27 Haziran 2024

Sen çaresizliğin resmini yapabilir misin Abidin?

Kıpkırmızı, iri ve lezzetli kirazların ağladığı hiç görülmüş mü? Olmaz tabii. Hem ağlaması gereken onlar değil ki...

Kiraz almak için manava uğruyorum.

“Kirazın kilosu kaça?”

“130 lira.”

“Bir kilo verir misin?”

O sırada arkamdan 75-80 yaşlarında bir adam yaklaşıyor:

“Yerli muz yok mu?”

“Yok amca. Yerli muzlar bir günde bozuluyor. Sadece ithal muz var.”

“Yazık, burada bulurum diye düşünmüştüm.”

Bakıyorum adama. İyi giyimli. Türkçesi düzgün. Gözlerinde belli belirsiz bir telaş var.

Benim kendisine baktığımı görünce soruyor:

“Sanırım siz kiraz alıyorsunuz. Kaç paraymış kirazın kilosu?”

“130 lira.”

O an adam hiç beklemediğim ve çoktan beri görmediğim bir tepki veriyor.

Gözlerinde acı hisseden bir insanın ifadesiyle üst dişleriyle alt dudağını ısırıyor.

2-3 saniye öyle kalırken bakışlarındaki ışık sönüyor.

Elini cebine atıyor ama hemen çıkarıyor. Cüzdan ya da para yok. Elleri boş.

Tekrar kiraza ve adından ithal muza bakıyor.

Arkasını dönerek uzaklaşıyor.

Adımları yavaş. Omuzları düşmüş. Başı öne eğik.

Sanki az önce büyük bir yenilgi yaşamış gibi.

Daha önce nasıl yürüdüğünü bilmiyorum. Arkamdan yaklaşıp sorusunu sorana kadar böyle birinin hayatta olduğundan bile haberdar değildim.

Hâlâ onunla ilgili bildiğim fazla bir şey yok:

75-80 yaşlarında, aydın görünümlü, düzgün konuşan bir adam.

Yerli muz ve kiraz almak istedi.

Alamadı.

Yerli muzun olmadığını görünce üzüldü.

Kirazın fiyatını öğrendiğinde ise…

* * *

Adam oradan uzaklaşırken yüreğimin ağırlaştığını hissediyorum.

Ne kadar aptalım!

Ne kadar bencilim!

Adama ithal muz ve kiraz alabilirdim.

Ama almadım.

Kılımı bile kıpırdatmadım.

Öyle izledim.

Ama almak isteseydim kabul eder miydi ki?

Onu daha çok üzmez miydi bu?

Hiç tanımadığı birinin kendisine meyve alması?

Gururu kırılmaz mıydı?

* * *

Yıllar önce bir markette böyle bir şey yaşamıştım.

Uzunca bir kuyrukta hemen önümdeki 70 yaşlarındaki kadının parası çıkışmamıştı.

Önce bütün ceplerini aramış, bulabildiği bozuk paraları kasaya koymuştu.

Yetmiyordu.

Aradaki fark büyüktü.

Yüzü kızardı.

Cebindeki cüzdandan iki kart çıkardı.

İkisinde de yeterli para yoktu.

Ve muhtemelen kendisi de bunu biliyordu.

Giysilerinin ucuz ve eski olduğu dikkatimi çekti o anda.

Gözlerinden yaşlar süzülerek aldıkları arasında nelerden vazgeçerse hesabı tutturabileceğini düşünmeye başladı.

Ama böyle bir ortamda, üstelik moral bozukluğuyla bu hesabı kısa sürede yapabilmesi mümkün değildi.

Önümde tam bir trajedi yaşanıyordu.

Ve ben olanları dikkatle izliyordum.

Arkamdaki kuyruktan homurtular yükseliyordu.

“Haydi, bayan! Hepimizi böyle bekletmeye hakkınız yok.”

“Biraz acele edin ya! Herkesin işi gücü var.”

Ani bir kararla kadının vazgeçtiği ürünleri tekrar poşetlerine koydum ve aradaki farkı ödeyeceğimi söyledim.

Bunu o kadar kararlı, hatta sert bir şekilde yaptım ki, kadın şaşırdı ve sustu.

Kendine gelince “ama olmaz ki” gibi bir şeyler mırıldanmaya çalıştı.

Ben az önce kendimi bile şaşırtan sertliğimden vazgeçerek kadına cevap verdim:

“Hiç önemli değil, hanımefendi. Hepimizin başına gelebilir.”

“Ama kabul edemem ki…”

Bu kısa cümlelerin sonundaki küçücük “ki”ler büyük bir çaresizliği yansıtıyordu.

Kendi alışverişimi yaptığımda baktım, kadın hâlâ poşetlerini düzenliyor gibiydi.

Kafasını toplayamadığı çok belliydi. Yanıma yaklaştı:

“Bakın, çok teşekkür ederim ama size borcumu ödemem gerek.”

“Tabii ödersiniz, hiç sorun yok.”

“Nasıl ödeyebilirim? Bu semtte mi oturuyorsunuz?”

“Evet. Telefonumu vereyim. Ararsınız.”

Bir kâğıda aklıma ilk gelen numaraları rastgele yazıp kadına verdim. Ve vedalaşıp hızla yanından ayrıldım.

Tekrar teşekkür ederken gözleri nemliydi. Ve olağanüstü hüzünlü bir gülümsemeyle utancını gizlemeye çalışıyordu.

O sahne daha sonraki yıllarda defalarca aklıma geldi.

Bir gün o anları yazsam diye aklımdan geçiyordu...

Yazsam ve yazının adına da “çaresizlik” desem…

* * *

Evet, “çaresizlik”!

Manavdaki durumu da aynı kelime ifade ederdi herhalde.

O koskoca adamın kendinden hiç beklenmedik bir hareketle dudağını ısırması çaresizliğin işaretiydi.

Çaresizliğin…

“Bu kadar da olmaz” tepkisinin…

“Eve bunu da götüremeyeceğim” utancının…

“Ne günlere kaldık” mutsuzluğunun…

Adam sokağın sonunda kaybolmak üzereydi.

Kısa süre öncesinde kadar zaten onu tanımazdım. Şimdi hızla hayatımdan çıkacaktı.

Ve ben elimde 130 liralık kirazla, önümde yaşanan trajediye hiç müdahale etmeyen biri olarak evime gidecektim.

Kirazlara baktım.

Biraz da üzerlerine düşen güneş ışığının etkisiyle parlıyorlardı.

Hatta nemliydiler.

Manav onlar daha iyi görünsün diye üzerlerine su serpmiş olabilirdi.

Belki de az önce sokağı dönen adamın ve yıllar önce marketteki kadının çaresizliğine ağlıyorlardı.

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Dünya savaşı çıkar mı, bu kadar işimizin arasında bir de ölür müyüz?

Rusya nükleer silaha başvurur mu? Bu ihtimal hâlâ küçük ama savaşın birinci ve ikinci yılına göre artık daha güçlü

Petersburg mu Moskova mı; şaka mı yapıyorsunuz siz?

Uzun bir aradan sonra gittiğim Petersburg'da hem geçmişten hem de bugünden birçok çelişkili düşünce ve duygu aklımı kurcaladı

Ukrayna Barış Zirvesi ne getirdi, ne getiremedi?

Kiev'in çabaları "Küresel Güney" denilen ülkelerin bir kısmını etkilese de, pek çoğu ve bu arada BRICS üyeleri mesafeli durmayı tercih etti