26 Nisan 2022

Acıklı bir hikaye: Kütüphane ne oldu?

Sordukları kütüphane, benim getirdiğim kitaplarla Bozcaada’da kurulacağı sanılan kütüphane

Tek tük de olsa soranlar oluyor: “Kütüphane ne oldu?”

“Olmadı!” diyorum ama ayrıntılara girmiyorum.

Sordukları kütüphane, benim getirdiğim kitaplarla Bozcaada’da kurulacağı sanılan kütüphane.

Hikayesini kısaca özetleyeyim:

Zamanımızın çoğunu adada geçirmeye ve İstanbul’daki evimizi kapatmaya karar verdiğimizde karşımıza çıkan en büyük sorun kitaplardı. Üç beş yüz değil, binlerce kitap. Atsan atılmaz, satsan satılmaz. Ona buna dağıtmaya gönlüm razı olmadı. “En iyisi adaya götürmek, belki bir kütüphanenin nüvesi olur” diye düşündüm.

Duygu ve düşüncelerimi Facebook’ta yazdım. Ertesi sabah çeşitli yerlerden “Biz talibiz” anlamında mesajlar aldım. Benim için en önemlisi Bozcaada Belediye Başkanı Dr. Hakan Can Yılmaz’dan gelendi. Başkan, “Haluk abi, kitaplarınız emanetimizdir, ne gerekirse yaparız!” diyordu.

35 yıldır ada kültürüne katkıda bulunmak için çırpınmış biri olarak sevindim tabii.

Eşim Belgin’le kolları sıvayıp altmış koli kitap paketledik, iki kargo aracıyla adaya gönderdik ve asıl yerine gidinceye kadar beklemek üzere seraya indirdik. Beklemeye başladık. Aylar aylara eklendi. Bir haber gelmedi.

Nasıl bir kütüphane?

Kafamdaki kütüphaneyi biraz anlatayım.

Kütüphane üç bölümden oluşacaktı.

Genel kitaplık, edebiyat ve güncel konular bölümü, ödünç alınabilecek Türkçe ve İngilizce kitaplar; bu bölüme sürekli yeni kitapların gönderilmesini sağlayacaktım. Değerli dostum Oktay Ekşi öyle yapmış, Mesudiye’de kurulan kütüphanesindeki kitap sayısını iki katına çıkarmıştı.

Çocuk Kitaplığı, çocuklara oyuncaklar arasında masallar okunan ve kitabı sevmelerini sağlamayı amaçlayan bölüm. Bu bölümü emekli öğretmen arkadaşlar gönüllü olarak canlı tutacaklardı. Çok değerli dostlarım Semra Tamyürek ve Semiha Yönet’ten söz almıştım. Eminim onlara başkaları da katılacaktı.

Özel Koleksiyon: 50 yıldır biriktirdiğim 20 dilde Homeros çevirileri, çeşitli dillerde Bozcaada ve Kuzey Ege kitap ve albümleri, bir belgesel için topladığım Çanakkale Savaşları kitaplarım, tanınmış yazarlarca adıma imzalanmış şiir kitapları, romanlar, incelemeler…

İletişimle ilgili yüzlerce kitabımı ise İstanbul’da Bilgi Üniversitesi’nde bırakmıştım. Onların yeri orasıydı, bunlarınki ise burası.

Belki bir küçük oda da kitap kulübü türünden toplantılar için kullanılabilirdi.

Niçin olmadı?

Ama olmadı. Verilen söze rağmen yerel yönetim tarafından gereken irade ortaya konmadı. Başkan’ın iyi niyetli olduğundan şüphem yok, ancak bazen iyi niyet yetmiyor. Beni asıl üzen çoğunu şahsen tanıdığım Meclis üyelerinin bu konudaki kayıtsızlığı oldu. “Ne yapabiliriz?” diye beni çağırıp sorabilirlerdi. Belki de bazıları Başkan’la araları açık olduğu için, kütüphane onun başarı hanesine yazılır diye ilgilenmediler. ‘Haluk abi, merak etme, ada için iyi olur, bir yer buluruz!’ denmesini beklerdim.

Birisi de “Ne yani şimdi bir de Haluk Şahin kütüphanesi mi olacak?” demiş.

Ben Başkan’a böyle bir şey istemediğimi en baştan söylemiştim. Yalnız özel koleksiyon odasının kapısına “Haluk Şahin Özel Koleksiyonu” yazılabilir demiştim. Tenedos-Bozcaada hakkında 3000 yılda yazılmış kitapların yarısı kadar kitap yazmış biri olarak kütüphane adı olmaya ihtiyacım mı vardı!

Şimdi ne olacak?

Anladım ki, sürekli olarak bir sonraki “sezon”un para kazanma planlarını yapan adalı iş insanlarının çoğunun da kütüphane filan gündeminde değil. Yer açısından kişisel bir iki yaklaşımım oldu, ama destek bulamadım.

Kaymakamlıkla şahsen bu konuda bir temasım olmadı. Devletin kitap konusundaki kötü sicili nedeniyle onların şemsiyesi altında kütüphane açmak konusunda derin çekincelerim vardır. Yarın öbür gün “Vayy, bu kitap da ne?” diyenler çıkabilir.

Biz araştırmacı yazarlar kitapların çoğunu günün birinde işimize yarayabilir diye alırız. Şundan yana bundan yana diye bakmayız. Örneğin elimde Alevilikle ilgili en az 200 kitap var ve Alevilik kitabını henüz yazmadım.

Bu olumsuz tutum ve kayıtsızlık üzerine başka formüller aramaya başladım. Yaz bitti, yağmurlar başladı. Seradaki kitaplardan bazıları altı ay süren bekleyiş sırasında hasar gördü. Onları atıp, diğerlerini mecburen minik ada evime yığdım, adım atacak yer kalmadı.

Son kararım: En azından özel koleksiyonu orada, bağdaki evde bırakmayı düşünüyorum. Belki ilerde adayla ilgili araştırma yapanların işine yarar.

Diğerlerini ise…?

Ha, şunu da söyleyeyim, kitapları tümüne talip dört belediye var! Ama göz izimi taşıyan o can dostlarımın başka yerde olmasına yüreğim razı olmuyor.

Acıklı bir hikaye değil mi?


-Mendirek Dergisi’nin Nisan, 2022 sayısından alınmıştır.-

Yazarın Diğer Yazıları

Yalan, gürültü, dezenformasyon.. Gerçek iletişimci ne yapmalı?

Hepimiz, yani gazeteciler başta biz iletişimciler bir çeşit radikal filozof olmak zorundayız

Dibe vurmak... Ve ayağa kalkmak...

31 Mart seçimlerinde birçok kişi hayatının doruğuna çıktı ya da dibe vurdu. Şimdi, özellikle dibe vuranların ne yapacaklarını merak ediyor, ilgiyle izliyoruz

31 Mart’ta Türkiye Akdeniz’e doğru kaydı, haritanın rengi kırmızı değil mavi olmalıydı: Akdeniz Mavisi!

Hafta boyunca 31 Mart seçim sonuçlarına bir, çok açı ve plandan bakıldı. Ben bugün geriye çekilip açılarak, sinema diliyle “zoom out” ederek, büyük resme bakmak ve sormak istiyorum: Aslında ne değişti?