayız.

Siyasal söylemin çürüyüşü

1980'lerden itibaren popüler kültür ve reyting sisteminin etkisiyle "eğlendiricilik" en başta gelen bir haber öğesi haline gelince, siyasal söylemin de magazinleştiğinden haklı olarak yakınılmıştı. Magazinel habercilik "önem"e değil, ilginçliğe ağırlık veriyor, gerçeği çarpıtıyordu.

Günümüzde bu tehlike geçmiş değil. Şimdi onun üstüne trolleşme bindi.

Siyasal liderler, çömezleri, sözde gazeteciler, tartışmacılar trol ağzıyla konuşuyorlar. Siyasal tartışma yok, laf geçirme var. Olgu yok, algı var. Nükte yok, küfür ve hakaret var.

Bu zehirli üslup, neyin ne olduğunun anlaşılmasını çok güçleştiriyor, iletişim karşıtı bir etmen haline geliyor.

Magazinleşme ve trolleşme istilalarının sonucunda bizzat medyanın kendisi bir anti-iletişim aracına dönmüş durumda. 2022 Türkiye'si, medya olarak gerçeği çarpıtmak isteyenlerin, gerçeği aktarmak isteyenlerden kat kat fazla olduğu bir ülkedir.

Gazeteci dediklerimizin bir çoğu "doğruyu dosdoğru söylemek" misyonu yerine, trollüğü ve trolümsülüğü benimsemiştir. Bu vahim bir çürümedir.

Balon patlatmak

Geçen hafta sosyal medyanın trollere ve diğer anti iletişim güçlerine bırakılamayacak kadar önemli olduğunu ve orada ideolojik ve olgusal balon patlatmanın bir görev olduğunu söylemiştim.

Ancak bu görevin trolleşme canavarından uzak durarak yapılması gerekiyor.

"İletişim" kavramı tarihsel olarak doğruların "münasip dille" aktarılması kavramını içeriyor. "Retorik" insanlık tarihinin en önemli ve hatta "kutsal" çabalarından birini oluşturuyor.

Bu kavram tüm kavramlar gibi kendi karşıtını da üretmiştir: Yalancılar, gerçek bükücüler, sahtekarlar anti-iletişim cephesinin saflarını doldurmuşlardır.

Cephemizi doğru seçmek zorundayız. Doğruları dosdoğru söylemekten yanaysak mesele yok, ağır bir dil de kullanabiliriz.

Ama kendi egomuz ve zaaflarımız olgu ve gerçeklerin önüne geçiyor, olgu bozuculuğa dönüşüyorsa dikkat!

Etrafta yeterince ahmak var!

Yazarın Diğer Yazıları

Yalan, gürültü, dezenformasyon.. Gerçek iletişimci ne yapmalı?

Hepimiz, yani gazeteciler başta biz iletişimciler bir çeşit radikal filozof olmak zorundayız

Dibe vurmak... Ve ayağa kalkmak...

31 Mart seçimlerinde birçok kişi hayatının doruğuna çıktı ya da dibe vurdu. Şimdi, özellikle dibe vuranların ne yapacaklarını merak ediyor, ilgiyle izliyoruz

31 Mart’ta Türkiye Akdeniz’e doğru kaydı, haritanın rengi kırmızı değil mavi olmalıydı: Akdeniz Mavisi!

Hafta boyunca 31 Mart seçim sonuçlarına bir, çok açı ve plandan bakıldı. Ben bugün geriye çekilip açılarak, sinema diliyle “zoom out” ederek, büyük resme bakmak ve sormak istiyorum: Aslında ne değişti?